12 Nisan 2022 Salı

Almanya’nın Doğu Avrupa krizindeki açmazı / Dilemma of German policies in the crisis of the Eastern Europe

Mehmet Özay                                                                                                                            12.04.2022

Doğu Avrupa’da yaşanmakta olan kriz karşısında bir yandan, Avrupa Birliği (AB) içinde Fransa-Almanya çekişmesine konu olduğu söylenebilecek söylem ve icraatlar, öte yandan Atlantik ötesi ilişkilere ağırlık veren İngiltere’nin, Kıta Avrupası’yla ayrışan tutumu, Batı Avrupa’dan Doğu Avrupa krizine yaklaşımlarda farklı boyutların hakim olduğunu gösteriyor.

Her ne kadar, Rusya’nın Ukrayna topraklarını istilasının, Orta Avrupa ve hatta Batı Avrupa topraklarına sıçramaması için yapılan tüm çabalar, bugüne kadar ‘başarılı’ olduğu söylense de, sorunun kasıtlı olarak sadece, Ukrayna topraklarında kabul edildiği şeklinde bir algının oluşmasına da neden oluyor.

Söz konusu bu durum, AB ve genel itibarıyla Batı’da siyasal ahlâkın geldiği noktayı göstermesi bakımından da gayet önemli olduğunu ifade etmekte yarar var.

Bu noktada, Doğu Avrupa’da krizi en çok hisseden Avrupa Birliği (AB) bünyesinde özellikle Almanya’nın, bu gelişme karşısında ortaya koymaya çalıştığı politikalar bütünlükten yoksun ve hatta çelişkileriyle dikkat çekiyor.

Ukrayna’ya askeri destek

ABD öncülüğündeki NATO güçleri doğrudan savaş sahasında yer almasa da, Ukrayna savunması için gerekli en azından bazı askeri mühimmat ve malzemenin ulaştırıldığı bir sır değil.

Bu gelişme, Ukrayna savunma güçlerinin Rusya saldırısını yer yer püskürtmesi geriletmesini sağlasa da, Putin liderliğinde Rusya’nın adına barış görüşmeleri denilen süreçleri Batı’nın arzu ettiği bir yöne kanalize etmeyeceği de ortada.

Savaş meydanını, Avrupa sınırları içerisinde 2. Dünya Savaşı dönemini andıran görüntüler kaplarken, hiç kuşku yok ki, en fazla sivillere yönelik katliam görüntüleri ve söylemleri dikkat çekiyor.

Tüm bunlar olurken bir yandan İngiltere, öte yandan Almanya’dan Ukrayna’ya destek ve görüşme talepleri birbiri ardına geliyor.

Bu durum, Batı Avrupa’nın Rusya işgali karşısında Ukrayna’nın yanında olduğu söylemini siyasetçilerce fiiliyata taşıma amacı taşırken, aslında ortada hâlâ bölünmüş bir Avrupa görüntüsünün olduğunu da gözler önüne seriyor.

İngiltere’nin görünürlüğü

İngiltere’nin AB üyeliğinden çıkmasıyla kendini daha çok Atlantik ötesi yani, Kuzey Amerika ile özdeşleştiren bir politika evrenine yönelirken, AB içerisinde var olduğu ileri sürülen birlik ruhunun liderliğin Fransa mı yoksa, Almanya mı tarafından sürdürüleceği konusu da bir o kadar sorunlu bir hâl almış gözüküyor.

İngiltere başbakanı Borris Johnson’un Ukrayna başbakanı Volodymry Zelenskiy’le Kiev caddelerinde yan yana görüntüleri, Rusya’ya karşı meydan okuyuş ve cesaret anlamı taşıyordu.

 Bu duruşun, İngiltere’nin Atlantik ittifakı yani, NATO bünyesindeki yerini ortaya koyan sembolik bir yanı olduğuna kuşku yok.

Kıta Avrupası’nda liderlik sorunu

Doğu Avrupa’daki kriz çerçevesinde Fransa ve Almanya’nın duruşuna kısaca bakmakta yarar var.

Fransa başkan Emmanuel Macron bu yılın başlarında Rusya Devlet başkanı Vladimir Putin’le krizin savaşa evrilmemesi çabası doğrultusunda yüz yüze görüşmesinden olumlu bir sonuç çıkmamıştı.

Öte yandan, bir süredir başkanlık seçimleri dolayısıyla Macron’un ulusal siyasete dönüşü ve seçim kampanyasıyla meşguliyeti, Fransa’nın Doğu Avrupa politikasını duraksattığına kuşku yok.

Almanya’da benzer bir seçim sürecinin ardından, iktidara gelen sosyalist hükümet ise, Avrupa’da siyasal birlik sağlanmasına yönelik öngörülerin pek de gerçekleştirilemediğini ortaya koyuyor.  

Alman Cumhurbaşkanı’na rest

Almanya Cumhurbaşkanı Frank-Walter Steinmeier’ın, 12 Nisan’da Polanya’ya yaptığı resmi ziyaretin ardından, Kiev’e geçerek Ukrayna başbakanı ile görüşme talebi bizzat Volodymyr Zelensky tarafından geri çevrildi.

Dışişleri bakanlığı döneminde Rusya yanlısı politikaların kurgulayıcısı olduğu belirtilen ve Rusya’nın Ukrayna’yı istilası öncesinde de, Rusya’ya yönelik yumuşak politikalarıyla bilinen Steinmeier’in Doğu Avrupa’daki gelişmelere Ukrayna lehine bir katkısı olmayacağı düşünülmüş olmalı.

Yukarıda dikkat çekildiği üzere, Alman Cumhurbaşkanı’nın siyasi girişiminin akamete uğraması, iki açıdan dikkat çekici gözüküyor.

İlki, bu ziyaretin sanki bütün bir AB’yi temsil kabiliyetindeymiş gibi sunulmasıydı. İkincisi ve belki de daha makul olanı ise, Almanya öncülüğünde Polanya ve üç Baltık ülkesi devlet başkanlarının da katılımının gerçekleşmemesi anlamına gelmesidir.

Bu durum, hiç kuşku yok ki, Almanya’nın potansiyel olarak Rusya’nın tehdidi altında bulunan, söz konusu bu dört ülkeye yönelik, üstlendiği söylenebilecek siyasi hamilik rolünün de zedelenmesi anlamına geliyor.

Sosyalist iktidar ve söylem farklılaşması

Almanya’nın Doğu Avrupa krizine yönelik politikalarında iktidardaki ağırlıklı olarak sosyalist şemsiyesi altında kabul edilebilecek yapıda da, ciddi bir ayrışmanın olması hiç kuşku yok ki, genel itibarıyla Almanya’yı AB içinde giderek güçsüz bir konuma ittiğini söylemek mümkün.

Bu noktada, Dışişleri bakanı ve Yeşiller Partisi’nin feminist lideri Annalena Baerbock hafta başında, Batılı ülkelerin Ukrayna’ya vermeyi vaat ettiği askeri mühimmatın bir an önce sevk edilmesi konusundaki çıkışı aslında öncelikle kendi başbakanını (Chancellor) Olaf Scholz’u gizli/açık hedef alan açıklamaydı.

Rusya’nın savaşta sivilleri de doğrudan hedef almaya başlamasının ardından, Dışişleri bakanı Baerbock’un gündeme getirdiği, “Ukrayna daha çok askeri malzemeye ihtiyaç duyuyor, özellikle de ağır silahlara” vurgusu, henüz bu tür mühimmatın Ukrayna’ya sevkiyatı için onay vermeyen Scholz’a yönelik bir eleştiri olduğuna kuşku yok.

Şansöyle Scholz’u bu yönde adım atamamış olması, Almanya siyasetini aşan ve AB bünyesinde değerlendirilmesi gereken bir boyuta sahip. Scholz,  bir anlamda savunmacı bir üslup takınarak, konuyla ilgili olarak, “müttefiklerimizle aynı konumda olmalıyız” söylemi, AB içerisinde henüz Ukrayna savunmasını güçlendirmeye yönelik ağır askeri yardımın gerçekleştirilmesi konusunda bir konsensüsün oluşmadığını ortaya koyuyor.

Bu noktada, Almanya Şansöylesi’nin tek başına Rusya karşısına çıkarak hedef olmak istemediği gayet açık.

Almanya’dan çelişkili politika önerileri

Yukarıda dikkat çekilen gelişmeler, Almanya’nın bugünlerde Doğu Avrupa diplomasisinde ortaya koyduğu durum, birbiri ardına gelen çelişkiler olarak dikkat çekiyor.

Almanya’da sosyalist iktidar kurulur kurulmaz karşı karşıya kaldığı Doğu Avrupa krizinde ilk adım, Yeşiller Partisi genel başkanı ve kabinede Dışişleri Bakanı koltuğunu işgal eden Annalena Baerbock, Ocak ayı ortalarında Rusya’nın tecrübeli dışişleri bakanı Sergei Lavrov ile Moskova’da yaptığı görüşmede, Ukrayna’nın toprak bütünlüğü konusunda asla taviz vermeyeceğini ve bağımsız ulus-devletlerin istedikleri blokta yer alma hakkına sahip olduklarını dile getirmiştir.

Lavrov karşısında, uluslararası ilişkiler ve diplomasi tecrübesinden yoksun Baerbock’un belki de, üst perdeden denilebilecek bu üslubu, bugün yaşananlarla karşılaştırıldığında ne kadar boş olduğu ortaya çıkıyor.  

Savaşın başlamasından bu yana geçen süre zarfında özellikle Almanya’dan gelen bu siyasal desteği fiili olarak ortaya konmamış olması, süreçte Ukrayna başbakanı Zelensky tarafından, “yalnız bırakıldıkları” söylemiyle içinde Almanya’nın da yer aldığı AB’yi hedef aldığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Doğu Avrupa krizinde genel itibarıyla Batı önemli bir sınavdan geçerken, hiç kuşku yok ki, AB bünyesinde liderlik mücadelesi veren Almanya’da sosyalist iktidarın gelişmeler karşısında ne denli toparlayıcı politikalar ortaya koyduğu da sorgulanmaya değer bir nitelik arz ediyor.    

https://guneydoguasyacalismalari.com/2022/04/12/almanyanin-dogu-avrupa-krizindeki-acmazi-dilemma-of-german-policies-in-the-crisis-of-the-eastern-europe/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder