3 Ekim 2021 Pazar

Afganistan’da gelecek nasıl belirlenebilir? How can the future to be determined in Afghanistan?

Mehmet Özay                                                                                                                            01.10.2021

Afganistan’da Taliban rejiminin hakim bir güç olarak ortaya çıkmaya başlamasıyla birlikte, yeni yönetimi tanıma yönünde eğilim sergileyen ülkelerin varlığına rağmen, uluslararası camianın önemli bir bölümünün bekle gör politikası izlediği anlaşılıyor.

Bu ikinci grup içerisinde Malezya, Endonezya gibi halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkeler de bulunuyor.

ABD özelinde Batı’nın son yirmi yılda Afganistan topraklarında sadece kendi varlıklarıyla değil, artık günümüzde işbirlikçi olarak adlandırılan Afganlı siyaset adamları, bürokratlarla gerçekleştirdikleri yönetimin siyaset, toplumsal kurumlar, değerler vb. bağlamlarda ortaya çıkardığı ‘büyük bir hiç’ karşısında, Taliban ülkenin yeniden kurtarıcısı rolünde bulunuyor.

Ancak ülkede var olan kurumsal yapıların işlevsizliği, başta üretim süreçleri ve maliye gibi makro ekonominin baş aşağı konumu, Taliban rejiminin hangi politikayı, nasıl ve kimlerle uygulayacağı gibi acil soruları gündeme taşıyor.

Batılı ülkeler Taliban’la işbirliğin henüz yeşil ışık yakmazken, Çin, Rusya gibi ülkelerin şaşırtıcı ve çelişkili bir şekilde Emirlik olarak anılan yönetime yanaşmalarının ardında da, gayet önemli jeo-stratejik ve jeo-ekonomik nedenler bulunduğuna kuşku yok.

Bununla birlikte, bu iki gücün diğer benzer ülkelerle girdikleri ilişkilere göz atıldığında, Emirlik yönetimine ve de Afgan halkına ne tür kazanımlar katacakları ve bunu ne için yapacakları konusu gayet düşündürücüdür.

Taliban ve inandırıcılık

İlk günden itibaren Taliban sözcülerinin uluslararası medyaya verdikleri mesajlarda, önyargıları kırmaya yönelik sempatik bir söylem hakim olsa da, öyle gözüküyor ki, söylemle işletilemeyecek bir siyaset ve yönetimin ortaya konulması gerekiyor.

Sadece Batılı çevrelerin açıkça ortaya koydukları şekilde Taliban rejiminin meşruiyeti sorgulanmakla kalmıyor, aynı zamanda halkı Müslüman olan toplumlarda da en azından siyasiler gizli/açık böylesi bir duruş sergiliyorlar.

Bu noktada, ABD döneminde veya Ashraf Ghani hükümeti döneminde parlamento sözcüsü yardımcısı Fawzia Koofi geçenlerde yaptığı bir konuşmasına atıf yapmakta yarar var.

Fauziya, üç yıl gibi uzun bir süre Taliban ile yapılan görüşmelerde, ABD sonrası döneme rejim konusunda Taliban’ın taleplerinin İslami bir sistem kurulması olduğu, ancak bugün adına Emirlik denilen yapı ile sınırlandırılmış bir yapının ortaya çıktığına işaret ediyor.

Burada itiraz tabii ki, Emirlik yönetiminin İslami olup olmaması değil, aksine İslami olabilecek diğer yönetim biçimlerinin Taliban tarafından rafa kaldırılmış olmasıdır.

Bu noktada, Taliban yönetiminin ülkedeki diğer gruplarla ortak bir yapısal çerçeve oluşturacak süreçleri işletmemiş olması, yukarıda dikkat çekilen ‘bekle-gör’ politikasının, kanımca en temel nedenini teşkil ediyor. Bir başka deyişle, gerek Afganistan içinde gerekse dışında Taliban’ın bütünleştirici mi ayrıştırıcı mı olacağı konusunda belirsizliğin ilki lehine değişmesi beklentisi bugün halen geçerliliğini koruyor.

Nihayetinde ortada uluslararası bir sorun olarak duran bir ülke yani, Afganistan olduğu gibi, farklı bağlamlarda bu ülke özelinden hareketle, Müslüman toplumları bağlayıcı özelliklerin de bulunduğunu unutmamak gerekiyor.

Açıkça ifade etmek gerekirse, kendini İslam’la özdeşleştiren ve rejimine ‘emirlik’ adını veren bir yapının, işgalci güç kabul edilen ABD sonrasında yönetimi ele geçirmesi, bir tür özgürleşme (liberation) olarak sunulsa da, -ki bunda haklılık payı yok değil, bunun en başta Afganistan içerisinde farklı siyasal, toplumsal grupları ne tür bir ortak paydada buluşturabileceği sorusunun gündemde birinci konu olarak yer almasına neden oluyor.

Geçmişte veya yaşadığımız dönemde benzer süreçleri yaşamış toplumlarda siyasi bağımsızlık, özerklik gibi bağlamlarda ortaya çıkan ‘özgürleşme’nin, temelde sözün katı anlamıyla, kazanılan durumun hakiki bağlamda yani, siyaset ve sosyal politikalar ile ortaya konması veya konmaması özgürleşmenin anlamlı olup olmamasını da tartışmaya açıyor.

Taliban, siyasal-toplumsal gerçeklik ve çözüm arayışı

Bunun yanı sıra ve hatta ötesinde, bizatihi on yıllar içerisinde Taliban içerisinde yaşanan birtakım değişimlerden bahsetmek mümkün.

Bu değişimi, Taliban adıyla anılan kurulu yapı içerisindeki din, toplum ve siyaset algısı ve düşüncesi bakımından farklılaşan bloklar çerçevesinde değerlendirmek gerekir.

Bu farklılaşmada öncelikle bir aktör olarak Taliban’ın kendi öz öğrenme sürecinin rolü kadar, dış faktörlerin de belirleyici olduğunu ifade etmek mümkün. Örneğin, bu noktada ilk akta gelen husus, ABD ve Nato’nun son yirmi yıl boyunca Afganistan topraklarındaki varlığıdır.

Bu dış gücün varlığının Taliban’la sadece, ‘siyasal ve askeri çatışma’ özelinde bir yönelim sergilediğini düşünmek güç. Farklı süreçlerin ortaya çıktığını ve bunun bir tür anlama ve değişime yönelik diyalog olduğu varsayılabilir.

Bunun yanı sıra, komşu ülkeler başta olmak üzere Afganistan’a ‘insani ve teknik yardımı’ gündeminde tutan ülkelerin etkileşimleri sayesinde, Taliban üzerinde bir değişim yönelimi ortaya koymuş olmalıdır.

Pragmatizm işe yarar (mı?)

Bu noktada, özellikle Taliban yöneticilerinin uluslararası camiaya seslendikleri basın açıklamalarına bakıldığında, özellikle ve de çelişkili bir şekilde, başta ABD olmak üzere Batılı kurumları insani yardıma daveti ve hatta bizatihi Batılı etik kodlarını söylemlerine taşımak suretiyle ‘zorlayıcı teşviki’ gündeme getirmeleri -ortada pragmatik ve oportünist bir ilişkinin varlığı kadar-, bir tür öğrenilmişlik sürecinin de olabileceğini akla getiriyor.

Pragmatik diyoruz… Çünkü yapılan bazı açıklamalar dikkate alındığında, ortada 1.5 milyon yetim, 4.5 milyon ülke içinde yerinden edilmiş Afganlı, ülkenin reelde bir karşılığı bulunmayan tarûmar olmuş ekonomisi ile mücadele edecek ne bir sistemik alt yapı ne de bunu karşılayacak bir mali kaynak söz konusu.

Bu sorunların aşılmasında Taliban açısından başvuru kapısının Batı olması, düne kadar Afganistan’da insani ve teknik yardımı sürdürenlerin kahir ekseriyetinin Batılılar olmasıyla bağlantılıdır.

Dolayısıyla ortada var olan ve Taliban’la geldiği belirtilen ‘özgürleşme’ sürecinin, söylemden pratiğe geçilirken ne gibi zorlukları olacağını bu kısa izahta görmek mümkün.

OIC bağlamının hakiki değeri

Öte yandan… Gerek Taliban gerekse bazı uluslararası çevrelerin akıllarına gelen bir diğer alternatif İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC) varlığı ise de, bunu ciddi anlamda sorgulayarak ele almakta yarar var.

Söz konusu bu örgütün örneğin, Endonezya’daki on beş yıl süren yetim projesinde nasıl bir başarı kazandığı (!) ortadayken, ardından akla gelen sadece birkaç örnek olarak, benzer süreçlere konu olan örneğin, Filipinler’in güneyinde Bangsamoro, Arakanlı Müslümanlar ve Irak’taki gelişmeler karşısında ne tür başarılara imza atıldığı konusu bize, Afganistan’da bu yapı vasıtasıyla nelerin yapılıp yapılamayacağını hatırlatmaya yetiyor.

Değişen Taliban

Yukarıda zikredilen bu süreçlerin ortaya koyduğu gerçek ve ülke ise şudur… Kabataslak ifade etmek gerekirse Taliban kendi içerisinde üç katmanlı bir yapı sergilediği görülüyor.

Bunu konunun uzmanı bazı Afganlı yetkililer ve gözlemcilerin de ifade etmesi, ortada böylesi bir gerçekliğin olduğunu gösteriyor.

Böylesi bir katmanlılığın olması, ortada eski Taliban olmadığı söylemini meşrulaştırmaya hizmet ettiği gibi bunun dışında, ortada gayet önemli bir belirsizliğin de var olduğuna işaret ediyor.

Buna göre, ilk grup Doha’da barış görüşmelerini yürüten ve siyasetçi kimlikleri ile öne çıkan grup. Seküler üniversitelerden mezun oldukları, açık görüşlü, dünyayı tanıdıkları vb. gibi ifadelerle anılan kesim. İkincisi, şura grubu. Üçüncüsü de, geçen on yıllar içerisinde ülkeden dışarı çıkmamış, bir anlamda dış dünya ile teması sınırlı olan mücahidler…

Üçüncü grubun hiçbir şekilde görüşme ve anlaşmaya yanaşmayan bir tutum takındıkları söyleminin Taliban içerisinde ayrışmaya kapı aralayan bir yönü olduğunu unutmamak gerekir.

Söz konusu bu üç yapının bugün Emirlik yönetiminde ağırlıkları incelenmeye değer. Bunun yanı sıra, bu üç yapının kendi aralarında ne denli bütünlüklü bir siyaset anlayışı sağladıkları ve ülkedeki diğer farklı unsurlarla süreci nasıl yönetebilecekleri konusu şimdilik zamana bırakılmış gözüküyor.

Somut gerçeklik üzerinden modelleme

Taliban yönetiminin meşruiyetinin mevcut şartlarda ve farklı gerekçelerle ne Batı’dan ne de Ortadoğu coğrafyasından tanınabilmesi pek mümkün gözükmüyor. Taliban’ın denemek istediği siyasi rejimin mevcut ve potansiyel sorunları karşısında, teori ve pratikte siyasal-ekonomik ve toplumsal alanlarda tecrübelere sahip ülkelerle işbirliğinin çok daha rasyonel ve yenilikçi olacağına kuşku bulunmamaktadır.

Bu noktada, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan ülkelere yönelik talebin örneğin. tekil olarak Malezya ve Endonezya kurumsal olarak da İslam İşbirliği Teşkilatı (OIC) gündeme geliyor… Malezya ve Endonezya OIC üyesi olmakla birlikte, bu yapıya egemen olan başta Suudi Arabistan olmak üzere Arap ülkelerinin kahir ekseriyetinde var olan İslam anlayışını ve pratiğini yansıtmadıklarına dikkat çekmekte yarar var.

Bu nedenle, Afganistan’dan bazı çevrelerin Malezya ve Endonezya tecrübesini gündeme getirmelerine şaşmamak gerekir. Suudi Arabistan bir yana, örneğin, Tunus, Mısır gibi kendi halkına devrim yapan Arap ülkelerinde, İslami anlayış ve yaşam pratiklerindeki sorunların, bu ülke halklarına bile çözüm sunmaktan uzak olduğu bir dönemde, gerek tekil ve gerekse OIC içerisinde Afganistan’ın yeniden kurulması anlamına gelen süreçte ne denli yardımcı olabilecekleri gayet tartışmalıdır.

Bu noktada, Malezya ve Endonezya tüm sorunlarına rağmen, kendi bütünlükleri içerisinde çok dinli, çok kültürlü, çok etnikli toplumsal yapıları ve bunların siyasal yaşama yansıması gibi gayet önemli tecrübeleri ve birikimleri olması, Afganistan’da şayet önemli bir gelişme olacak ise bu tür tecrübe ve birikimlere ihtiyaç olduğuna işaret ediyor.

Bu iki ülkenin sahip olduğu İslami pratikleri ve bunları yaşanılan dönemin koşulları ile ortaya koymadaki tecrübelerinin üzerinde kapsamlı olarak durulmasında yarar var. Burada bir öneri olarak 2019 yılı Aralık ayında gerçekleştirilen Kuala Lumpur Zirvesi’nin ikincisinin Afganistan özel gündemiyle gerçekleştirilmesinin tam zamanı olduğuna kuşku bulunmamaktadır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/10/01/afganistanda-gelecek-nasil-belirlenebilir-how-can-the-future-to-be-determined-in-afghanistan/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder