3 Nisan 2021 Cumartesi

Ziya Gökalp: Osmanlı’dan Cumhuriyet’e bir ‘sosyal düşünür’ (II) / Ziya Gökalp: A social thinker from the Ottomans to the Republic (II)

Mehmet Özay                                                                                                                            03.04.2021

Türkiye’de kurucu sosyologların ilki kabul edilen Mehmed Ziya Gökalp’in ortaya koyduğu sosyoloji yaklaşımının ‘pür’ sosyolojiklik ile bu sosyolojinin araçsallaştırılmak suretiyle bir ideolojiye dönüştürülmesi arasında fark vardır.

Bu farkın iyiliği veya kötülüğü ya da doğurduğu avantajlar ya da dezavantajlar Gökalp’in bizatihi sosyolog olarak kendinden tezahür eden bir hususiyet değildir. Bu noktada, Gökalp sosyolojisi bize salt bir ideolojik zeminle kısıtlandırılamayacak veriler sağladığını görmek gerekiyor.

Temelde, Gökalp’in bilim-siyaset ayrışmasını öngördüğü hatırlanacak olursa, bu yaklaşım aslında onun siyasal gayelerle hareket eden bir ideolog/düşünür ve/ya -tıpkı Karl Marx’ta ortaya çıktığı üzere- bir sosyolog olmadığını göstermektedir. Bir başka deyişle söylemek gerekirse, Gökalp sosyal düşüncesinde bilimsel tutum ve duruş, öncelikli bir yer işgal ederken, bunun siyasal sonuçları ya da siyasiler tarafından görüşlerinin değerlendirilip değerlendirilmeyeceği, nasıl değerlendirildiği onun sosyologluğunun dışında bir başka konudur.

Öyle ki, Gökalp öncelikle bir sosyal bilimci hüviyetini taşımak suretiyle, bir bilim dalı olarak sosyolojinin ne olduğu hususunda görüşler ortaya koymaktadır. Zaten kendisinden önce gelen sosyal düşünürlerden Gökalp’i ayrı kılan ve onu bir sosyolog olarak değerlendirmeye yol açan da bu özelliğidir.

Bu sosyolojik tutumunda hiç kuşku yok ki, çıkış kaynağı/temel referansları Batı Avrupa’nın kurucu sosyologları özellikle de Saint Simon, Auguste Comte, Emile Durkeim olmaktadır. Gökalp’in sosyolojiye verdiği önem, onun bilimler sınıflamasındaki yerini incelemesiyle ortaya çıkmakta ve bu haliyle yaşadığı döneme ve sonrasına sosyologluğunu kanıtlamaktadır.

Bunun yanı sıra, bir bilim alanı olarak sosyoloji üzerinde durmasında, içinde yaşadığı toplumun sorunlarını ve değişim süreçlerini anlama ve bir anlamda bunlara yine içinde bulunduğu somut toplumsal ve siyasal gerçeklikler çerçevesinde çözüm sunma konumunda bulunmasının değeri yadsınamaz. Kaldı ki, bu nedensellik, Batı Avrupa sosyolojisinin bizatihi Avrupa toplumlarındaki değişim, sosyal olgu ve gerçeklikler ve sorunlar gibi bağlarda ortaya çıkmasında da hakimdir.

Bu çerçevede, Gökalp sosyolojisinin iki temel ekseni bulunduğunu ileri sürebiliriz. İlki, geç dönem Osmanlı toplumundaki sorunları gözlemlemek ve bir öneri sunmak. İkincisi, yeni ortaya çıkmakta olan bir toplum yapısının ve de devletin ‘sosyal’ niteliğine temel oluşturmak. Bu ikisi kavramsal ve felsefi olarak birbirinden ayrıştığı gibi, tarihsel ve sosyolojik olarak da farklılaşan unsurlara tekabül etmektedir. Bu nedenle Gökalp sosyolojini, gerçekler (reality) ve idealar (idea) olarak iki farklı kategoride ele almak mümkündür.

Gökalp, kendisinden önce gelen ve Osmanlı siyasal ve toplumsal sorunları karşısında bir dizi görüşler ortaya koyan Mustafa Reşid Paşa, İbrahim Şinasi, Ziya Paşa, Namık Kemal gibi Osmanlı döneminin bir anlamda aykırı bürokrat ve sosyal düşünürlerinden beslendiğine kuşku yok.

Söz konusu bu ve benzeri isimler özellikle, çeşitli vasıtalarla Avrupa başkentlerindeki gündelik yaşamları, tecrübeleri, tanıklıkları sayesinde ve bunlardan hareket etmekle birlikte, Avrupa sosyal düşüncesinden bütüncül anlamda istifade yerine, yaklaşımlarını daha çok dönemin Osmanlı rejimine yönelik eleştirel tutumları ve reform çabaları gündeme getirmekle sınırlandırmışlardır.

Bu çerçevede, Avrupa yaşam tarzının belki de o dönem Osmanlı’da çokça ihtiyaç duyulduğu anlayışından mütevellit özellikle yönetim yapısının ithalinde karşılık bulan görüş ve düşünceleri ortaya koymuşlardır.

Gökalp ise, bizatihi Avrupa’da özellikle de, Fransa’da gelişen Durkheim’ci sosyolojinin verilerini anlamaya çalışmış, ondan istifade etmiştir. Bunun yanı sıra, Gökalp Batı sosyolojisi taklitçiliğine yönelmek yerine, sosyal bilimin verilerini kendi içinde bulunduğu toplumu anlama ve açıklama işlevi olarak kabul etmiştir.

Bu noktada, Gökalp’in sosyolojik yaklaşımda Durkheim’ı öne çıkarmasının temel nedenini, toplumu bir işlevli bütün (entity) görmesi, toplumsal yapının belirleyiciliği ile modernleşmenin doğurduğu anlam ve özellikle değerler karmaşası ve yokluğunda çözüm sunabilecek bir yaklaşım sergilemiş olmasında aramak gerekir.

Sosyal yapı, toplumsal konsensüs, sosyal dayanışma, toplumsal vicdan, ortak değerler vb. kavramlar, Fransa’da 18. ve 19. yüzyıl gelişmelerinden özellikle de endüstrileşmenin doğurduğu sorunlar karşısında, -Durkheim düşüncesiyle- Fransız toplumunun hangi dinamiklerle kendini yeniden ortaya koyabileceğinin ipuçları olmuştur. Tıpkı bunun gibi, Gökalp’in de giderek teritoryal sınırları daralmış Osmanlı Devleti’nde öz (essence) toplumsal grup olarak Türklerin ve/ya yeni bir devlet varlığı ile kendini devam ettirme istidadı gösteren Türk toplumunun, hangi unsurlarla kendini var edebileceği sorusuna bu kavramlar özelinde cevaplar vermeye çalıştığı görülür.

Gökalp’in sosyolojik düşüncesinin gelişiminde gerek yukarıda adları zikredilen kendisinden önceki sosyal düşünürlerin görüşleri ve yaşadığı dönemin dinamikleri, gerekse Batı Avrupa sosyolojisine dair okumaları onun gayet önemli düzeyde karşılaştırmalı çalışmalar yaptığını ortaya koymaktadır. Bu çerçevede, ortaya koyduğu sosyolojik değerlendirmelerinde zamanla ortaya çıkan belki de, hiç beklenmedik denilebilecek siyasal dönüşümlerle de irtibatlı olarak, yeni bir düşünce tarzını gündeme getirdiğini söyleyebiliriz.

Gökalp sosyolojisi bize, döneminin diğer sosyal düşünürlerinde çokça görülen Avrupa endüstri toplumlarında hakim olan yönetim tarzının yani, parlamenter sistemin varlığından ve bu idari yapının Osmanlı toplumunda uygulanıp uygulanmayacağından öte, toplumun hangi temeller üzerinde yükselmesi gerektiğine dair veriler sağlamaktadır.

Bu yaklaşım, hiç kuşku yok ki, ideolojik bir zeminden hareket etmekten kaynaklanmamakta aksine, toplumu bir bütün olarak ele almanın bir gereği olarak gündeme gelmektedir. Bu sosyolojik bakış açısı ile Gökalp, Osmanlı geç döneminde tecrübe edilen sorunlara bir cevap olarak, sadece siyasi ve idari/temsili yapısı üzerinden değil, aksine toplumsal kurumların temel kültür ve medeniyet temelli açılımları üzerinden “yeni topluma’ anlam biçme ve dönüşümü buna göre önerme çabası sergilemiştir.

Bu durumda Gökalp, Osmanlı devletinin kurtuluşu noktasında çıkışı, tek tek sosyal kurumlar nezdinde ortaya koymak yerine, bütüncül bir veri olarak, tarihsel-kültür odaklı açıdan gündeme getiriyordu. Böylesi bir dil, kültür birliğinin ve aşinalığının varlığı sayesindedir ki, siyasal birliğin temelini oluşturuyordu.

Bir sonraki aşamada yani, Osmanlı Devleti’nin artık siyasi varlığını devam ettirme sürecinin gerçekleşmeyeceği anlaşılmaya başladığında devletin coğrafi bakiyesi üzerinde yaşayan temel toplumsal grubun, hangi tür siyasal ve sosyal ideal ile kurgulanacağı gündeme gelmiştir.

Bu noktada, Gökalp’in işine en iyi yarayacağını düşündüğü işlevselcilikle anılan Durkheimci sosyolojinin verilerini kullanması şaşırtıcı da değildir. Sosyal dayanışma ve bütünlük kavramları, kurulacağı öngörülen yeni devletin asli toplumsal yapısında görünür kılınacak ve oluşumuna zemin hazırlayacak kavramla olurken, bunu somut olarak araçsallıştıramada dil, kültür ve tarihsel birlik faktörü üzerinde durmuştur. İşte bu nedenledir ki, Gökalp’in Türk uluslararasıcılığından ulus-devlet ulusalcılığına yöneliminde Osmanlı Devleti’nin siyasi hayatının sona ermesi gibi maddi bir neden bulunmaktadır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/04/03/ziya-gokalp-osmanlidan-cumhuriyete-bir-sosyal-dusunur-ii-ziya-gokalp-a-social-thinker-from-the-ottomans-to-the-republic-ii/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder