30 Aralık 2024 Pazartesi

Hindistan yasta... Manmohan Singh vefat etti / India mourns... Manmohan Singh passed away

Mehmet Özay                                                                                                                            29.12.2024

Manmohan Singh, üç gün önce yani, 26 Aralık’ta 92 yaşında vefat etti...

Hindistan’da, sabık başbakan Manmohan Singh’in vefatı ülkede, yakın geçmişte olan bitene dair yeni bir hatırlama ve düşünme olanağı sunuyor.

Öncelikle, şunu söylemekte yarar var ki, Singh’in vefatının ülkeyi birleştiren bir fenomene dönüşmüş olması gayet dikkat çekicidir.

Singh’in Kongre Partisi bakanı ve ardından, başbakan olarak hizmet ettiği dikkate alınacak olursa, rakibi konumundaki ve hemen onun ardından, Bharatiya Janata Partisi’nin lideri olarak başbakanlık koltuğuna oturan ve halen bu görevini sürdüren başbakan Narendra Modi yönetimince takdir edilen bir politikacı olarak ‘ebedi aleme’ uğurlanması, sıradan bir siyasal gösteri olarak değerlendirilemez.

Aksine, ülkesinin ekonomik kalkınmasına katkı yapmış bir teknokrat, ülkenin on üçüncü başbakanı olarak, 2004 ilâ 2014  yılları arasında görev yapmış Singh’in ortaya koyduğu performansın kıymet bilirliğinin bir ifadesi olarak görmek gerekir.

Bunun yanı sıra, belki de mensubu olduğu Sih inancının değerlerine bağlılığı sonucu olarak ortaya çıkan, alçakgönüllü kişiliği ile de takdir edildiğini söylemek mümkün.

Erken yaşlarından itibaren ekonomi alanına ilgi besleyen ve bu anlamda, bazı ülkelerin kalkınmasına karşılık diğerlerinin niçin kalkınamadığı üzerine kafa yoran bir teknokrat olan Singh, kariyeri sürecinde bu sırrın belki de en azından, bir bölümünü çözüm olmalı ki, Hindistan’a önemli bir kalkınma süreci yaşatabildi.

Singh’in bu soruyu sorabilmesi önemliydi...

Çünkü, tüm imkânlarına rağmen, Hindistan’ın ekonomik kalkınma süreçlerinde hak ettiği yeri alamamış olması, geniş toplum kesimlerinin, -tıpkı içine doğduğu ailesi ve sosyal çevresi gibi- yoksullukla yaşam sürmesi gibi temel sosyal gerçeklikler onu ülkesi adına harekete geçirmeye yol açacak kafi olgulardı.

Keşfedilen teknokrat

1990’lı yıllarda Başbakan Narasimha Roa liderliğindeki Kongre hükümetinde, Maliye Bakanı olarak görev yapan Singh, ortaya koyduğu başarılı politikaların ardından, bir ‘teknokrat’ siyasetçi olarak adı başbakan olarak gündeme getirildi.

1990’lı yılların, bir başka ifadeyle sosyalist-ekonomi sonrası dönemin ve yükselen küresel liberalizmin Hindistan’da görece parlak geçmesini sağlayan ve bunu, 2004 yılındaki başbakanlığı ile yeni milenyuma taşıyan Singh’in ülkesinin ekonomik sorunlarını derinden anlayıp, çözüm için olası süreçleri hayata geçirdiği söylenebilir.

Bununla birlikte, yine 1990’lı yılların, Soğuk Savaş döneminin sona ermesiyle, küresel değişim rüzgârlarına konu olduğu ve hatta belirsizliğin hakim olduğu hatırlandığında, Singh politikalarıyla Hindistan’ın ortaya koyduğu başarı dikkatle incelenmeyi gerektiriyor.

Dönemin küreselleşme ve liberal ekonominin yükselişe geçtiği dönem olması, Hindistan ekonomisinin iyilişmesinde, söz konusu bu sürecin -Singh sayesinde- anlaşılabildiğinin ve yakalanabildiğinin göstergesidir.

Bu nedenledir ki, Singh bugün Hindistan’ın ekonomik kalkınmasını, ‘liberal ekonomik yaklaşımlar’ üzerinden gerçekleştirebilmiş bir başbakan olarak anılıyor.

Singh, ekonomide devletin rolünü azaltan, ekonomiyi piyasalar üzerinden yeniden düzenleyen yaklaşımıyla dönemin kalkınma sürecini gerçekleştirebildi.

Bu sürecin, 2004 yılında başbakanlığı ile devam ettirmesine imkân tanınan Singh’in ekonomi politikaları sayesinde Hindistan, 2004-2009 yıllarında arasında yüzde 8.5/9 gibi yüksek bir büyüme oranına ulaştı.

Onun, 2009’dan itibaren başlayan ikinci başbakanlık döneminin ise başarısızlıkla tanımlanması, ekonomi politikalarında iki dönemi bu denli ayrıştıracak bir çelişkinin olup olmadığını da bize gösteriyor.

Bu noktada, Singh’in 2014 yılında görevini bırakırken ifade ettiği ve bugünlerde, neredeyse tüm medya organlarında alıntılanan, “Tarih bana, günümüz medyasından daha nazik davranacak” anlamına gelen sözünün, onun ortaya koyduğu ekonomi politikasının doğruluğuna inancını içerdiğini söylemek yanlış olmayacaktır.

Singh’in, buruk bir şekilde başbakanlıktan ayrıldığını gösteren bu cümleyle ilgili detayları belki de, kaleme aldığı eserlere bakarak bulmak mümkün olacak.

Ekonomide olağanüstü başarı

Başbakan Manmohan Singh’in uyguladığı ekonomi politikası bir mucize miydi yoksa, Hindistan’ın toplumsal ve ekonomik gerçekliği üzerinde yükselen rasyonel bir tutum muydu?

Kanımca bu soru, ilgili çevrelerde gündeme gelmeye devam edecektir.

Bir bilim dalı olarak ekonomi’nin kendi rasyonelleri olduğu hatırlandığında, ‘mucize’ olgusunun yersizliği kendiliğinden ortaya çıkıyor.

Ancak, yukarıda dikkat çekildiği üzere Hindistan’da ekonomik açılımın Kongre Partisi hükümetlerinin sorunlarla yüzleştiği dönemin ardından, alternatif bir isim olarak adı, başbakan olarak belirlenen Singh’le birlikte yön değiştirmesini, parti politikaları dışında bir açılım olarak görmek gerekir.

Bu farklılaşmanın temel adı, sömürge döneminde İngilizler yönetimince uygulanan ‘ekonomi politikalarına’ tepkisellikle geçen uzun Kongre Partisi yönetimlerinin aksine, Singh’in aslında tam da içinde bulunduğu topraklarda gerçekleştirilmiş bu tarihsel normu yeniden ortaya koymasıydı.

Sahip olduğu akademik ve teknokrat kariyerinin, Singh’e siyaset dünyasında sağladığı yer, bir anlamda, alternatif arayışındaki Kongre liderleri için bir tür siyasal kurtuluş imkânı sunuyordu.

Bunun yanı sıra, Singh’in ekonomi alanında Batı’da aldığı eğitim geçmişi ile Soğuk Savaş sonrasında, 1990’lı yıllarda küresel olarak gündeme gelen açılımların birleştiği, yeni ve gizli-açık bir sentezin varlığı söz konusuydu.

O dönem itibarıyla Soğuk Savaş sonrası duruma hazırlıksız yakalanan ülkelerin aksine, Hindistan, yine tarihi bir şans olarak Singh gibi bir teknokratın varlığıyla, dönemin özelliklerini doğru okumak suretiyle ekonomik dar boğazdan çıkmanın yollarını sunabilmişti.

Benzer bir durumun niçin, 2009’la birlikte ortaya konulamadığının cevabını, 2008 Eylül’ünde Lehman Kardeşler’in iflâsının tetiklediği küresel krizle açıklamak mümkün.

Belki de, Singh bu gelişmeye dayalı olarak, ‘tarihin kendisini haklı çıkaracağını’ söyleyerek, sorunun uyguladığı ekonomi politikalarında değil, küresel ve dış faktörden neşet ettiğini ifade ediyordu.

Uzun yıllar içe kapalı, yarı sosyalist – yarı devletçi politikalarla ülkeyi yönetmiş olan Kongre Partisi’nin başbakanı olarak ülkeyi liberal ekonomilerle düzlüğe çıkarmayı düşünen ve bunu uygulayan Singh’in ardından, özellikle Kongre Partisi siyasi elitinin, partinin siyasal tarihini yeniden okuması gerekecektir.

Belki de, bundan çıkartılacak derslerle Hindistan siyasetinde, yeni bir Kongre Partisi açılımı sergilemeleri mümkün olacaktır.

Bu anlamda, üç gün önce, 92 yaşında hayatını kaybeden sabık başbakan Manmohan Singh’in ekonomi politikaları, günün getirdiği şartlarla birlikte yeniden ele alınacaktır. 

https://guneydoguasyacalismalari.com/hindistan-yasta-manmohan-singh-vefat-etti-india-mourns-manmohan-singh-passed-away/

26 Aralık 2024 Perşembe

Tsunami’nin 20. yılı: Açe’den ne öğrendik? / 20th commemoration of tsunami: What we learnt from Aceh?

Mehmet Özay                                                                                                                            26.12.2024

Bugün, tsunami’nin 20. yılı...

Bu geçen yirmi yılda, Açe’den ne öğrenip öğrenmediğimiz konusu gayet önemlidir.

Bunu bir iç hesaplaşma olarak değerlendirmek kadar, ‘öteki’ne bakışın bizim bizatihi, kendi içimize bakışımızı ne denli derinleştirip derinleştirmediği boyutuyla da düşünmek gerekir.

Yüzyılın felâketi olgusu

“Bundan bir yıl önce Avustralya tabakası ile Avro-Asya tabakasının deniz yatağının yaklaşık 25 km. altında, 9.2 Richter şiddetinde kırılmasının ardından oluşan dev dalgalar, Endonezya'nın Açe Eyaleti'nde yüzlerce kilometrelik bir alanda etkisini göstermiş ve karada bir buçuk, iki kilometre içerilere kadar nüfuz ederek buralardaki bütün hayatı sona erdirmişti” (26.12.2005 tarihli yazımdan alıntı).

Samudra Denizi veya Hint Okyanusu’nun güney batısında, Sumatra Adası açıklarında, denizaltı tabakasında gerçekleşen deprem ve bunun tetiklediği dev dalgaların oluşturduğu maddi yıkımdan bugüne pek az şey kaldı.

Açe Eyaleti’ni, Batı Sumarta’dan ayıran Singkil’den başlayarak, Açe’nin kuzeyinde Sigli’ye kadar uzanan geniş bir sahil şeridinde etkili olmakla kalmayan tsunami, komşu ülke Malezya ve ardından, Tayland’ın batı sahil şeritlerini takip ederek, Hint Okyasunu’nun en doğusunda Doğu Afrika, -Somali- sahillerine kadar etkisini hissettirdi.

Bu ‘doğal afet’in maddi görünümü olarak, yukarıda dikkat çekilen sahil şeritlerinde, şu veya bu şekilde etkili olan tsunami, daha 21. yüzyıl başında, “yüzyılın felâketi” olarak tarihe geçti.

Bu felâketin ardından, dünyanın farklı bölgelerinde ortaya çıkan diğer felâketler sanki, birbiriyle yarışırcasına, “yüzyılın felâketi” olarak anılırken, bu yaklaşım, küresel medyatik görünümde bir tür öne çıkma çabasının ötesinde sanki, Kuzey Sumatra’da olan bitenlerin unutulmuş olduğu intibaını içinde taşımasıyla da dikkat çekiyordu.

Yeni evre/n

26 Aralık 2004 tarihi sadece, Açe’de bir tarihi dönemin sona erip yeni bir evrenin açılması anlamı taşımıyor.

‘Doğal afet’, ‘maddi yıkım’ vb. olguların dışında ve ötesinde, Açelilerden ve Endonezya merkezi hükümetinden ve bu coğrafyanın geniş toplumsal bağlamından başlayarak, yeni veya tekrarı şeklinde ortaya çıkan toplumsal, siyasal, tarihsel, akademik vb. olgular, birbiri ardına veya eş-zamanlı olarak gündeme geldi.

Ve bir ölçüde, bu bağlam ve süreç gündeme gelmeye devam ediyor...

Açe’nin öğrenmesi

Yirmi yıl önce ortaya çıkan bu gelişmenin ilk günlerinden başlayarak bugüne kadar, “Açe’den ne öğrendik?” sorusunu gündeme getirmek ve bu sorunun cevabını hakkıyla vermek durumundayız.

Yukarıdaki soru gündeme getirilirken, soruya muhatapları arasında bizatihi, Açelilerin kendilerini yadsıyor değilim.

Hiç kuşku yok ki, en başta Açe toplumunun yaşanan bu ‘doğal afet’in ardından, bir iç hesaplaşma süreci yaşamış olmaları ihtimalini gözden ırak tutmuyorum.

Bununla birlikte, bu iç hesaplaşmanın kollektif bir hafıza oluşumuna ve toplumu inşa etmekle görevli, her kurumsal yapı bağlamında yeniden ayakları üzerinde durabilmeye ne denli etkisi ve katkısı olduğu sorusunu da unutulmaması gerektiği kanaatindeyim.

Biz neredeyiz?

Bunun yanı sıra, söz konusu bu soruya muhatap olanların sadece, belirli bir toplum kesimini içermediğini aksine, Açelilerden başlayarak genişleyen halkalar şeklinde, küresel çapta kurumsal alanlara doğru genişleyen bütüncül bir boyutu kapsadığını unutmamak gerekiyor.

Söz konusu bu bütüncül boyut içerisinde bizim açımızdan, Açe’nin bir öğrenme süreci olup olmadığı sorusu hâlâ güncelliğini koruyor.

Bugüne kadar bu soruyu sorabilen ve buna olumlu cevaplar arayanların fazla olup olmadığı sorglaması kadar, bir adım öteye geçerek böylesi bir çabanın ortaya konulup konulmadığını ciddi anlamda gündeme getirmemiz gerekiyor.

Tam da bu noktada, bir tür üstünlük kompleksi yansıtacak şekilde, “Açe bize ne öğretebilir ki?” karşı çıkışıyla yaklaşmak yerine, “Acaba Açe’den neler öğrenmeyi kaçırdık?” sorusunu yerli yerinde kabul etmek gerekiyor.

Bu anlamda, ilgili çevreler şayet bugüne kadar böylesi bir sorgulamayı yapmadılarsa, epeyce bir vakit kaybının yaşandığına kuşku yok.

Ancak hâlâ vaktin olduğunu ve bu sorgulamanın yapılabilmesine imkan tanıyacak alanların olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Tsunami’nin yirminci yılında hayatını kaybedenlere Allah’tan rahmet dilerim.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tsunaminin-20-yili-aceden-ne-ogrendik-20th-commemoration-of-tsunami-what-we-learnt-from-aceh/

24 Aralık 2024 Salı

Endonezya siyasetinde gerilim ve değişim izleri / Traces of tension and change in Indonesian politics

Mehmet Özay                                                                                                                                24.12.24

Yeni başkan değişimi yaşamış Endonezya’da, siyasete dair böylesine bir tespit kimilerini şaşırtabilir...

Ancak, bazı önemli gelişmeler, ülkede siyasetin var olan veya görünür yüzünden ziyade, arka plâna yakından bakmayı gerektiriyor.

Böylesi bir yöntem izlendiğinde, ortada ulusal siyasetin dinamiklerini geren ve bu anlamda, bazı önemli değişimlerin sinyalini veren gelişmeleri beklemek makul gözüküyor.

Bugünlerde, Endonezya siyasetinde Megawati-Jokowi çatışması gündemi belirlemeye devam ettiğini söylemek, yukarıdaki iddia için bir ipucu niteliği taşıyor.

Geçen gün yazdığım yazıda bu konunun devam edeceğini dile getirmiştim...

Aradan birkaç gün geçmeden bu ihtimali doğrulayacak gelişmeler ortaya çıkmaya başladı.

Partiyi ele geçirmek

Bu anlamda dikkat çeken husus, -şimdilik bir iddia olarak yer almakla birlikte- Joko Widodo’nun Endonezya Mücadeleci Milliyetçi Partisi’ni (Partai Demokrasi Indonesia-Perjuangan, PDI-P) bölme yönünde girişimde bulunduğu iddiası oluşturuyor.

PDI-P içinden yükselen bu ağır eleştirinin, kampanya döneminden bu yana, Jokowi’ye yönelik sıradan bir hınç göstergesi olduğunu söylemek güç.

Partinin önde gelen isimlerinden biri tarafından ortaya atılan iddiaya göre, sabık başkan Jokowi önümüzdeki Nisan ayında PDI-P yıllık olağan kongresinde parti başkanlığını Megawati’den devralmak için girişimde bulunacaktı.

Bu girişimin ilk etabını, partinin kilit isimlerinden ve Megawati’ye yakınlığıyla bilinen genel sekreteri Hasto Kristiyanto’nun yerinden edilmesi oluşturacaktı.

Jokowi’nin, parti içindeki bağlantıları sayesinde, Kristiyanto yerine kendisine yakın bir ismin genel sekreterliğe getirilmesini istediği ve böylece, kendisine parti başkanlığı yolunun açılması düşüncesinde olduğu belirtiliyor. 

Jokowi’nin, 16 Aralık’ta PDI-P yönetimince alınan kararla partiden ihraç edilmesi bu süreci sona erdirmiş gözüküyor.

Ancak suların durulduğunu söylemek zor...

İktidar, muhalefet ve ulusal birlik

Şubat ayında başkanlık ve parlamento, Kasım ayında ise yerel seçimlerin ardından hükümetin kurulmuş olması nedeniyle, Endonezya siyasetinde yeni bir yapılanmanın ortaya çıkmakta olduğunu söylemek, belki kimilerine garip gelebilir.

Nihayetinde, ‘Büyük Endonezya Koalisyonu’ (Koalisi Kebangkitan Indonesia Raya-KKIR) adayı olarak başkanlık seçimlerini kazanmış ve 20 Ekim’de başkanlık koltuğuna oturmuş Gerindra Partisi lideri Prabowo Subianto’nun, bizatihi kendisini ve hükümetini değişimi adı olarak değerlendirmek mümkün.

Ancak, 2012 yılından bu yana, ulusal siyasette adını güçlü bir şekilde duyuran Endonezya Mücadeleci Milliyetçi Partisi’nin (Partai Demokrasi Indonesia-Perjuangan, PDI-P) ve de başkan Megawati’nin- gücü sarsılmakla birlikte, halen siyasal olarak en önemli konumda bulunduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Şubat ayında yapılan başkanlık seçimlerinde yarışı kaybetmesine rağmen, PDI-P ülke genelinde aldığı yüzde 16.89’luk oyla, ulusal parlamentoda en çok milletvekiline sahip parti olma unvanını sürdürüyor.

Bu oy oranıyla PDI-P, 580 sandalyeli ulusal parlamentoda 110 milletvekilliği kazandı. İkinci sırada Golkar 102 milletvekili ile ikinci; Gerindra 86 milletvekili ile üçüncü sırada yer alıyor.

Başkan Prabowo Subianto’nun partisinin üçüncü sırada olması, yukarıda dikkat çekildiği üzere, geniş bir koalisyon bloğu sayesinde başkanlık koltuğuna oturduğunu açıklıyor.

Prabowo için, bu siyasi koalisyonun anlamlı ancak, yeterli olmadığını seçimlerin hemen ardından bizatihi kendisi politik yaklaşımıyla göstermişti.

Öyle ki, Prabowo Subianto’nun seçimlerin hemen ardından, ‘Endonezya birliğini’ pekiştirme adına PDI-P lideri Megawati ile görüşme kararıydı. Ancak bu gelişme herhangi bir somut ve olumlu sonuç vermedi.

Parlamentoda en çok milletvekiline sahip bir partinin yani, PDI-P’nin desteğini alamamış olmak, Prabowo ve yönetimi için gayet önemli bir eksiklik addedilmelidir.

Nihayetinde, Prabowo başkanlığa gelirken, Jokowi dönemi iktidar yapılaşmasını devam ettireceğini söylemişti.

Bu yapının en önemli dinamiklerinden biri ise, parlamentonun çoğunluğunu ‘ulusal birlik’ çatısı altında bir araya getirmekti.

Jokowi’ye küskünlük

PDI-P’nin bu koalisyon ve dolayısıyla, hükümette yer almama kararının ardında, sabık başkan Jokowi’nin kayda değer desteğiyle oluşan ve seçimlerin sonucunu belirleyen siyasi refleksi olduğu herkesçe malum...

Bir başka ifadeyle söylersek, PDI-P başkanı Megawati’nin, 2014 ve 2019 seçimlerinde öne çıkartıp desteklediği ve bir anlamda, siyasi çocuğu kabul edebileceğimiz Jokowi’nin politika değiştirmesi neticesinde, Prabowo’nun başkan oluşunu hazmedebilmiş değil.

Bunun ötesinde, başkanlık seçimlerinde belirleyici olduğu bugün çok daha net anlaşılan Jokowi’ye yönelik ‘siyasi intikam’ sürecinin başlatılmış olması ulusal siyasette yeni gelişmelerin olacağı ihtimalini güçlendiriyor.

Bunun en açık göstergesi ise, seçimlerden aylar sonra yani, 16 Aralık’ta PDI-P parti yönetiminin, Jokowi ve iki oğlunu partiden ihraç etmesi oldu.

Jokowi ve siyaset

İlgili yazılarda dile getirdiğim üzere, Joko Widodo’nun özellikle Doğu Cava’yı temsil eden kişisel özellikleri, 2005 yılından 2012 yılına kadar yerel yönetimlerde ortaya koyduğu başarılı performans, son döneme kadar ‘yolsuzlukla’ adı anılmayan lider oluşu gibi faktörler Endonezya ulusal siyasetinde onu öne çıkaran faktörlerdi.

Bunları, kanımca ‘iç veya öz faktörler’ olarak adlandırmak mümkün.

Yine, geçmişte Jokowi ile ilgili kaleme aldığım yazılarda, onun siyasi bir ideolog olmadığı, herhangi bir siyasi hareketi yönetecek -bildik anlamda- karizma sahibi olmadığını belirtmiştim.

Bu durumda, Jokowi’yi 2005’de Solo (Surakarta) Belediye Başkanlığı, 2012’de Cakarta Valiliği ve 2014 ve 2019’da devlet başkanlığına taşıyan süreçte -dönemine ve siyasi açılımına göre, PDI-P’nin verdiği desteğin yukarda belirtilen ‘öz/içkarakteristikler’i tamamlayıcılığı olan ‘dış faktörler’ olduğuna kuşku bulunmuyor.

Ulusal siyasetin, farklı ekoller ve farklı aktörler arasında, kıyasıya verilen bir mücadeleye konu olduğu düşünüldüğünde, iç faktörler ile dış faktörler kıyaslamasında, ikincisinin çok daha belirleyiciği olduğu görülecektir.

Bu anlamda, bu yüzyılın ilk çeyreğinde Jokowi’yi, Endonezya ulusal siyasetinde belirli bir yere gelmesinde PDI-P’nin hakkını teslim etmek gerekiyor.

PDI-P’nin söz konusu bu belirleyiciliği bugün, devlet başkanı özelinde gerçekleşmemiş olsa da, parlamentoda çoğunluğu elinde tutmasıyla belirleyici bir siyasi güce sahip olduğu yadsınamaz.

PDI-P bu süreçte, Nisan ayında yapılacak olan parti genel başkanlık seçimlerine konuşlanacaktır.

Ancak, bu süreç partide Jokowi yanlısı olduğu tespit edilecek üyelerin de elimine edilmesini getirecektir.

Kısa bir süre öncesine kadar 77 yaşındaki Megawati’nin siyasetten emekli olacağına dair verdiği bazı imaların artık söz konusu olmadığı ve parti lideri olarak siyasete devam edeceği -mevcuk koşullar dikkate alındığında, makul ve anlamlı gözüküyor.

Parti kongresinden güçlenmiş olarak çıkacak olan Megawati’nin, parlamentodaki gücünü de kullanarak önce Jokowi ve ardından, Prabowo yönetimine yönelik siyasi aktarsiyonlarını artırarak sürdürecektir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/endonezya-siyasetinde-gerilim-ve-degisim-izleri-traces-of-tension-and-change-in-indonesian-politics/

21 Aralık 2024 Cumartesi

Endonezya’da Megawati’den beklenen siyasi hamle / An expected political move from Megawati in Indonesia

Mehmet Özay                                                                                                                            21.12.2024

Megawati’nin partisinde temizlik harekâtı...

Endonezya Mücadeleci Milliyetçi Partisi (Partai Demokrasi Indonesia-Perjuangan, PDI-P), genel yönetim kurulu’nda, 16 Aralık günü alınan kararla, eski başkan Joko Widodo ve iki oğlunu partiden ihraç edildi

Alınan kararın gerekçesi ise gayet açık...

4 Şubat 2024 tarihinde yapılan başkanlık seçimlerinde sabık başkan Joko Widodo’nun, PDI-P yönetiminin açıkladığı başkan adayını yani, Ganjar Pranowo’yu desteklemek yerine, Gerindra başkanı Prabowo Subianto’yu önce sahne arkasından, sonra da açıkça desteklemesi bulunuyor.

Aile temizliği

PDI-P’den yapılana resmi açıklamada, Jokowi ve iki oğlunun parti siyasi etiğine aykırı hareket etmeleri dolayısıyla ihraçlarına karar verildiği belirtiliyor.

PDI-P yönetimi, Jokowi’nin yanı sıra, 4 Şubat başkanlık seçimlerine Prabowo’nun yardımcısı olarak giren ve seçimi kazanan ve şu an devlet başkan yardımcısı görevini yürüten Gibran Rakabuming Raka ile Medan belediye başkan yardımcılığı görevini sürdüren damadı Boby Nasution’u da partiden ihraç etti.

Bir ‘aile temizliği’ gibi gözüken bu durum, son dönemde Endoneya ulusal siyasetinde yaşanan önemli gelişmelerden biri olarak değerlendirilmeyi hak ediyor.

Bu önem hem, 2012’den bu yana yaşanan süreç ile hem de, Suharto’lu yıllara kadar uzanan orta vadeli bir süreci içinde barındırıyor.  

PDI-P’de zamanlama

PDI-P içinde bir parti içi temizlik olarak görülen bu gelişme, Prabowo’nun 20 Ekim’de başkanlık koltuğuna oturmasından ve 27 Kasım’da yapılan yerel seçimlerin ardından yaşanan, en önemli iç siyasi gelişme olarak dikkat çekiyor.

PDI-P başkanı Megawati ile sabık devlet başkanı Jokowi’nin arasının yaklaşık 2022’den bu yana yani, 4 Şubat seçimlerine kadar siyasi gerginliğe konu olduğu biliniyor.

Söz konusu bu gerginlik, bugün Jokowi’nin partiden ihracıyla şimdilik tamamlanmış gözüküyor.

Parti yönetimince yapılan açıklamada, “... İhraç edilen kişilerin yaptıklarından, partinin sorumlu olmadığı” vurgusu gözden kaçırılmaması gereken bir detay gibi duruyor.

Bu noktada, Jokowi’nin başkanlık sürecinin yaklaşık son iyi yılı boyunca önce gizli, ardından açıkça, PDI-P adayı yerine “Büyük Endonezya Koalisyonu”nun başkan adayı olarak gündeme gelen Prabowo Subianto’yu desteklemesinin, pek çok çevre tarafından eleştirildiğini hatırlamak gerekiyor.

Görevi kötüye kullanmak

Bunun yanı sıra, daha dikkat çekici olan, Jokowi’nin seçim kampanyası sürecinde, -başkanlık ve başkan adaylığı seçilme yaşıyla ilgili olarak-, aile fertlerini kayırmaya matuf olacak şekilde, başkanlık statüsünü ve gücünü, “Anayasa Mahkemesi’ne müdahaleye varacak denli gücünü kötüye kullandığı” yönündeki iddiların önümüzdeki dönemde yeniden gündeme geleceğini söyleyebiliriz.

Bu gelişmelerin tuzu biberi olarak, Jokowi’nin kayınbiraderi Anwar Usman, Anayasa Mahkemesi’nde yapılan seçimin ardından, 16 Mart 2023’de başkan Jokowi tarafından , Anayasa Mahkemesi baş yargıcı olarak ataması ve sürecin onun üzerinden yürütülmüş olması da, Jokowi’nin iki yıl öncesine kadar ülke genelinde sahip olduğu ‘temiz, güvenilir siyasetçi’ tanımlamasına kara bir leke olarak görülüyor.

Bu çerçevede, PDI-P’nin 16 Aralık’ta aldığı kararı, bunun resmi bir açıklaması ve kanıtı olarak okunması mümkün.

Anwar Usman’ın yaklaşık bir yıl önce yüksek mahkeme etik komitesi tarafından, aldığı kararlarda görevini kötüye kullanması dolayısıyla açığa alındığını söyleyelim...

Bu anlamda, yukarıda dikkat çektiğim detay yani, “... ihraç edilen kişilerin yanı Jokowi ve iki oğlunun yapıp ettiklerinden PDI-P’nin sorumlu olmaması” önümüzdeki günlerde olası bir mahkeme sürecinin başlamasının ipucunu içinde taşıyor diyebiliriz.

Megawati’nin rolü

Söz konusu ihraç kararlarının alınmasında, PDI-P başkanı Megawati’nin alınan karardaki rolü tartışılmaz...

On yıllardır partinin başında olan Megawati’nin, sabık başkan Jokowi’nin önce 2005 yılında Solo (Surakarta) belediye başkanı ve ardından, 2012’de Cakarta Valiliği ve nihayet, 2014-2024 yıllarını kapsayan, iki dönem devlet başkanlığı koltuğunda oturmasını sağlayan en önemli siyasi olduğunu unutmamak gerekir.

Bu anlamda, Jokowi’yi keşfeden ve önce yerel ve sonrasında ulusal siyasete kazandıran kişinin Megawati olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır.

Bunu söylerken, Jokowi’nin -bugüne kadar yazdığım yazılarda dikkat çektiğim üzere- bir poitikacı olarak Endonezya siyasetine getirdiği yeni bir yaklaşımı yadsıyor değilim.

Ancak, Endonezya gibi siyaseti -içinde ‘kaos’da dahil olmak üzere, pek çok dinamiği ve mekanizmayı içinde barındıran bir ülkede başkent valiliği ve devlet başkanlığı süreçlerinde sadece kişisel meziyetlerin yeterli olmadığı da bilinen bir husus.

Tam da bu noktada, yılların siyasetçisi Megawati’nin, Jokowi’ye ulusal siyasette sağladığı yerin hakkını teslim etmek gerekir.

Cakarta valiliği

PDI-P’nin Jokowi ve iki oğlunun partiden ihracı için niçin bugüne kadar beklediği sorulabilir.

Kanımca, Megawati liderliğindeki PDI-P, elini güçlendirecek bir neden olarak yerel seçim sonuçlarını, özellikle de, Cakarta Valilik seçimlerinin tamamlanmasını bekliyordu.

Cakarta Seçim Komisyonu 9 Aralık’ta yaptığı resmi açıklama ile 27 Kasım yerel seçimini yüzde 50,7 oyla Pramono ve yardımcı adayı Rano Karno’nun kazandığını ilan etti.

Devlet başkanı ve de ‘Büyük Endonezya Hareketi’nin adayı Rıdwan Kamil ve yardımcısı Susono ise yüzde 39.4 oy aldı.

Açıkçası, PDI-P’nin adayının açık ara Cakarta valiliğin ikazanmış olması Megawati’nin eline büyük bir koz vermiş gözüküyor.

Ve, yukarıda dikkat çekilen ihraç kararının alınmasında kanımca, 27 Kasım’da yapılan yerel seçimlerde özellikle, başkent Jakarta Valiliği sonucunun etkisi bulunuyor.

Pramono Anung’un, Megawati’nin 2001-2004 başkanlık döneminde kabinede bakan olarak yer almış bir siyasetçi olması ve Cakarta valilik seçimini kazanması hiç kuşku yok ki, Megawati liderliğindeki PDI-P’nin ulusal siyasetteki öncü rolünü pekiştiren bir faktördür.

Tıpkı 2012’de olduğu gibi...

Önceki yazılarımızdan hatırlanacağı üzere, 2012 yılından bu yana, Cakarta Valiliği, sadece bir yerel seçim ve yerel yönetim alanı olarak anlaşılmıyor.

Bunun ötesinde, valilik kurumu ile devlet başkanlığı arasında önemli bir siyasal bağın kurulmuş olduğu, bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, Cakarta valiliğinin devlet başkanlığı için bir geçiş organı işlevi bulunduğu gözlemleniyor.

Bunun en önemli göstergesi, 2012 yılında, PDI-I’nin adayı olarak Cakarta valisi olarak seçilen Jokowi’nin iki yıl sonra yapılan devlet başkanlığı seçimlerine yine, PDI-P’nin adayı olarak girip kazanması ve bunu, 2019 başkanlık seçimlerinde de tekrar etmesinin rolünü unutmamak gerekir.

Bu süreci yani, valilik ve devlet başkanlığı sürecinin ilişkilendirilmesi eğilimine, 2017-2022 yıllarında Cakarta valiliği yapmış olan Anies Baswedan’ın 4 Şubat seçimlerine devlet başkanı adayı olarak katılmasında da görmek mümkün.

PDI-P’nin Jokowi ve iki oğlunu partiden ihracı ile Megawati ve Jokowi arasındaki siyasi husumetin bittiği anlamına geldiğini söylemek güç.

Önümüzdeki günlerin, hem Jokowi ve iki oğlu kadar ve belki de iktidar için bazı yeni sürpriz gelişmelere açık olduğunu söylemek kehanet sayılmamalıdır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/endonezyada-megawatiden-beklenen-siyasi-hamle-an-expected-political-move-from-megawati-in-indonesia/

18 Aralık 2024 Çarşamba

Trump ve ABD’nin Suriye politikası / Trump and the Syria Policy of the U.S.

Mehmet Özay                                                                                                                            18.12.2024

ABD’de, 5 Kasım seçimleri öncesi ve hemen sonrasında, Donald Trump eksenli yazılarımda dile getirdiğim bir husus vardı.

O da, dünya liderlerinin, “Trumpla mı Trumpsız mı?” iş yapacakları konusuydu. Hatta, bu yazılardan birinin başlığını da, bu oluşturuyordu.

Dünya lideri olmasa da, Ortadoğu ekseninde önemine kuşku olmayan bir liderdi Beşer Esad...

Ya da, ülkesinin jeo-politik öneminin öne çıkarttığı bir liderdi de diyebiliriz onun için.

Bu durum, hem, Suriye’yi hem de, lideri Beşer Esad’ı, ABD nezdinde dikkate alınır bir aktör haline getiriyordu.

Beşer Esad artık yok... Bunda ABD’nin dahli olmadığı yönündeki güçlü gözlemlere ve ifadelere rağmen, olan biteni ABD politikalarından bağımsız görmek pek mümkün değil.

ABD’ye Suriye sürprizi mi?

Kanımca, Trump’ın, daha Beyaz Saray’da başkanlık koltuğuna oturmasına az bir süre kala, dünyanın sorunlu alanların başında gelen Ortadoğu’da Suriye üzerinde gelişen bu önemli hamleye tanık olması önemli.

Trump, Suriye’deki gelişme karşısında, “Bu bizim savaşımız değil. Bırakın ne olursa olsun, karışmayalım” yönünde açıklamasa bulunsa da, Ortadoğu sınırlarını ve de jeo-politiğini değiştireceğine kuşku olmayan Suriye gelişmesi karşısında, önümüzdeki süreçte sessiz kalması mümkün değil.

Bugün olmasa da, yaklaşık bir ay sonra aktif başkanlığı ile birlikte Trump’ın bölgeye ve Suriye’ye dair daha aktif açıklamalarıyla gündeme geleceğini söylemek mümkün.

Bunun ip uçlarını da, Trump’a yakınlığıyla tanınan Cumhuriyetçi senatör Markwayne Mullin’in ABD ulusal güvenliği gibi varlık nedeni bir olguya temasla ifade ettiği, “Ulusal güvenliğimizle ilgili veya ABD’i tehdit eden bir gelişme halinde, müdahalede bulunuruz”, açıklamasında görmek mümkün.

Trump sürpriz yapar (mı?)

Çoğunluk, bugün Trump’ın yaklaşımını dikkate alarak, yukarıda dile getirdiğim yaklaşımla hem fikir olmayabilir...

Ancak, karşımızda Trump gibi küresel gelişmeleri ve bu gelişmelerin, ABD genel politikasıyla ilişkisini okuma eğilimi yüksek bir siyasetçi olduğunu hatırlatmakta yarar var.

Aynı zamanda, Trump’ın deli dolu bir siyasetçi kimliğine sahip olduğuna, 2016-2020 yıllarında tanık olan bizlerin bir iki ay sonra, Trump’ın, ABD’nin Ortadoğu politikaları konusunda neler yapabileceğini tahmin edemeyeceğimizi de hesaba katmak gerekir.

Bunun yanı sıra, Trump, benzerlerinin aksine agresif, ben-merkezci politikalarıyla küresel yapıya yeni bir nizam vereceğinin sinyallerini çoktan vermiş olduğunu da unutmayalım.

Yukarıda dikkat çektiğim yazıma referansla söyleyecek olursam, Beşer Esad’ın Trump’a, “evet veya hayır” diyecek bir şansı dahi olmadı. Yazık...

Doğru, şu an için, Trump’ın gözünün Suriye topraklarında olmadığı kesin. Nihayetinde, Trump’ın büyük hedefi Çin...

Ancak, ara mekanizmalar olarak adlandırılabilecek bölgelerde ve de ülkelerde süreçte, dikkate alınması gereken bir politika yapılaşmasına konu olacaktır.

Suriye, tam da bu alana denk geliyor.

İsrail-İran

Bir diğer husus, Suriye’nin İsrail’e havale edilmiş olmasıdır.

Bu havale, dünyanın herhangi bir yerinde, sıcak çatışmalara girerek, beyhude yere ABD askerlerini ve de parasını kaybetmek istemediğini belirten Trump’ın düşüncesine de gayet uygun.

İsrail’in önünü açacak politikalarla yetinmek öyle gözüküyor ki, şimdilik ABD için ehven bir durum.

Kimi yazarlar, İran’ın hedefe alındığını söylüyor ki, kanımca bu yaklaşımda önemli ölçüde doğruluk payı var.

ABD bu politikasında herhangi bir ciddi değişikliğe gitmez ise, İsrail’in Filistin üzerinde hamilik rolü oynayan İran’a yönelik, geçtiğimiz aylardaki icraatlarının Suriye üzerinde gerçekleşen hamle ile tamamlanma sürecine doğru ilerlediğini söylemek kehanet olmasa gerek.

İran’ın kritik bir konumda olması kadar, ne tür bir politika geliştiriceği hususuda, ABD’nin bölgeye dair politikalarında belirleyici olacaktır.

Evet, buraya kadar, Trump merkezli ABD dış politikasının Ortadoğu’ya ve de özellikle, Suriye’ye bakan tarafında hep ‘pasif’ konumda gördük.

Bu, ABD’nin Ortadoğu politikası için yenilikçi bir duruma tekabül ediyor.

Bu pasifliğin ardında, Trump’ın daha kampanya sürecinden başlayarak, ‘büyük hedefin Çin olduğu’ yönündeki açıklamalarının olduğunu unutmamak gerekir.

İsrail’in, Filistin’e, tabiri caizse nihai bir darbe arzusunda olduğu, son bir yılı aşkın yaşanan gelişmelerle gayet açık ve net ortada.

Bu sürecin en açık destekçileri ise, bir genelleme ile ifade edecek olursak, Arap rejimleri...

Arap Dünyası/Birliği ve/ya İslam gibi faktörler dikkate alındığında, bunun büyük bir çelişki olduğu ortada...

Bu bağlamda, İsrail-Filistin süreçlerden birini, hiç kuşku yok ki,  İran’a yönelik askeri açılım oluşturacaktır...

Bir alternatif görüş olarak...

İran’ı siyasi olarak ikna söz konusu olabilir mi?

Seçenekler arasında yer alabilecek bir görüş olduğu söylenebilir.

Ancak, bu ihtimal, İran’ın varlık nedeni ile doğrudan çelişmesi nedeniyle hayata geçirilebilirliği şimdilik mümkün gözükmüyor.

Suriye’deki gelişmenin ABD’de Trump’ı rahatsız etmediği gözlemleniyor.

Bu rahatlık, Trump’ın ikinci başkanlık döneminde -kaldığı yerden- “Önce Amerika” politikasına vereceğiyle bağlantılı bir yanı bulunuyor.

Bu durum, ABD’nin Ortadoğu ve de Suriye jeo-politiğinden uzaklaştığı anlamına gelmiyor. Böyle bir düşünceye kapılmak, bölgedeki tüm aktörler için sürprizlerle dolu gelişmeler anlamına gelebilir.

Trump, 20 Ocak’ta başlayacak başkanlık süreciyle birlikte, önce küresel güç merkezlerini oluşturan rakiplerinin, ortaya koyacağı taleplere nasıl cevap vereceklerini bekleyecektir.

Ardından, “Önce Amerika” politikasına uygun adımları ya barışcıl veya barışı paranteze alan politikalarla küresel nizami tesise başlayacaktır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/trump-ve-abdnin-suriye-politikasi-trump-and-the-syria-policy-of-the-u-s/