21 Ekim 2023 Cumartesi

Sömürgecilik bağlamında Filistin sorunu ve dünya toplumu / The Issue of Palestine and world community in the context of colonialism

Mehmet Özay                                                                                                                            22.10.2023

Filistin konusunun, sadece Müslüman toplumlar için değil, tüm dünya toplumları için önem taşıyor.

Bu önem, geçmişte kaldığı düşünülen sömürgecilik sürecinin aslında, tam da bugün, tüm dünyanın gözü önünde nasıl devam ettirildiğini ortaya koymasıyla dikkat çekiyor.

Söz konusu sömürgecilik olgusu bir yandan, sömürgeci yönetimler ve bu ülkelerin kendi halkları ile özellikle, sömürge yönetimlerine konu olan Müslüman toplumlar arasındaki ilişkinin yeniden hatırlanmasını ve yeniden anlamlandırılmasını gerektiriyor.

2. Dünya Savaşı öncesinde Müslüman toplumların kahir ekseriyetinin yaşam sürdüğü topraklarda, sömürgecilik süreçlerinde olan bitene göz atmak bize bugün, büyük ölçüde İsrail işgaline konu olan Filistin topraklarında neler olup bittiğini anlamamıza imkân tanıyacaktır.

Böylesi bir girişim, aynı zamanda dünya toplumlarının özellikle de, bir yüzyıl öncesinin sömürgeci güçlerini oluşturan Batılı ülkelerde, -sadece yönetimlerin ve siyasal çevrelerin değil- bu ülke toplumlarının da gizli/açık sessizlik sürecinde oluşlarını da açıklamaya elvereceği kanaatindeyim.

Bu çerçevede, iki soruyu gündeme getirmek mümkün.

İlki, biz -aşağıda değineceğim üzere-, Batı Avrupa’da siyasi ve endüstriyel çekişmenin ekonomik temellerini oluşturan sömürge topraklarında olan biteni ne kadar anlayabildik ve bu konuda ne tür fikirler üretebiliyoruz?

İkinicisi, Filistin topraklarında, bugün yaşanmakta olanların sadece, “19. yüzyıl sonlarında kendilerine yaşam olanağı sağlayacak bir toprak parçası arayışındaki bir grup idealist Yahudi’nin girişimi olarak kabul etmek mümkün mü?”

Yahudi diasporası ve yurt edinme çabası

Nihayetinde Yahudi’lerin başta, Avrupa’nın doğusunda ve batısındaki devletler olmak üzere, şu veya bu ölçekte, dünyanın farklı bölgelerine yayılmış olmaları ile kendilerine toprak parçası bulma niyeti ve amacı arasında doğrudan bir ilişki olduğuna kuşku yok.

Ve bu ilişkinin odak noktasını da, yüzyıllar boyunca süren göçebe toplum olma koşulları ve bu durumu, ‘İnanç temeline’ dayalı olarak somut bir gerçekliğe aktarma / bağlama hedefi oluşturuyor.

Yukarıda dikkat çekilen 19. yüzyıl şartları bize, dönemin Batı Avrupalı ‘teknolojik’ ve ‘endüstriyel’ anlamda gelişmiş uluslarının, kendi aralarında devam eden ekonomik ve askeri rekabetleri ile bu anlamda sömürgecilik sürecini, ‘yüksek sömürgecilik’ sürecine taşımaları arasında bir bağ olduğunu düşünüyorum.

Sömürgeciliğin, 15. yüzyılın son birkaç yılından itibaren, Portekizliler ve İspanyolların teşebbüsleriyle gündeme geldiğini biliyoruz.

Ancak, 19. yüzyıl ikinci yarısında bu iki ülkenin artık pek de esamesi okunmazken, küresel sömürgecilik ile Avrupa’da rekabet süreçlerini belirleyenler başta İngilizler, Hollandalılar ve Fransızlar’dı.

Bunlara Rusları da eklemek mümkünse de, Ruslar ‘sıcak denizler’ yerine, -gerçekte buna teşebbüs etmiş olsalar da muktedir olamadıklarından-, daha çok kendi bölgelerinde ve Orta Asya topraklarında sömürgecilik sürecinde yer alıyordu.

Farklılaşan sömürgecilik dönemi: ‘Yüksek sömürgecilik’

1870’den itibaren, Batı Avrupalı uluslar arasındaki mücadeleye Almanya’nın katılması hiç kuşku yok ki, yeni bir sürecin gelişmekte olduğunu ortaya koyuyordu. Bu süreci, yukarıda dile getirdiğim üzere, ‘yüksek sömürgecilik’ olarak adlandırmak mümkün.

Almanlar’ın “Hangi koşullarda ve niçin sömürgecilik sürecine dahil olduğu?” sorgulanmaya değerdir...

Avrupa’daki siyasi ve ekonomik gelişmeleri detaylarıyla okuyan bir sosyolog olan Max Weber’in dahi, gizli/açık bir Alman sömürgeciliğine yatkınlığı bize dönemin, tarihin önemli bir dönüm noktası olduğunu gösteriyor.

Bu noktada, Almanların geri kalamayacağı bu süreci başlatan, iki temel unsura dikkat çekmek gerekir.

İlki, gecikmiş Alman birliğinin, 1870’de Fransa ile yapılan savaşın kazanılmasıyla ortaya konulmaya başlanmasıdır.

İkincisi ise, yazının ilgili yerinde değindiğim üzere, Süveyş Kanalı’nın açılmasıyla artık özellikle, İngiliz ve Hollanda sömürgeciliğinin okyanus aşırı boyutunun, yüzyıllarca önemli mücadelelere konu olmuş Akdeniz’e yeniden dönüşü anlamına geliyordu.

Bu durum kaçınılmaz olarak, Akdeniz coğrafyasının ve bu coğrafya üzerinde önemli birkaç kilit noktasının yeniden güncellenen öneminin ortaya çıkışı, bize tam da Yahudi diasporasının bu dönemde, bir yandan kendi ‘milli/dini’ emelleri, öte yandan özellikle, İngilizlerin tüm bölge üzerinde siyasal ve teritoryal tasarımları için uygun bir sürecin gelişmesine imkân tanıyordu.

Bu noktada, sömürgecilik süreçlerindeki paylaşım süreçlerinin ve gerek, dönemin Ortadoğu coğrafyasına gerekse, tüm sömürge toprakları bağlamında küresel plânda ortaya konulmakta olan yeni tasarımlarla, Yahudilerin toprak parçası arayışlarının örtüştüğünü düşünüyorum.

Müslüman toplumlar ve sömürgecilik

Bu noktada, 19. yüzyılda özellikle, yüzyılın ikinci yarısında Müslüman toplumların dünyanın batısından doğusuna yani, Fas’tan Malay Takımadalar’ına kadar yaşam sürdüğü topraklarda neler olup bittiğini çok iyi anlamak gerekiyor.

Kuzey Afrika sahil şeridinden Ortadoğu’da dönemin kilit bölgesi Mısır üzerinde Fransa ve İngilizlerin hedefleri ve bu aynı bölge üzerinde, Almanların gecikmiş emellerini harekete geçiren gelişmeler bize, Müslüman toplumlar ile üzerinde yaşam sürdükleri toprakların artık kendilerinden bağımsız bir sürece yöneldiğini açıkça gösteriyor.

Batı Avrupa uluslarının, -büyük ölçüde sömürgecilikten beslenen-, kendi ekonomik gelişmişliklerinin ve bunun en önemli göstergelerinden biri olarak, askeri yapılanlamaları arasında bir döngünün (cycle) hasıl olduğu ve bunun gayet işlevsel bir şekilde birbirini beslediğine kuşku yok. 

Bunun ötesinde, diğer ülkeler bir yana, bu üç ülkenin yani İngiltere, Fransa ve -gecikmiş de olsa- Almanya’nın Mısır üzerinden ne elde etmek istediklerini iyi anlamak gerekiyor.

Bu ülkelerin, gerek askeri gerekse siyasi girişimleriyle Mısır’da hakimiyet veya en azından kayda değer bir nüfuz kurma teşebbüslerinin ardında, dönemin küresel ekonomisinde belirleyici olan Doğu’daki sömürge topraklarının ekonomik kaynaklarına erişim ve bunların Avrupa topraklarına ya maddi olarak veya finans olarak -ya da her ikisi birden- dönüşünün sağlanmasıdır.

Süveyş’in belirleyiciliği

Mısır’ı ve Akdeniz’i tarihin 19. yüzyıl son çeyreğine girilirken yeniden güncellenmesini sağlayanın Süvey Kanalı olduğunu ve bu kanalın Doğu’daki tüm sömürge topraklarını Avrupa’ya bağlayan anathar bir işlev gördüğünü unutmamak gerekir.

Kısaca hatırlatmakta yarar var...

Burada ‘Doğu’ derken kastımız, İngilizlerin Hint Alt Kıtası, Malaya, Myanmar, Hong Kong ve Güney Çin sahillerine kadar uzanan boyutu ile İngiliz sömürge ekonomisine doğrudan bağlantılı Hollanda’nın Takımadalar’daki varlığına gönderme yapıyoruz.

Bu çerçevede, Mısır üzerinde ortaya çıkan Batı Avrupa ülkeleri arasındaki rekabeti daha da kızıştıranın, 1869 yılında Süveyş Kanalı’nın açılması olması hiç kuşk yok ki, gayet önemli bir dönüm noktasıdır.

Almanya’nın girişimi

O döneme kadar, okyanus şartlarına adapte edilmiş ticaret ve askeri filolarıyla Afrika kıtasını dolaşarak Hind Okyanusu’nu çevreleyen toprakların zenginliklerine erişen İngiltere, Hollanda ve Fransa’nın varlığına rağmen, Almanya’nın bu süreçte yer almadığı görülür.

Ancak, Süveyş Kanalı’nın açılması, Batı Avrupa rekabetine Almanya’nın katılımını bir anlamda zorunlu kıldığı gibi, sürece kendi siyasi ve teritoryal varlığını koruma endişesini giderek güçlü bir şekilde hisseden Osmanlı Devleti’nin de bir şekilde adapte olduğunu söylemek mümkün.

Bunun en görünür yanını ise 2. Abdülhamit döneminde Almanlarla kurulan yakın ittifak ve bu ittifakın, 2. Abdülhamit sonrası dönemi sona erdiren İttihat ve Terâkki Hükümeti’nin 1. Dünya Savaşı’nda güncellenerek geliştirmiş olmasıdır.

Gerçekte, bu süreçte Osmanlı Devleti’ni birincil aktör olarak görmek yerine belki de, Almanya ile kurulan ittifakın bir gereği ve uzantısı olarak varlığını anlamlandırmak gerekiyor.

Bununla birlikte, teritoryal olarak Osmanlı egemenlik sahasında yer alan Filistin topraklarına yönelik Yahudi siyasi elitinin ilgisinin aynı dönemde ortaya çıkışı ile özellikle, İngilizlerin bölge üzerinde geliştirmekte oldukları siyaset arasındaki bağı göz ardı etmemek gerekir.

Bugün Ortadoğu’nun göbeğinde yaşanan insanlık dramına konu olan toplumun yani, Filistinlilerin kahir ekseriyetinin Müslüman oluşu ve bu toplumun yaşam sürdüğü -Kudüs şehri başta olmak üzere tüm bölgenin- tarihsel olarak Müslüman yerleşimlerin çoğunlukta olduğu mekânlar olmasını ve yaşanan değişimleri doğru anlamak gerekiyor.

Öyle ki, bu bölgenin görece kısa sürede, Batı Avrupalı sömürgeci devletlerin girişimlerinin de içinde olduğu süreçte Yahudilerin hakimiyetine geçmesi sıradan bir hadise değil, 19. yüzyıl ikinci yarısında şekillenmekte olan dünyanın doğrudan bir parçası olmasıyla ilintilidir.

Tüm bu olan bitenlerin Müslümanlar için ne anlama geldiğini bir başka yazıda ele alacağım.

https://guneydoguasyacalismalari.com/somurgecilik-baglaminda-filistin-sorunu-ve-dunya-toplumu-the-issue-of-palestine-and-world-community-in-the-context-of-colonialism/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder