28 Kasım 2021 Pazar

Toplumda ‘FETÖ ahlâkı’ ithamı ve görünümlerine dair bir mülâhaza

Mehmet Özay                                                                                                                            26.11.2021

Farkında mısınız, son dönemde ilginç bir söylem kendini toplumsal ilişkilerde, özellikle de siyaset dünyasında ortaya koyuyor.
 
Kimi çevreler diğer bazıları için FETÖ ithamında hatta, suçlamasında bulunuyor. Ortada bir darbe teşebbüsü mü var diye insan işkillenmiyor değil.
 
Bu noktada, işkellenmenin psikolojik bir bozukluk olabileceğini akılda tutmakla birlikte, “Olmaz canım artık… Bu zamandan sonra darbe mi olurmuş!” denildiği günlerde yaşananlar, bu olgunun gerçeklikle bağının ne denli devam etmekte olduğuna işaret etmeye kafi aslında. Şayet bunun adına, ‘psikolojik bozukluk’ diyeceksek de, o zaman bu bozuklukla yaşama beceresini sergileme gibi bir çaba içine girmekte yarar var.
 
Bu yazıda kastım, açıkçası işin psikolojik boyutunun ötesinde ahlâki boyutu üzerinde durmak… Ancak, siyaset dünyasında olan bitene değinerek değil, aksine akademi dünyasına yansıyan ahlâki boyutuyla…
 
Darbe ve ahlâk modellemesi
 
15 Temmuz 2016 darbe teşebbüsünün ardından geçen süre zarfında,[1] mevcut hukuk normları çerçevesinde darbe teşebbüsünde bulunanlara yönelik adımlar, devlet organları tarafından rasyonel bir şekilde atılırken, devlet organlarının “ahlâk” (moralitygibi el atamayacağı bir alanın varlığının hükmettiği artık giderek artan bir şekilde gözler önüne seriliyor ve hiç de beklenmeyecek çevreler tarafından dillendiriliyor. Bunu olumlu bir gelişmeye yormak mümkün mü?
 
Burada dikkat çeken husus, birilerinin diğer başka birileri hakkında itham ve hatta suçlama niyetinde ve sürecinde başvuru kaynağının FETÖ modellemesi olmasıdır. İma eden, ima edilen; suçlayan, suçlanan tarafların kimlikleri bir yana, ortada var olan durumun bir ahlâki duruma tekabül ettiğinin açıkça ortaya konulmasında yarar var. Aslında, tam da olup biten yapılaşmış bir ahlâki tutumun tezahürü, yinelenmesi, üretilmesi (production) ve yeniden üretilmesi (reproduction) söz konusu.
 
Sosyal-psikolojik bağlam olarak FETÖ ahlâkı
 
Bu noktada, herhalde kısaca, sosyolojik bir bağlam olarak FETÖ ahlâkından neyin kastedildiğini hatırlatmakta/yinelemekte yarar var… FETÖ ahlâkında belirleyici olan, hedefe -o hedef her ne ise- her şeye rağmen varmaktır. Kökeninde, bir tür Makyavelizmin olduğu bir durum…
 
Şeyh de olsanız, mürid de olsanız; bürokrat da olsanız, medya çalışanı da olsanız; işadamı da olsanız, rektör de olsanız, hedef olgusu ve buna kenetlenmişlik, size ilgili hedefe ulaşmanın araçlarını meşrulaştırma yetkisini veriyor. Haddi zatında, onu içselleştirme sürecinin, bir tür ‘inanç’ olgusu olarak yapılaşması veya böylesi bir şeye dönüşmesi ve bunu -diyelim ki sevap, diyelim ki nihayetinde cenneti kazanma gibi- manevi kazanımlar bile mümkün hale gelebiliyor.
 
Genelleştirilebilir bir örnek vakıa
 
Bir örnek üzerinden devam edecek olursak… Bir akademisyen düşünün ki, hem sözde sosyal bilimlerde kendine bir yer edinmiş, hem manevi ilimlerde sözde mesafe kat ederek şeyhlik iddiasında bulunuyor… Bununla da kalmıyor, maddi alanda yükselme arzusu ve iştahıyla rektörlük gibi hayalinde göremeyeceği bir alanı, FETÖ ahlâkına uygun çabalarla elde edebiliyor.
 
Yerinde duramayan bu cıvıl cıvıl akademisyenin, akademik unsurlarla ilişkisi kadar, akademi dışı unsurlarla ilişkisinde ailesi, yetiştiği ortam, toplumsal kökeni vb. bireysel ve toplumsal yapılaştırıcı unsurlar kadar, diyelim ki, FETÖ gibi bir yapının da içinde yer alması, kasıtlı ve bilinçli olarak ondan istifade etmesi; gayet ‘smart’ olmasından ötürü, şartların doğurduğu, önüne çıkardığı avantajları kendi hedefleri ve maksatları için kullanabilmesi…
 
Bir saha araştırması (survey) yapılsa… Bu örneğin, anket yani nicel (quantitive) bir çalışma olabilir veya mülâkatlara dayalı olarak nitel (qualitative) bağlamlı olabilir, deneklerin pek çoğunun ve belki de hepsinin, temelde bu ilişkide, ilk etapta bakıldığında belirleyici olanın FETÖ olduğunu söylecekleri görülür. Alınan sonucun, hakikaten gözlemleri de destekleyecek mahiyette olduğuna araştırıcı kanaat getirebilir.
 
Ancak araştırmacıyı kışkırtan derinlikli analiz, katılımcı gözlem, derinlikli mülâkat vb. ile aslında, FETÖ’nün kendisinden istifa etme amacıyla -zamanında cıvıl cıvıl olan bu akedemisyenine-yanaştığını, yaklaştığını; kısa süre zarfında, kendisine sunulan alanların çeşitli maddi ve manevi kazanımlara dönüşebileceğini; böylece gününü gün edebileceği mevki makam sahibi olabileceğini; bu sürecin doğuracağı ekonomik mekanizmalarla, üç beş yerden bankasına havalelerin yapılmasına olanak sağlayacak bir zemini bulmuş ve bunu da kullanmış olabilir.
 
Simbiotik yaklaşım
 
Burada, ekoloji jargonuyla ifade etmek gerekirse, yukarıda dikkat çekilen özne yani, FETÖ; nesne yani, cıvıl cıvıl akademisyen arasında, simbiotik (symbiosis) benzeri/türü bir ilişkinin var olduğu görülebilir. Ya da daha önceki yazıda dile getirdiğim üzere, “ortada sosyal karşılıklılık (social reciprocity) ilkesinin, gayet işlevsel bir nitelik kazandığına kuşku bulunmadığı” ileri sürülebilir.
 
Bunun dışında ve ötesinde, zamanla akademik ve hissi kuvvelerinin bilinçli ve/ya bilinçsiz harekete geçtiğini fark eden ya da gizil kuvvetlerinin itkisiyle fark ettirilen cıvıl cıvıl akademisyen, smart bir yaklaşımlar dizisi geliştirmek suretiyle, karşısındaki ‘dev’ yapının nimetlerinden, nasıl ve ne şekilde istifade edilebileceğini ve bunun da, ne türden bir ‘hizmete’ karşılık gelebileceğini ortaya koymaya başlamış olabilir.
 
Aslında burada var olan, bir ahlâkın difüzyonudur. Zamanla, kendinde bir belirleyici ontolojiye dönüşen FETÖ yaklaşımı, bir inanç evreninden çıkarak bir pratikler dizgesi olarak, toplumsal ilişkilerde belirginlik kazanmaya başlar. Toplumsal ilişkilerin bir yerinde, kendini bu ontolojinin gizli/açık aracısı-savunucusu hatta yapılaştırıcısı rolünde bulan cıvıl cıvıl akademisyen artık, ‘hedefe ulaştıracak araçların kahir ekseriyeti mübahtırı’ ontolojik varlığının temeline yerleştirmekte zorluk çekmez.
 
Ve cıvıl cıvıl akademisyen, geçen zaman zarfında ulaştığı sosyolojik bir statü olarak rektörlük makamında, tıpkı FETÖ büyük yapısından edindiği veya hakikatte öz-edinimcilik bağlamında kendinde var olan ve böylesi bir büyük yapı ile zorluk çekmeksizin uyumlulaşabilmesine yol açan ahlâki tutumla, hiyerarşik olarak kendi altında olduğunu varsaydığı unsurları ve bireyleri kendine devşirebilecek, amaç ve hedefleri lehine kullanabilecek, manipüle edebilecek bir yapı teşkil etmekte zorlanmaz.
 
Burada, bir ahlâki kokuşmuşluk olgusu kendini açık/seçik bir şekilde ortaya koysa da, cıvıl cıvıl rektör için bunun böyle olmadığı hem sahip olduğu maddi unsurların yani, akademik anlamda sözde göz kamaştırıcı bilgilerinin, hem de ‘hizmet’ gibi manevi kazanımlar edineceği düşüncesinden hareketle söylenebilir.
 
Günümüz siyaset dünyasını belirlemeye matuf çıkışlarda, farklı hedef ve yönelimlerle diğerine yönelik ithâmlarda ve hatta gizli/açık suçlamalarda gayet önemli bir yer tutan FETÖ ahlâkı olgusunun yerleşik bir hâl aldığını söylemek mümkün.
 
Bu yerleşikliğin, salt siyasal alandaki aktörlerle ve yapılarla sınırlı olup olmadığı ya da içinde akademi gibi geniş ve kapsayıcı bir alanı da içini alacak şekilde toplumsal evrende yer tutup tutmadığı tartışmaya açıktır. Bu anlamda, genelleştirilebilir bir örnek vakıa, bu sosyal difüzyonun sosyolojik süreçlerini anlamada yardımcı olabilecek bir araç kabul edilebilir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/11/26/toplumda-feto-ahlaki-ithami-ve-gorunumlerine-dair-bir-mulahaza/


[1] Darbeden bir yıl sonra, Malezya’da yapılan anma toplantısında dönemin büyükelçisi konuşmasında, yanılmıyorsam birkaç kez darbenin 16 Temmuz’da olduğunu söylemişti. Herhalde büyükelçi, darbe teşebbüsünün başlangıç sürecini değil, bitişini dikkate almış olmalı. Ya da, duyulan büyük üzüntü nedeniyle hasıl olan bir unutkanlık hali denilebilir. Başka bir ihtimal olabilir mi? Sanmıyorum… 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder