27 Mayıs 2013 Pazartesi

Myanmar’da Amerikan Çıkarları ve Arakan Müslümanları / American Interests in Myanmar and Rohingya Muslims

Mehmet Özay                                                                                                                 25 Mayıs 2013

Myanmar is inevitably a new dimension of American interests pertaining to her geo-strategic and economic reasons. Though human rights of the Rohingya Muslims have not been considered in a significant level by the majority of the world powers, it is more benefitial to support junta regime of Myanmar..


Myanmar Devlet Başkanı Thein Sein’in beklenen Amerika ziyareti gerçekleşti. Bu ziyaret, geçen yıl Kasım ayında Obama’nın ikinci kez Başkan seçilmesinden hemen sonra Güneydoğu Asya’ya yaptığı ziyaretin iadesi anlamı taşıyordu. Ayrıca son yarım yüzyılda düne kadar Amerikan’ın Burma diye adlandırdığı bu devletten Yeni Dünya’ya yapılan ilk ziyaret olma özelliği taşıyor. Bu sembolik ziyaretin bir diğer adı ise, kuruluş yıllarında Bağlantısızlar Grubu’nun neredeyse kurucu aktörleri arasında yer almaya aday bir ülkenin Batı marjinine kayışının öyküsüdür.

Eski general, yeni ‘reformcu’ Thein Sein, ülkesinde siyasi özgürlükler konusunda ne kadar mesafe alındığının ‘raporunu’ vermek üzere Washington’daydı. İnsan hakları politikalarında verdiği sınavda yol kat ettiğinin yeni bir göstergesi olarak ülkesinden ayrılmadan hemen önce belli sayıda siyasi mahkuma özgürlüklerini tanıyan belgeye imzasını atmıştı. Bu gelişmeler, Batılı sivil ve yarı sivil örgütlerin rapolarında ısrarla yer verdikleri siyasi tutuklular sınıflamasında başarı hanesine konulacak icraatlardı.

Öte yandan, belki de kaderin bir cilvesi olsa gerek, Obama-Sein görüşmesine denk gelen günler ve saatlerde Myanmar’da yedi Müslüman geçen Mart ayındaki çıkan olaylarda hayatını kaybeden bir Budist rahibin öldürülmesinden sorumlu tutulmuş ve uzun yıllar sürecek hapis cezalarına çarptırılmışlardı.

Aslında Amerikan yönetiminde Obama’nın başını çektiği iyimserler ‘kulübü’ne rağmen, Myanmar konusunda temkinli yaklaşılmasını salık verenler de yok değil. Bu ülke bir yandan, demokratikleşmesiyle öne çıkartılır ve uluslararası arenada meşruiyet kazandırılırken, öte yandan oldukça tehlikeli bir yönü olduğuna da dikkat çekiliyor. Kimi yayın organlarında, Myanmar’daki şiddet ‘kültürü’, Yugoslavya’nın dağılmasıyla 1990’larda ortaya çıkan ve bugün ulusalararası siyaset literatürüne ‘Balkanlaşma’ olarak geçen olgunun tekerrür ettiği vurgulanıyor. Sanki o dönem, Batılı devletler ve kurumlar Balkanlar’da yaşananlara beklenen yaklaşımı sergilemişlercesine bugün bu olguyu maharetmiş gibi Myanmar için gündeme getiriyorlar. Burada açıkça bir saptırma olduğunu vurgulamak lazım. Yani, Müslüman unsurlar birkaç yıl öncesine kadar Myanmar denilen ülke topraklarında devletin ‘yüce’ koruması altında hür ve bağımsız yaşam sürüyorlardı da, ‘diktatöryal’ yaklaşımını ‘demokrasiye’ evirmesiyle Budist militanların maharetiyle ‘etnik çatışmalar’ başladı. Öyle mi acaba? Buna, olsa olsa, altmış yıllık Burma/Myanmar diktasını onurlandırmak denir.

Bu bağlamda, Amerikan’ın bölgeye ilgisinde jeo-stratejik ve ekonomik çatışmaların rolü unutulmamalı. Amerikan terazisinde Myanmar’daki Müslümanların ahvali ile ekonomik kazanımlar eşdeğer değil. Bu çerçevede, Amerikan yönetiminden, başta Arakanlılar olmak üzere Myanmarlı Müslümanların en temel insani haklarını savunması ne kadar beklenebilir? Amerikan’ın Myanmar’daki ‘demokratikleşme’ sürecine yaklaşımı, kuşku yok ki, Güneydoğu ve Doğu Asya’da ‘şimdilik’ düşük yoğunluklu süren teritoryal sorundan ve gelecek vaad eden potansiyel ekonomik kazanımlardan bağımsız değil. Yakın döneme kadar, Myanmar’a uygulanan ambargonun karşılık vermemesi üzerine, sanki ambargoyu kaldıracak büyük çaplı değişimlere kapı aralanmışcasına birdenbire Amerikan ve de ardından Avrupa Birliği yöneticilerinin Myanmar’ın kapısını arşınlamalarında bu bölgede giderek ivme kazanan uluslararası çekişmelerin başat bir rolü var.

Çin’in siyasi ve ekonomik etkinlik sahasını genişletme yönünde politikalar ve bunların somut icraatlara dönüşmesi karşısında Amerika’nın müdahalesiz kalması beklenemez elbette. Çin bir yandan Myanmar üzerinden Bengal Körfezi ve de dolayısıyla Hint Okyanusu’na açılma projesi üzerinde kafa yorar ve Mekong Vadisi’ni boydan boya kesecek karayolu projesinin hesaplarını yaparken, öte yandan aralarında soğuk savaş’ın devam edegeldiği Hindistan’la “güven inşasına” başlar ve hemen akabinde, ‘Acaba hangi alanlarda işbirliği yaparız?’ sorusunun cevabını alma sürecini derinleştirme uğraşı verirken Amerika’nın kılını kıpırdatmaması beklenemez. Öyle bir coğrafya etkileşiminden bahsediyoruz ki, Himalayalar’ın bir ucundan diğerine, bir koluyla Pasifik’e diğer koluyla Hint Okyanusu’na uzanan devasa bir alan bu. Herhalde, Asya Yüzyılı’nın dinamiklerinden biri bu olsa gerek.  

Bu nedenledir ki, Amerikan yönetimi küresel etkileri olacak bu gelişmeler karşısında, bölgeye dair kendi gelecek kurgusunu somutlaştıracak araçları oluşturma arzusunda. Bunun içindir ki, bölgenin ekonomik yatırımlar ve kalkınma anlamında ‘premature’ ülkesi Myanmar pilot bölge seçilmiş durumda. Obama, Thein Sein’in ‘sözde’ reform çabalarına desteğini sunarken, hemen ardından konunun ekonomik yatırımlara gelmesi son derece doğal. Çin’in silah satışı, -şimdilik durdurulsa da- dev baraj projesi, maden kaynaklarını devşirmesi ve envai türden malın ‘black market’ maharetiyle Myanmar üzerinde ekonomik bir baskı kurması karşısında Obama, hem de çok naif bir açılım sergileyerek. Myanmar’da tarım faaliyetlerinin geliştirilmesi için ön ayak olabileceklerini belirtiyor. Bir de söylenmeyen yönü var bu işin. Onu da biz söyleyelim. Başta Ford, General Electric, Caterpillar gibi dev çok/uluslu şirketlerin yönetimleri Myanmar’a girme kararının altına imza attı bile.
Amerikan yönetimi, şunun şurasında bir yılının dolmasına birkaç gün kala Arakanlı Müslümanların maruz kaldıkları ‘yeni’ zulmün tastamam gözler önünde olduğunun farkında değilmiş gibi davranmayı yeğliyor açıkçası. Eyalet Başkenti Sittwe’de evlerine, işlerine, okullarına gidemeyen Arakanlı Müslümanların aylardır, esir kamplarını aratmayacak koşullardaki barınaklarda tutulmaları, yolunu bulanın okyanusa açılmaktan başka çözümünün olmadığı ve gene süreçte yüzlerce mazlumun okyanus sularına ‘kapılarak hayatını kaybetmesi Batılı yöneticilerin siyasi idraklerini güncellemeye ve insani yaklaşımlarını ortaya koymalarına kafi gelmiyor. Bu sürecin tetikleyicisi hadiselerden sorumlu olanları ortaya çıkartacak ‘ulusal komisyonun’ ne türden bir araştırma yaptığı ve bir yıl sonunda nasıl bir sonuca ulaştığını sorgulayacak adalet duygusu ve bunun pratiği olan yargı sürecini gündeme getirmeyi de gereksiz addediyorlar. Veya aylar öncesinde yapılacağına karar verilen ‘Müslümanları’ kayıt altına alma işlemlerinde nasıl bir aşama kaydedildiğini, bunun Müslümanları ülkenin ‘asli unsurları kabul ederek kimlik belgesi verme işlemi mi ‘ yoksa bu kitleyi ‘Bengaldeş göçmeni’ statüsüne sokmayı hedefleyen ‘sinsi’ bir politikanın ürünü mü olduğunu sorgulayan yok. Ama bu çevreler kalkıp rahatlıkla Thein Sein’i ‘reformcu Başkan’ sıfatıyla selamlayabiliyorlar. Bir de bu süreçte ‘umutluyuz’ diyen çevrelerin de umudu nerede aradıklarını sormak zamanı şimdi. Yoksa bu sıfatı sarf ederken, kendi kazanımlarını kastediyorlar olmasınlar acaba?

Obama’nın ikili görüşmede neler dediğine bir bakalım... Ekonomi ve siyasi açılımlarda iyi yoldasınız, bir de şu Müslümanlara yönelik şiddeti bırakın. Tabii bu ‘şiddet’ kavramı zikrederken cümlenin içerisinde ‘communal’ sıfatını kullanması da olan bitenin Amerikan yönetimince nasıl bir çerçevede anlamlandırıldığını veya anlamlandırılamadığını net bir şekilde ortaya koyuyor. ‘Communal violence’ demekle, aslında ortada iki toplumsal grup var ve iki grup şu veya bu şekilde eşit ağırlıkta itişip kakışıyorlar gibi bir eğretilemeyi de beraberinde getiriyor. Bu bile sorunun ismini koymada bile büyük bir zaafiyet olarak kendini izhar etmeye yetiyor. Olan biten hakikaten bu mu? Yani sadece Arakan Eyaleti’nde değil, giderek ülkenin diğer bölgelerindeki Müslüman kitleleri de hedef alan bir süreç yaşanırken Müslümanlar ve Rakhin/Burma Budistleri meydan kavgası mı veriyor? Yoksa Başkent Naypyidaw’daki siyasi karar mekanizmalarının yaktığı yeşil ışıkla, Budist Myanmar polis ve asker güçlerinin nezaretinde Budist rahiplere eklemlenmiş halk yığınlarının Müslümanları yok etme arzularını  ortaya koyacak bir toplumsal linç mi söz konusu? 

Ortada geçmişi düne, geçen yıla değil, neredeyse bir yüzyıla uzanan siyasi, etnik, dini ayrımcılıktan söz ediyoruz. Bu bağlamda, Myanmar yönetimi nezdinde ne siyasi iradeden, ne de çoğunlu Burma olan azınlıklar toplumu Myanmar’da toplumsal bir sözleşmeden bahsetmek mümkün. ‘Şiddet’ dendiğinde, Budist rahipler önderliğindeki Burma ve Rakhine topluluğun Müslüman kitlelerin canlarına kastı, mallarını mülklerini yağmalamaları geliyor. Ancak, özellikle Arakan’da sorun Budist halkın uyguladığı ‘şiddet’ değil, siyasi rejimin en hafif deyimiyle kayıtsızlığından kaynaklanan siyasi bir sorun var. Amerika ve AB yönetimleri bu siyasi sorunu ortaya koyacak ve de çözümünde ısrarcı olacak bir yaklaşımı bugüne kadar göstermediler. Bundan sonra gösterecekler mi? Hadi bir ihtimal diyelim, ancak bir şartla. O da, yakın gelecekte yeter sayıda Arakanlı Müslüman Rakhine Eyaleti’nde yaşam sürmeye devam edebilirse.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder