14 Temmuz 2013 Pazar

Müslüman Bir Belde Ama İslam’dan İz Yok

Mehmet Özay                                                                                                              13 Temmuz 2013

Cakarta seyahatlerinin her arefesi biraz endişeli başlar. Bu endişenin yoğunlaştığı an ise hiç kuşku yok ki, uçağınızın Sukarno-Hatta Havalimanı’na inişe geçtiği zaman dilimidir. Şehrin açık güneşli bir atmosferinin sizi neşelendireceği mi, yoksa yağmuru her an bekleyen yoğun siyah bulutlarına karışmış hava kirliliği ile karamsarlığa mı bürüneceğiniz bu anda belirginlik kazanır. Uçaktan adımınızı atmanızla birlikte şayet yağmur damlalarıyla karşılaşmadıysanız endişenizde görece bir azalma, tersi olduğunda ise karamsarlık halinde bir artış olacaktır. Niçin diye sorulabilir? Cakarta’da yağmur demek şehir merkezine ulaşımı sağlayan otoban’da saatler sürecek bir ızdırap anlamına gelir.

Komşu ülke başkentlerinin aksine, şehre ulaşımda herhangi bir raylı sistemin olmayışı Cakarta’nın kimilerince öne sürülebilecek ünü önünde duran en önemli engellerden biri. Sadece yabancılar için değil bu endişe tabii ki. Bir ucundan diğerine onlarca iç uçak seferlerine konu olan söz konusu başkent havalimanına her gün binlerce Endonezyalı geliyor. Geçen günkü seyahatim sırasında gün ortası olmasına rağman ağır aksak ilerleyen trafikte taksi şoförüne “Otoban dışında, arka köylerden şehre inen alternatif yol yok mu?” soruma aldığım hayır cevabı hiç de iç açıcı değildi. Trafiğin can sıkıcılığını aşmanın en güzel yollarından biri açıp bir şeyler okumaktı.

Ziyaretin ana amacının dışında kalan kıymetli vakti değerlendirmenin yolu şehrin giderek her köşesine dağılma emaresi gösteren dev alışveriş merkezleri yerine, bu merkezleri ‘es geçip’ kadim şehrin köklerine uzanmaktı. Bu yıl 486. kuruluş yıldönümünün kutlandığı Cakarta’da şehre son döneme kadar kimliğini kazandırmış olan ve bugün de şehir görünümünde kayda değer bir yeri olduğuna kuşku olmayan sömürge yapılarının bulunduğu Eski Şehre (Kota Tua) kısa bir gezi son derece yerindeydi. Eski Şehir olarak çevirebileceğimiz Kota Tua adıyla bilinen semptir. Kuzey Cakarta’da liman bölgesindeki, yani Sunda Kelapa’da Kota Tua yönetim binası, ticari depoları vb. yapıları ile dünden bugüne kalan sömürge dönemi maddi unsurları olarak dikkat çekmektedir.

Cakarta’nın 1619 yılında kurulduğu dikkate alındığında zamanla gelişen ticari faaliyetlere ve sömürgecilik idaresine paralel olarak Eski Şehir’de 1640’lı yıllardan 1760’lara kadar süren dönemde önemli yapıların inşa edildiği görülür. Bu yapılar arasında hiç kuşku yok ki, ticaret amaçlı inşa edilmiş depolar başlı başına bir yer işgal eder. Günümüzde bu depoların bulunduğu yer Cakarta’nın kuzey bölgesinde, Eski Şehir adıyla bilinen Kota Tua’dadır. Burası, Ciliwung Nehri’nin Sunda Denizi’ne dökülmesi, diğer su yollarına yakınlığı ve elbette hinterland’ındaki verimli araziler gibi çeşitli özellikler dolayısıyla Hollandalılarca önemli bir bölgeydi.

Geçmişte, bu depolardaki mal stoğunun ve de limana yanaşan gemilerin kıymetine kuşku yok. Bu nedenle, depoların bulunduğu yapıların bir bölümü, aynı zamanda  “kale” işlevi de görüyordu. 1645 yılına tarihlenen Culemborg Kalesi’dir. Culemborg adı, dönemin valisi General Antonio van Diemen’in Hollanda’daki doğduğu yerin adıdır. Zamanla Malay Takımadaları ile Avrupa Kıtası arasında giderek artan ticaret hacminin adaların çeşitli bölgelerinde, özellikle de sömürgeci güçlerce inşa edilen sömürge başkentlerindeki depoların genişletilmesine neden oluyordu.

Örneğin şehrin dokusunu veren ‘kanallar’ gibi bu ticaret depoların mimari özellikleri de Hollanda’dakilerin benzerleridir. Bu anlamda, bu unsurlar bizzat batılı sömürgecilerle hayata geçirilen maddi kültürel aktarımının canlı örnekleri olarak bugün de varlıklarını sürdürmektedirler. Bu depolar özellikle baharat ve çay, kahve gibi çeşitli plantasyon ürünlerinin toplandığı ve musonların ardından denize açılan gemilere yüklendiği yerlerdi. Hollanda’nın Takımadalar’daki sömürgecilik faaliyetinin genişliği dikkate alındığında sadece Betavi ve çevresinden değil, Cava Adası kadar Maluku, Sulavesi gibi diğer adalardan da mal sevkiyatının yapılıyordu. Bu anlamda Kota Tua’daki liman ve depoların çok daha stratejik özellikler taşıdığı ortaya çıkar.

Günümüzde depoların Batı bölümündeki kısmı Denizcilik Müzesi (Museum Bahari) olarak kullanılıyor. Sömürgecilik öncesi dönemden kalma buluntularıyla da dikkat çeken müzenin hemen karşısındaki mekânda ise gemi replikaları yer alıyor. Aslında sömürge yönetimlerinin başkentlerini geniş ırmaklarla denizin buluştuğu noktada inşa ettikleri düşünüldüğünde bu bölgede, aynı zamanda idari merkez de yer alıyordu. Bu amaçla inşa edilen üç katlı betonarme bina Kota Tua’nın tam ortasında geniş meydana bakmaktadır. Meydanın öte yanında ise “Batavya Cafe” adlı restoran mimari dokusuyla ve de cazip yerli menüsüyle meydana rengini veren yapılardan. Bu meydan, aynı zamanda çeşitli kültür sanat etkinliklerine konu olmasıyla da dikkat çekiyor. Gecenin geç saatlerine kadar devam eden etkinlikler sadece Cakartalıları değil, yerli ve yabancı ziyaretçileri de cezbeden yönlere sahip. Çeşitli el sanatları ürünleri satışından ‘Cakarta hippilerine”, geleneksel el falı uzmanlarından şifa dağıtanlara kadar çok renkli bir atmosfere tanık olmak mümkün.

Sadece Güneydoğu Asya’nın değil, dünyanın en kalabalık nüfuslu şehri olarak dikkat çeken Cakarta bugünlerde yeni bir gelişme hamlesine adım atmak üzere. Politik yaşamda hüküm süren güçlü Cava milliyetçiliği nedeniyle, ülkede özellikle Suharto yönetimi sırasında, 1970’lerin ikinci yarısından başlayarak kalkınmacı politikalarının yoğunlaştığı yer olması bir yandan maddi yapılaşmayı gündeme getirirken, bu yapıların inşasından merkez ve çevre tüm kurumsal donanımlarını gerçekleştirecek insan iş gücünün de şehre akmasına neden oluyordu. Bir yandan modern binalar yükselirken, öte yandan şehrin nüfusu kozmopolitlik derecesinde artış meydana geliyordu. Bu sürecin insan/mekan ilişkisini gerçek değerleri ile ortaya koyduğunu söylemek maalesef mümkün değil. Cakarta ortaçağlarında inşa edilen Kota Tua’dan şehrin merkezine akan geniş bulvarlar, bu bulvarlara eklemlenen varoşlarla biçimlenmiş ara yollar farklı bir dünyaya girildiği izlenimini uyandırıyor. Oysa ki, sahip olduğu Müslüman nüfusu ile öğünen bir beldenin ki, bu bir başkent ise şehir sakinlerinin yaşamını ait olduğu medeniyetin hakiki unsurlarını yerelle meczetmiş anlayışın ürünlerini görmek istiyor insan. Umarız, Vali Joko Widovo yerli ve yabancı turistleri sadece Kota Tua’ya mahkum etmez ve önümüzdeki süreçte şehrin dini/kültürel ve sosyal gerçekliğine uygun yapıları ile donatmaya başlar.

http://www.dunyabizim.com/Manset/13962/musluman-bir-belde-ama-islamdan-iz-yok.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder