2 Nisan 2021 Cuma

ABD’de George Floyd hadisesi ve adalet olgusu / The George Floyd case and justice issue in the US

Mehmet Özay                                                                                                                            01.04.2021

ABD’de George Floyd davasının hafta başında başlamasıyla, gündemde en önemli konunun hâlâ adalet olgusu olduğu bir kez daha ortaya konuluyor.

Adaletin sağlanmasının aracı ve mekanizması olarak, ABD gibi bir modern ulus-devletin yasama, yürütme ve yargı organlarının ne denli başarılı olup olmadığı bir yana, mahkemede yer alan kişilerin gündeme getirdikleri ve/ya getirmedikleri bize, daha derinlerde bir olgunun varlığına işaret ediyor.

Siyah/beyaz dikotomisi ve toplumsal algı

Bir polis memurun aşırı şiddet kullanarak -kimilerine göre kasıtlı, kimilerine göre kasıt olmaksızın Floyd’un ölümüne neden olmasından öte, ABD toplumunda egemen bir yapı olarak Beyaz ile bu egemen yapı içerisinde azınlık konumunda olduğu belirtilen siyah/Afrika-Amerikalıların  ilişkilerinin merkezde olduğu görülüyor.

Olayın gelişiminde... Floyd’un, Derek Chauvin adlı polis memurunun aşırı şiddetine maruz kalmadan kısa süre önce alışveriş yaptığı market ve oradaki çalışanların kendisine yönelik sergilediği yaklaşım tarzı ve polis ekibinin çağrı üzerine ilgili bölgeye gitmesi; polis memuru Chauvin’in Floyd’a uyguladığı tavra başta, yanı başındaki meslektaşları olmak üzere, çevredeki sivillerden tanık olanların tutum ve yaklaşımları temel birer toplumsal yaklaşım ve ahlâki gösterge olarak karşımızda duruyor.

Tekil bir olay örneğinde karşımıza çıkan ve görece bir mikro özellik olarak algılanma eğilimi olsa da, bu vak’a, temelde geniş toplumsallıkla alâkalı bir durumun prototipi olarak değerlendirmeyi hak ediyor.

Bu çerçevede, çeşitli alanlardan uzmanların, bir siyahi vatandaşın hayatını kaybetmesinin, sadece ‘beyaz’ bir polis memurunun ve/ya polis memurunun görevli bulunduğu emniyet kurumunun alanıyla sınırlandıramayacakları düşüncesi, açıkçası Amerikan toplumunda yaygın olarak benimsenmiş bazı davranış kalıplarının olduğunu ortaya koyuyor.

İstatistiki verilerle polisin, “kendisine verilen hak” gereğince hayatına son verdiği kişilerin siyah-beyaz oranında ibre ilkinden yana göstermesi, Amerikan toplumunda Floyd’un maruz kaldığı ve/ya benzeri olayları nicelik olarak değerlendirmek bir yana, nitelik olarak ele alınması gerektiğine işaret ediyor.

Bu noktada, Amerikan toplumunun geniş kesimlerinin bir kurumsal yapı olarak emniyet birimine verilen hakların ne şekilde geçerlilik taşıdığı ve bunların ne denli, yine geniş kitlelerce kabul edilebildiği sorusu bize, konunun tekil sorumluluklardan öte toplumsal bir bağlama gönderme yapmamızı zorunlu kılıyor.

Şayet, Anglo-Sakson köklerinin belirleyiciliğindeki ABD toplumu, adına siyahi veya Afrika-Amerikalılar denilen kitlenin sosyalleşmelerini tamamlayamamış ve bu anlamda Amerikan toplumunda sosyal olmanın dışında kalan, ‘sapkın’, ‘yalıtılmış’, ‘izole edilmiş’ unsurlar olduğunu benimsiyor ise, bu durum tek bir polis memurunu ya da bu polis memurunun mensubu olduğu emniyet kurumunu öne çıkartmak yerine, aksine toplumun bizatihi kendisini sorgulamayı gerektiren bir durumdur.

Aslında tam da bu nokta, ABD’nin kökleriyle ilgili temel bir sorunsala işaret ediyor. ABD toplumu ve siyasal sistemi bu gerçeklikle yüzleşmek yerine, bunun üzerine inşa edilmiş toplumsal ve siyasal yapısında, bazı ‘kara delikler’ bulmak suretiyle suçu kara deliklere atmakla meşgul.

Akademi neyi meşrulaştırıyor?

Bunun alt yapısının da bizzat bilerek veya bilmeyerek akademi çevrelerince gerçekleştiriliyor olması gayet ilginç.

ABD’li polis memurlarının ve/ya emniyet kurumunun siyahilere/Afrikalı-Amerikalılara karşı ne denli ‘vahşice’ bir tavır ve yaklaşım içinde olduklarını göster/ebil/mek için bazı karşılaştırmaları araştırmalar ortaya konuluyor.

Söz konusu bu karşılaştırmalı araştırmalarda ABD’li polisler ile örneğin, bir Avrupa ülkesindeki polislerin tavrına yönelik olgular nihayetinde karşımıza ilkindin sorunlu yapısını ortaya koyuyor.

Aslında sorunun ya da araştırmanın cevabı en başta belli olmasına karşın, ‘determinizmin’ inandırıcılığını ortaya koymak bir tür belirleyicilik unsuru oluyor.

Bu veya benzeri araştırmalardaki temel hata gayet açık... Bir Avrupa toplumunda, -ki yukarıda bahse konu olan araştırmada bir Kuzey Avrupa ülkesi seçilmiş-, ne siyahilerin varlığı içinde bulunduğumuz dönemde niceliksel olarak benzerlik taşıyor, ne de tastamam konunun özünü teşkil eden tarihsel ve sosyolojik gerçeklik olarak anlamlı bir ilişki taşıyor.

Kanıksanmış kötülük

Buradan konuyla ilintili bir başka noktaya temas etmekte yarar var. Söz konusu duruşmaya davet edilen kişilerden biri olan Floyd’un kız arkadaşının açıklamaları...

Kızcağız, sorgulamada, Floyd’un uyuşturucu kullandığından vs. söz etmesi sıradan bir anlatı değil. Açıkçası bu durum, pek de haklı gerekçe gibi gözükmemekle birlikte, tam da polisin niçin ve hangi nedenle siyahi adamın üzerine çullandığına bir sebep teşkil ediyor. Bu noktada, kızın masumane açıklamasalarının, aslında pek de masumane olmayan bir karara gerekçe teşkil edebileceğini hatırlatmakta yarar var...

Tıpkı, Floyd’un alışveriş için girdiği markette sigara için verdiği 20 Dolarlık banknotun “sahte olduğu şüphesini taşıyan” ve ardından bu siyahi müşterinin, “uyuşturucu bağımlısı olduğuna kanaat getiren” market sahibinin polisi aramasındaki sebepler zinciriyle örtüşüyor. 

Tabii burada bir kriminal analiz yapıyor değilim. Ancak burada söylemek istediğim, siyasi bireyin toplumda nasıl algılandığı konusunda sadece ‘mikro düzeyde’ değil, makro düzeyde varlık gösteren bir yapının var olduğuna işaret etmek.

Afrikalıyı benimseyememiş Anglo-Sakson

Ateşli silahlar kullanarak bireylerin hayatına kast etme vakalarında olduğu şekilde, ABD’li polise “bu hakkı” veren aslında yasaların dışında, toplumsal yapının bizatihi kendisidir.

Yapılan birkaç araştırmada, buna dair gayet dikkat çekici veriler ortaya konuyor. Aslında bu araştırmalar olmasa da, uzmanlar dışında da, sıradan insanların bile sorgulayabileceği temel bir gerçeklikle karşı karşıyayız. O da silah kullanma özgürlüğü...

ABD’de niçin insanlar silah kullanma özgürlüğüne sahiptir? Bu “doğal insan hakları” savunucularının gündeme getirdiği bir olgu mudur? Bunun derinlerine inmeden, tarihsel gelişim sürecinde ABD toplumunda kendini, “ötekine” karşı koruma güdüsünü geliştirmiş bir “Anglo-Sakson” aklının varlığı, bize sorunun cevabını veriyor.

Ve deniyor ki, daha “Modern ateşli silahlar yasası” ortadan yokken, -1700’lü yıllar kastediliyor- ABD topraklarının güneyinde, yani siyahilerin/Afrika kökenlilerin demografik yapıda gayet önemli bir temsiliyet taşıdığı bölgelerde, Anglo-Sakson beyaz adamın uygulamaya geçirdiği ve hedefinde siyahilerin olduğu devriyeler vardı.

Bugün, ABD’de daha çok siyahilerin/Afrikalı Amerikalıların ve diğer ‘azınlık gruplarının’ ve hatta yaşanan adaletsizliğe karşı çıkma eğilimindeki beyazların söylemi, Anglo-Sakson çoğunluğun azınlıklar üzerine gizli/açık yüklendiği bir toplumsal kin olduğu yönünde. Temelde bu söylemin de eleştiriye açık gayet önemli bir yanı var.

ABD toplumu tek bir milletten müteşekkil toplumsal ve siyasal yapı değil. Her ne kadar Avrupa’nın belli başlı bölgeleri başı çekse de, neredeyse eski kıtanın her köşesinden milletlerin göçler boyunca ‘Vaad edilmiş topraklarda’ yaşam sürdüğü ortada. Dolayısıyla, azınlıklar denilerek siyahi/Afrika kökenli Amerikalıları ya da günümüzde Hispanikleri yani, Latin Amerikalıları ve Uzakdoğulu Asyalıları hedef alan bir söylem, irrasyonel bir duruma işaret ediyor.

Floyd vak’ası özelinde tartışılan husus, sadece bir polis memurunun sergilediği yaklaşım değildir. ABD, aslında üzerinden hiç de atamadığı bir tarihsel hatanın ceremesini çekmekle meşgul. Bu konuda adaletin tesisi, polis memuru Chauvin’e olası hapis cezası ile gerçekleştirilemeycek kadar derinlerdedir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/04/01/abdde-george-floyd-hadisesi-ve-adalet-olgusu-the-george-floyd-case-and-justice-issue-in-the-us/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder