17 Eylül 2023 Pazar

Osmanlı-Malay ilişkilerine dair var olan öneriler ve sonuçlarına dair / Existing suggestions and consequences regarding the Ottoman-Malay relations

Mehmet Özay                                                                                                                            17.09.2023


“Osmanlı ve geniş Malay dünyası ilişkilerini nasıl anlamalıyız?” sorusunun, Türkiye’de karşılık bulmaya başlaması genel itibarıyla, 26 Aralık 2004 yılında Hint Okyanusu’nda meydana gelen tsunamiden sonra olduğu konusunda herhangi bir tereddüt bulunmamaktadır. Bu konuda, derli toplu bir şekilde akademik bir çalışmayı ilerleyen dönemde gündeme getireceğimizi belirtmek isterim...

Bu yüzyılın ilk çeyreğinde Türkiye’deki gelişmelerden bağımsız olmakla birlikte, Osmanlı Devleti’nin dış ilişkileri bağlamını temel alacak şekilde, Malay dünyasını Hint Okyanusu’na eklemleyerek uluslararası platformda gayet önemli bir akademik çabanın ortaya konulması bu sürece tekabül ediyor... Bu konuda, gerek başta Anthony Reid olmak üzere, çeşitli bilim ve akademi çevrelerinin ortaya koydukları çalışmalar kanıt hükmündedir.

Reid’in bu konuda zaten gayet donanımlı olduğunu, içinde Osmanlı-Açe ilişkileri de olacak şekilde kalame aldığı onlarca çalışması ile tsunamiden birkaç yıl önce, Açeli entellektüel, akademisyenlerle Açe Enstitüsü (Aceh Institute-AI) adlı bir oluşumu hayata geçirdiğini fark ettiğimizde öğrenmiş oluruz.

2007 yılında, Açe’de ilki düzenlenen Uluslararası Açe ve Hint Okyanusu Çalışmaları Konferansı (International Conference of Aceh and Indian Ocean Studies-ICAIOS) ile bu sürece şu ya da bu şekilde eklemlenen, bu sürecin tetiklediği çeşitli akademik faaliyetler bugüne kadar sürmüş ve sürmeye devam ediyor.[1]

Biz bir şey yaptık mı?

Yanılmıyorsam, 2011 yılında kaleme aldığımız bir yazıda Türkiye’de herhangi bir yüksek öğretim kurumunda “Niçin Malay dünyası çalışmaları merkezi” olmadığını ve hatta açılmadığını sorgulamış ve bunu bir öneri olarak gündeme taşımıştık.

Bu yazıdan, yaklaşık beş yıl sonra, Maleyza’dan gelen ‘akademik bir teklifle’ hem Malezya Uluslararası İslam Üniversitesi (International Islamic University Malaysia IIUM)[2] ve Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi’nde aynı adla bir enstitünün kurulmasına karar verilmiş ve süreç hayata geçirilmişti...[3] Sürecin önemli aşamalarında yer aldığını düşündüğüm Serdar Demirel Hoca’yı sergilediği çabalar dolayısıyla tebrik etmek gerekir.

Sürecin bu başlangıç hali bile bize, Türkiye’de Hint Okyanusu ve geniş Malay dünyası çalışmalarına bakışın maalesef (ya da çok şükür) “içerden” değil, “dışardan bir teklifle” yapılabileceğini göstermesi bakımından dikkat çekicidir. Kuala Lumpur ve İstanbul’da organize edilen iki açılış konferansına katılmamızla, kimlerin ne tür bir ilgiyle bu süreçte yer aldıkları veya almadıklarını da yakından gözlemleme imkânı bulmuştuk...

Sürecin işlemesi bağlamında

28 Haziran 2018 tarihinde, bazı hocalarımızla istişare sonucu, Fatih Sultan Mehmed Vakıf Üniversitesi bünyesindeki ‘Osmanlı-Malay Çalışmaları Uygulama ve Araştırma Merkezi’nin aktif bir hale getirilmesi ve olası yakın dönem çalışmalara yön vermesi amacıyla düzenlediğimiz “Hint Okyanusu ve Malay Dünyası Çalışmaları Çalıştayı”na, bölgeyle doğrudan ilgili akademisyenlerin yanı sıra, genelde Güneydoğu Asya ve özelde geniş Malay dünyasını içine alan ülkelerde faaliyetleri olan kurum temsilcilerini davet etmiştik.[4]

Bu kurumlar arasında Cumhurbaşkanlığı, Dışişleri Bakanlığı ile ilgili bakanlıklara bağlı ve sahada faaliyetleri olan kurum temsilcilerini de davet etmiştik.

Davete icabet etmeyen tek kurum, anlaşıl/a/mayan bir nedenle Milli Eğitim Bakanlığı olmuştu...

İlginçtir, bu kurumun bölge çalışmaları projesi çerçevesinde Güneydoğu Asya’ya ve/ya geniş Malay dünyasına öğrenci göndermesine rağmen, içeriği gayet bilimsel olan bir etkinlikte yer almak istememesi üzerinde gayet önemle durulması gereken bir konudur.

Öğrenci sorgulamasında haklılık

Burada şaşırtıcı bir diğer durum ise, söz konusu çalıştay sürecinden bir şekilde haberdar olan bölgedeki bir öğrenciden aldığım e-postada, “kendilerinin niçin bu etkinliğe davet edilmediklerini” sorguluyordu.

Kendisine verdiğim cevapta, bu etkinliğin akademisyenler ve ilgili kurum temsilcileri ile sınırlı olduğu; yakın gelecekte bölgede yüksek lisans ve doktoralarını tamamlamış, yüksek lisans ve doktora çalışmalarını sürdürmekte olan öğrenci arkadaşlarımızla benzeri çalıştayları yapmayı zaten plânladığımız söyleyerek gayet net ve açık bir karşılık vermiştim.

“Buradaki şaşırtıcılık nedir?” diye soracak olursak, ilgili bölge çalışmalarına karar vermiş ve Türkiye’den öğrencileri bölgeye gönderen kurumun ilgili akademik faaliyete iştirak etmemesine karşılık, bu kurumun bölgeye gönderdiği bir öğrencinin böylesi bir akademik ilgi ve alakayı ortaya koyabilmiş olmasıdır.

Çalıştayı bir ‘öneme’ atfetmek

Yukarıda dikkat çektiğim çalıştayı, salt bireysel ve/ya kurumsal düzeyde bir etkinlik olarak düşünmek yerine, bunun ötesinde anlamlar ve hedefler içeren bir teşebbüs olarak kabul etmek gerekirdi.

Nihayetinde, o dönem bu öngörülebilir rasyonel hedefleri dikkate alarak başlattığımız ve devamını öngördüğümüz bu Çalıştay’ın ne ikincisi yapılabildi, ne de tüm katılımcıların görüşlerinin hasılası olan hedeflerle ilgili bir adım atılabildi. Bu hususa, ilerleyen günlerdeki yazılarda değineceğim...

Bu örnek, bize Osmanlı dünyası çalışmalarının Hint Okyanusu ve özellikle de, geniş Malay dünyasıyla ilgili ilgi, alâka, özen ile bunların birarada ele alınacağı bilimsel ve akademik çalışmalara yönelik eğilimlerin kısırlığına ve plânlanamazlığına gönderme yapması açısından dikkat çekicidir. Bu çerçevede, bizatihi bu durum bile akademik çalışmalara örnek teşkil etmesi bağlamında önem taşıyor.

Söz konusu ilgi ve bilimsel yaklaşım kısırlığına ve plânsızlığına dahi işin en başında tanık olmakla, sürecin nasıl işletilebileceğine dair endişelerimiz ortaya çıkmaya başlamıştı.

Ancak, tıpkı geniş Malay dünyası çerçevesinde arzu ve istekle ve sürdürülebilir bir şekilde ortaya koyduğumuz çalışmalarda olduğu gibi, Türkiye’de bulunduğumuz birkaç yıllık süre zarfında bu konuda ülkede adına akademisyen, bilim adamı denilen çevrelerle ileşitimizi de bu bağlamda sürdürmekten geri kalmamıştık.

Bu noktada, örneğin, çalıştay önerisini götürdüğüm ve nihai karar mercii konumunda olan üst düzey yetkiliye, geniş Malay dünyasının öneminin Hint Okyanusu olmadan anlaşılamayacağını ve bu çerçevede, önerdiğimiz çalıştayı bu alanda akademik çalışmalara ve araştırmalara ömrünü vermiş bir ismin adını anarak veya onu bizatihi baş konuşmacı olarak davet ederek sürece önemli bir giriş yapılabileceğini söylemiştik.

Hint Okyanusu çalışmalarına ömrünü adamış olan hocamız, Kıymetli Prof. Dr. Salih Özbaran’dı... Söz konusu üst düzey yetkili, ne tür bir önyargıyla hareket ettiyse, bu görüşü yadsımış, dikkate almamış ve öneriyi geri çevirmişti.

Bu tekil hadisenin, bize göstermekte olduğu bir gerçeklik olmalı...

O da, Türkiye’de akademi ve entellektüel denilen çevrelerde halen mevcut olan önyargı enflasyonudur.

Kendi “akademik cemaatinden” olmayan kişileri, yazarları, akademisyenleri, entellektüelleri bir çırpıda eleme konusunda mahir bir yapının varlığı genel itibarıyla, ‘Yüksek Öğretim ve Entellektüel Yapı’da var olan kısırlığa işaret ediyor.

Bu çerçevede, herhalde hak, adalet, akademik etik, profesyonellik, meritokrasi vb. gibi kavramları bir kenara atmak gerekiyor...

Hint Okyanusu bağlamı

Salih Özbaran’ı siyasi ve ideolojik temellerle değerlendirme yanlışına düşen söz konusu üst düzey yetkilinin aslında, Salih Özbaran’ı birkaç açıdan değerlendirmesi beklenirdi.

Bunlardan ilki, Osmanlı-Malay Dünyası çalışmaları’na nereden nasıl başlanması sorusuna cevap vermeye doğrudan, birinci elden gayret gösteren ismin merhum Cengiz Orhonlu olduğunu bilmesiydi.

İkincisi, Orhonlu’nun önerisiyle Salih Özbaran’ın doktora çalışmasını Portekiz kaynakları üzerinden Hint Okyanusu bağlamında gerçekleştirdiği bilgisine sahip olmasıydı. Orhonlu-Özbaran bağlamında ortaya çıkan bu hoca-öğrenci ikilisinin, Türkiye Cumhuriyeti akademi dünyasını ve kamuoyunu Hint Okyanusu’yla ve bu devasa deniz bağlamındaki ilişkilerle yeniden tanıştırma çabası sergilediklerini dikkatle ele almak gerekirdi.

Bu iki temel kriter içerisinde yer alan söz konusu iki anahtar ismin yani Orhonlu ve Özbaran’a, Türkiye Cumhuriyeti akademi camiasında Osmanlı Devleti varlığını klasik kara ve kapalı denizler yani, Karadeniz ve Akdeniz sınırları ötesine taşıma konusunda akademik cesaret ve ilgilerine hak edilen önemin verilmesi gerekirdi.

Bunun ötesinde, Özbaran’ın bir “hikâyeci/anlatıcı tarihçi” formunun dışına çıkarak, dönemin mevcut verilerini eleştirel bir yaklaşımla ele alması kadar, genel itibarıyla tarih alanını metodolojik bağlamlarıyla ele alınmasını öncelleyen ve tarih düşüncesi perspektifini ortaya koyan çalışmaları olduğunu da görmek ve anlamak gerekirdi.[5]

Tüm bu ve benzeri hususlar dikkate alınıdığında, Özbaran’ın katılacağı ve bir anlamda öncülük edeceği çalıştay’ın bizi, 1960’lı yıllarda başlatılan süreçle birleştirecek o dönemin koşullarında ulaşılan verileri, eserleri, başarıları veya veri eksiklikleri, başarısızlıkları ile yüzleşmemize ve bu anlamda, gayet verimli bir tartışma ve düşünce ortamının doğmasına imkân tanıyacaktı.

Bu vesileyle, ön hazırlık noktasında kıymetli Özbaran’ı 2018 yılında İzmir’de ziyaret etme imkânı bulmuş ve eserlerinden tanıdığım ve sürekli atıflarda bulunduğum bu duayen hocayla yüzyüze görüşebilme imkânını bulmuştum.

İlerlemiş yaşına rağmen, gayet dinç olan Özbaran Hoca, maalesef artık akademik çalışmalarla pek de ilgilenmediğini gündeme getirmiş ve “bu görevi artık siz gençler yürütürsünüz”demişti. Anthony Reid ile aşağı yukarı aynı yaşlardaki Özbaran Hoca’nın tahmin ettiğim bazı nedenlerle akademi dünyasına ya da Hint Okyanusu gibi geniş bir coğrafya üzerindeki çalışmalara küskün olduğunu söylersem yanılmış olur muyum?

Reid’le yazışmalarımız ve görüşmelerimiz devam ederken, Özbaran Hoca’yla bir tek görüşme ile sonlanan görüşmemiz; Reid’in bugün dahi yaşlılığın elverdiği koşullar sınırlılığında akademik çalışmalarına devam ederken, Özbaran Hoca’nın bu sürece nokta koymuş olması sadece bireysel karar süreçleriyle anlaşılabilecek bir husus olduğunu düşünemeyiz.

Bunda sorumluluğun, her iki coğrafyadaki akademik yönetim birimlerinin, iletişim süreçlerinin, teşviklerin ve kararlılıkların olup olmamasıyla doğrudan bir ilgisi olduğuna şüphe bulunmuyor.



[1] 9. ICAIOS, 23-24 Ağustos 2023 tarihlerinde Banda Açe’de, “Islamic History and Heritage: Remembering the Past, Remaking the Future”, başlığıyla gerçekleştirildi. Konferansa, “Koeli Kontrak and Systemic Changes Inquiries: An Advocacy of Mohd. Said against Dutch Capitalist Economy” başlıklı makalemizle iştirak ettik.

[2] https://guneydoguasyacalismalari.blogspot.com/2015/10/malay-dunyas-ve-osmanl-calsmalar.html

[3] https://guneydoguasyacalismalari.blogspot.com/2016/04/istanbulda-malay-osmanl-arastrmalar.html

[4]https://guneydoguasyacalismalari.blogspot.com/search?q=Malay+d%C3%BCnyas%C4%B1+ara%C5%9Ft%C4%B1rmalar%C4%B1

[5] https://guneydoguasyacalismalari.blogspot.com/search?q=%C3%96zbaran

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder