31 Temmuz 2019 Çarşamba

Dr. Mahathir ve Basın / Dr. Mahathir and the press


Mehmet Özay                                                                                                                        31.07.2019

foto:freemalaysiatoday.com
Malezya Federasyonu’nda ikinci dönem başbakanlığını sürdüren Dr. Mahathir Muhammed’in geçen hafta Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaret iki ülke ilişkilerinde yeni bir dönemi başlangıcı olarak anılmayı hak ediyor.

Konunun enine boyuna tartışılmasını bir başka yazıya bırakarak burada, bu gelişmenin basında nasıl karşılık bulduğuna kısaca değinmek gerekiyor. Halklarının kahir ekseriyetini Müslüman kitlelerin oluşturduğu ülkeler arasındaki ikili ilişkilerin geliştirilmesinde öne çıktığı izlenimi veren kurumlardan biri basın olduğu söylenir.

Bu çerçevede, Malezya Federasyonu başbakanı Dr. Mahathir Muhammed’in geçen hafta Türkiye’ye yaptığı resmi ziyaretin, ülke basınında denli yer bulup bulmadığı tartışılmayı hak ediyor.

Sınırlı bakışı

Ziyaretin resmi açıklama ile bazı yayın kuruluşları üzerinden kamuoyuna duyurulması, Dr. Mahathir’e ödül başta olmak üzere birkaç konu dışında bu gelişmenin, yazılı ve görsel basında hak ettiği ilgiyi alıp almadığı sorgulanabilir.

Bu noktada, söz konusu bu ziyaretin genel itibarıyla Türkiye basınındaki ele alınışına bakıldığında, Malezya ile ilişkilerin varlığına ve geliştirilmesine dair önemin kavranılmaktan uzak olduğu görülüyor.

Bunu söylerken kötümser bir bakış açısını yansıtmayı değil, mevcut gerçekliği ortaya koyarak, bu kısır döngüden nasıl çıkılabileceği konusunda bir anlamda kışkırtıcı olmayı yeğlemekteyiz.

Basının bu ziyarete sınırlı bakışında, Başbakan Dr. Mahathir’in ilerlemiş yaşının bir etken olduğu düşünülebilirse de, benzer ziyaretlerde aynı tepkisizliği ve ilgisizliği veren basının, temelde davetli ülkeye ve ilgili bölgeye yönelik bilgisizliğinin egemen olduğunu önceki yıllarda yaşanan tecrübelerden hareketle söylemek mümkün.

Temelde, bu ziyaret öncesinde, sırasında ve sonrasında sadece siyasi çevrelerin ve/ya kamuoyuna hizmet eden yarı resmi ve özel basın kuruluşlarının duyurduğu klişe ifadelerin ötesinde iş dünyası, düşünce kuruluşları ve akademi dünyası gibi çeşitli kesimlerle Türkiye-Malezya ilişkileri ve ikili ilişkilerden başlayarak ASEAN, Asya-Pasifik, Hint-Pasifik gibi bölgesel kavramlar üzerinden çeşitli konuların ele alındığı toplantı ve etkinliklere yer verilmeliydi.

“Türkiye-Malezya ilişkileri buna elveriyor mu ki?” tarzında eleştirileri yapacak kesimler olabilir. Ancak yukarıda dile getirdiğimiz etkinliklerin ortaya konmasının şart ve gerekliliği, Malezya Federasyonu’nun 1980’ler ve 1990’lardan itibaren zaman zaman yükselen ve azalan ivmelerle bölgesinde ve küresel plânda oynadığı rol dikkate alındığında önem arz etmektedir.

Veya Türkiye veçhesinden bakıldığında, 1990’lardan itibaren azımsanmayacak sayıda Türk akademisyenin Malezya’da sürdürdükleri akademik yaşamları bile kendi başına yukarıda zikredilen entelektüel ve akademik faaliyetler için bir kaynak niteliğinde olduğu unutulmamalıdır. Kaldı ki, bu grup içerisinden bir de başbakan çıkmış olduğunu unutmamak gerekir.

Basının öğrenme arzusu

Değişik yüzleriyle Türk basınının Dr. Mahathir’in ziyareti karşısında sergilediği vurdumduymazlık kendi başına bir araştırma konusu olarak ele alınmalıdır.

Zaman zaman bölge basınının Türkiye’deki gelişmeleri okuyamadıklarına ve bu konuda ciddi bir zaafiyete sahip olduklarına tanık olurken, benzer bir durumun Türkiye’de genel itibarıyla o ülkelere yönelik benzeri bir yaklaşımla karşı karşıya kalındığını ifade etmek gerekir.

Yakın geçmişte Dr. Mahathir’i sanki vefat etmiş bir siyasi lider olarak andığı gözlemlenen ülkenin en tanınmış gazetecilerinden biri, bu ziyaret çerçevesinde yazacak kayda değer bir şey bulamamış olmalı ki, Dr. Mahathir’in kendi ülke tarihinde yer alan ‘kara günlere’ dair yaptığı açıklamayı, Türkiye’de son dönemdeki terör bağlamlı gelişme/ler için bir benzetme için uygun bulmuş gözüküyor.

Öncelikle, söz konusu yazarın, Malezya’nın modern bir ulus-devlet olarak kurulmasından önce bölgede var olan komünist gerilla hareketiyle ilgili bilgi edinme sürecini daha çok amatör muhabirlerin el çabukluğu marifetiyle ulaştığı, klişe ifadelerin yer aldığı bir internet sitesini kaynak olarak göstermesi, sahip olduğu araştırmacı gazeteci sıfatıyla bağdaşmayacak bir durum arz ettiğini söylemek gerekiyor.

Bunun yanı sıra, Malezya’nın yaşadığı kara günlerde uyguladığı politikanın niçin Türkiye’ye örnek olamayacağını da değinelim.

Malaya siyasi gerçekliği

Malaya Yarımadası’nda komünist hareket, 2. Dünya Savaşı veya Asya-Pasifik coğrafyasında zikredildiği şekliyle Pasifik Savaşı sürecinde bölgedeki yani, Malaya topraklarındaki Çinlilerin Japonlara yönelik tarihsel husumetten kaynaklanan bir direniş vesilesiyle doğdu.

Bu yapı, aynı zamanda İngilizler karşısında Malaya topraklarındaki çeşitli etnik yapıların bağımsızlık hareketlerine verdiği şu veya bu düzeydeki desteğiyle de tanınır.

Söz konusu gerilla hareketinin 1949 yılında Çin’de yaşanan ideolojik değişimle, neredeyse tüm bölgede olduğu gibi Malaya Yarımadası’ndaki varlığı güç kazandı. 1957 yılında Malaya Federasyonu adıyla bağımsız bir devlet kurulmasına rağmen, bu gerilla hareketi Çin Halk Cumhuriyeti’nin gizli/açık desteğiyle düşük yoğunluklu olarak varlığını sürdürdü.

Burada dikkat çekilmesi gereken nokta, Malaya Federasyonu ve ardından 1963 yılından itibaren aldığı adla yani, Malezya Federasyonu’nun bu gerilla hareketine karşı tek başına mücadele etmedi.

Aksine, bağımsızlık süreci öncesinden başlayarak ve ardından bağımsızlık sonrasında İngiliz Milletler Topluluğu (Commonwealth) ülkesi olması dolayısıyla, Malaya Yarımadası’ndaki siyasi yönetim, özellikle Avustralya’dan önemli askeri destek aldı.

Bu kısa özete eklenmesi gereken en önemli husus, adına komünist gerilla hareketi denilen bu siyasi hareketin insan kaynağını, Çin’in güneyinden bölgeye göçmen işçi olarak göç etmiş köylü kitleleri oluşturuyordu.

Bu kitle, Malaya topraklarında özellikle kırsal bölgede yaşam süren Çin etnik yapısına mensup kitleler içinden aktif ve lojistik destek bulması, süreçte Malaya ve Malezya Federasyonu yönetimlerinin barışçıl süreci askeri tedbirlerin yanı sıra, ikna ve topluma kazandırma yöntemlerini de hayata geçirme çabalarının arka plânını oluşturmaktadır.

Bir daha hatırlatmakta fayda var… Söz konusu tecrübeli gazetecinin bu siyasi geçmişi gündeme getirirken çabası Türk okuruna Malaya’da modern tarihte neler oldu sorusuna cevap vermek değil. Aksine, Dr. Mahathir’in açıklamalarından yola çıkarak Türk siyasetçilerine ders çıkartmaları yönünde hatırlatma yapma gayretinde. Ancak bunu, siyasal ve toplumsal farklılaşmaları göz ardı ederek ortaya koyma çabası, aslında baştan hatalı bir yönelim olduğuna işaret ediyor.

Gerilla hareketinde yer alan Çinli kitleler, Federasyon ordusunda, bürokratik yapısında yer almıyordu…

Bu gerilla hareketi mensuplarını o dönemki Malaya ve ardından Malezya Federasyonu’nun ordusundan başlayarak devletin diğer kurumlarında kadrolarını yerleştirmiş, ülkenin kendi insanlarına tanklarını ve silahlarını çevirmiş olmadıklarını herhalde detayıyla anlatacak olan Dr. Mahathir değil, iki ülke ve coğrafya arasındaki siyasi ve toplumsal hareketler ile illegal yapıların farklılıklarını öğrenmesi ve kamuoyuna aktarması gereken sorumluluk taşıdığı izlenimi veren gazeteci ve yazar çevresi olmalıdır.

Dolayısıyla, siyasi yönetimin giderek zaten etkisini yitirmiş gerilla mücadelesine karşı topluma kazandırma yöntemini de uygulaması o toplumsal yapının doğasıyla bağlantılıdır. Çin’in güneyinden gelmiş, eğitim düzeyi düşük ve Malay topraklarında başta madencilik olmak üzere çeşitli meslek kollarında çalışan Çinlilerin ülkede oluşturduğu demografik yapı, içinden çıktıkları Çin etnik yapısının diğer unsurlarınca absorbe edilebilmeleri gibi faktörler bu politikanın hayata geçirilmesindeki bazı nedenlerdir. 

Bir diğer önemli husus, 1970’lerin başlarından itibaren Çin Halk Cumhuriyeti’nin bölgedeki komünist hareketlere yönelik aktif/pasif desteğini giderek sona erdirme yönünde bir politika izlemesidir. Malaya topraklarındaki gerilla hareketinin böylesi bir maddi ve de moral desteği yitirmesinin sürecin meşru siyasi rejiminin bu giderek erimekte olan gerilla yapılaşmasına karşı politikasında belirleyici olmuştur.

İşte Dr. Mahathir’in, “Biz bu sorunla mücadelede şöyle bir politika izledik” demesinin ardında böyle bir gerçeği hatırlamak gerekir.

Dr. Mahathir’in ziyareti kuşkusuz ki önemliydi. Ancak bu önemin hakkıyla ele alındığı, değerlendirildiği ve geleceğe yönelik olarak projeksiyonların sunulduğunu söylemek ise mümkün gözükmüyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder