26 Nisan 2013 Cuma

Malezya’da Yüzyılın Seçimi (III)

Mehmet Özay                                                                                                                   23 Nisan 2013

Malezya’da seçim süreçleri, ülkede geniş kesimlerce içten içe modern ulus inşa biçiminin sorgulandığı dönemler olarak dikkat çeker. Aslında, uluslaşma süreci hiç bitmemiş, bir yazarın Endonezya için dile getirildiği üzere, seçimler uluslaşmayı bekleyen sürece eklemlenen ara istasyonlar hüviyetindedir. Bir yanda muhalefet kanadının 2005’den bu yana dillendirdiği reform/değişim talepleri; öte yandan iktidarın bu argümanlardan hareketle son birkaç yılda yoğunlaştığı ‘transformasyon’ söylemi ve icraat boyutu gündemin baş sırasında. Ancak ilk etapta bu iki yaklaşım arasında benzerlik varmış gibi gözükse de, muhalefetin argümanları, yani reform/değişim olgularını ‘rejim değişikliğiyle’ birlikte zikretmesidir. Aşağıda, kısaca bu reform olgusu ve rejim değişikliği talebinin dayanaklarını üzerinde duracağım.

Bu nedenle, bir yazı dizisine konu olacak kadar dikkat çekici olan 5 Mayıs seçimlerini doğuracağı sonuçlar nedeniyle ‘yüzyılın seçimi’ olarak belirledik. Bu olgu üzerinde biraz daha durmakta fayda var. 6 Mayıs sabahı ülkede hangi siyasi koalisyon iktidar olursa olsun ülke siyasi tarihinin yeni bir safhaya evrileceğine kuşku yok. Öyle ki, bu başlangıç seçim arefesinde her iki koalisyon bünyesinde ortaya çıkan değişimlerle kendini belli etmeye başladı bile. Örneğin, bugüne değin iktadarı ve muhalefetiyle ırk, din, ‘aşırı’ milliyetçilikler üzerinden yürütülen siyasi söylem her iki koalisyon içerisinde hangi partiden hangi dinden olursa olsun milletvekili adaylarının desteklenmesi kararı uygulamaya geçirilmeye başlandı. Tabii erken davranıp bu yönelimi, sadece koalisyon ortakları arasında masabaşı söylemi olarak yaftalayanlar çıkabilir. Ancak hem iktidar hem muhalefet kanadı bağlamında -velev ki siyasi çıkarlar uğruna olsun- böylesi bir psikolojik bariyerin aşıldığını gösteren örnekler yaşanmaya başlandı bile. Bu, aynı zamanda geniş toplum kesimleri arasında önemi azımsanmayacak “toplumsal yarıkların” üstesinden gelinebileceğinin de işaretini vermiyor değil. İktidar ortaklarının aday listesinin belirlenmesinde tek karar mercii olarak Başbakan Necib’e işaret etmeleri ve Cumartesi günü bu aday listesine birkaç ‘arıza’ dışında tepkinin gelmemiş olması; öte yandan, muhalefet içerisinde öyle böyle değil, Lee Kuan Yew’ın artıkları olarak da tasvir edilebilen DAP’ın Seçim Komisyonu’nun ‘parti logosunu’ iptal kararı ihtimali üzerine PAS logosuyla seçimlere katılma kararı alması; gene bazı DAP adaylarının PAS listesinden seçime katılma kararı alması vb. gelişmeler eşine daha önce rastlanılmayan siyasi değişimler olarak adlandırılmayı hak ediyor. Her iki koalisyon kanadının birbirlerini bel altından vurma çabaları üzerinde durmadan, aslında yukarıda söylediğimiz hususun Malezya siyasi geleneğinde yeni oluşumlara kapı aralayacak önemli doneler içerdiğine vurgu yapmak lazım. Bu gelişme, öyle böyle değil, geçen 57 yıllık modern Malezya devletinde tek bir ulus olma bilincinin halihazırda zaafiyetini giderecek denli toplumsal vecheleri içeriyor. Tam da bu noktada Dato Onn bin Cafer’in yaşadığı dönemin ötesinde bir siyaset adamı olarak ortaya koyduğu projeyi hatırlamamak mümkün değil...

Ülke siyasi ve toplumsal yapısının çeşitliliğinden hareketle seçim sonuçlarının çoğul faktörlerin etkileşiminin bir ürünü olacağını söyleyebiliriz. Kuşkusuz ki, siyasal yaşamının şekillenmesinde bağımsızlık öncesinde ırklar arası ‘ittifakın’ belirleyiciliği başat bir faktör. Bu ittifak, İngilizlerin ülkeye bağımsızlığın şartı olarak gündeme getirildiği pek çok akademik yayında dile getiriliyor. Bu anlaşmanın görünür yanı olduğu gibi, ‘görünmeyen’ yanları olduğu da araştırmacılarla vurgulanan hususlardandır. Bu bağlamda ülke siyasal yaşamında başat rol oynamış ve yapılan 12 Genel Seçim’de sürekli hükümeti oluşturmuş Ulusal Cephe’nin yapılan ‘toplumsal sözleşmenin’ doğrudan bir yansıması olmadığı söylenemez. İşte bu nokta bile tek 13. Genel Seçimlerin neye gebe olduğunu anlamak adına önemli. Tam da bu noktada modern Malezya siyasetinde iktidar-muhalefet ilişkisini dikkate alacak olursak, bu sürecin bağımsızlık öncesinde UMNO saflarında yaşanan görüş ayrılıklarına dayandığı görülür. Bu minvalde, gözler 1940’lı ve 1950’li yılların karizmatik lideri, UMNO’nun kurucu figürü ve de ilk başkanı Dato Onn bin Cafer’in partiden ayrılması sürecine kadar uzanır. Öte yanda, UMNO içerisinde mücadele eden ‘İslamcı kanada’ mensup üyelerin ayrılmasıyla PAS’ın oluşumu da aşağı yukarı aynı yıllara rastlar. Dato Onn bin Cafer, Malay Milliyetçi Partisi’yle seçimlere girsede varlık gösteremedi. PAS ise özellikle 70’li yıllardan itibaren Kelantan, Terengganu ve Kedah gibi Kuzey Eyalet’lerinde önemli bir yapılanma gösterdi. Niçin bu eyaletler? Tarihsel olarak Malaya topraklarında İngilizler öncülüğünde kalkınma modernleşme süreçleri güney ve batı sahil kesimi boyunca gerçekleşmiş; öte yandan geleneksel İslam toplumu ve Patani ile siyasi ve kültürel yakınlıklar nedeniyle bir anlamda farklı bir siyaset iklimine sahip olagelmiştir.

Bu bağlamda, Ulusal Cephe ittifakının kökeni yani saç ayağı UMNO, MCA, MIC bağımsızlık öncesine dayandığına dikkat çekmekte fayda var. Bu kurucu gücün, ülke siyasal ve toplumsal yaşamını şekillendiriciliğine şüphe yok. Öte yandan, bu gücün dayanak noktasının ‘ferâgat’ ve ‘paylaşım’ kavramları çevçevesinde oluştuğunu göz önünde bulundurmaksızın ülke derin siyasetini ve bu siyasetin toplumsal yapının neredeyse her zerresine nüfuzunu anlamak ve anlamlandırmak mümkün değil. Bu iki kavramın ülkeye bahşettiği kazanımların yanı sıra, açmazları da dikkate alındığında bir dikotomiden bahsedilebilir. Bu yapının modern Malezya toplumunun bir anlamda varlık nedenini oluşturmasıyla neredeyse doğal bir gerçeklik olarak kanıksanmış izlenimi verilmektedir. İşte bu dikotomidir ki, ülkede ‘paylaşımlar’ kadar, kimi zaman sessiz sakin kimi zaman yüksek sesle ve toplumal karşı duruşlar şeklinde ortaya çıkan ‘çatışmalar’ın kaynağını teşkil ediyor.   

Seçimlerde iktidarın en önemli silahı hiç kuşku yok ki, Başbakan Necib olacak. Enver İbrahim’in bir demecinde değindiği üzere, UMNO hiç bu kadar tek lider üzerinden siyaset yapmamıştı. Başbakan Necib’in UMNO ve iktidar ortaklarınca ‘tek lider’ figürü olarak seçilmesinde bazı hususların dikkat çekici olduğu düşünülebilir. UMNO bu geleneği bozarak tüm icraatlarda Necib’i öne çıkartarak UMNO ve Ulusal Cephe’ye yönelik ağır ithamları bertaraf etme ve ‘Halkçı Başkan’ imajıyla parti saflarına yönelik eleştirileri engellemeye yönelik izlenimi veriyor. Bunlar arasında UMNO ve iktidar ortakları arasında pek de gizli saklı olmayan bölünmüşlük izleniminin giderilmesi. Bu ‘tek adam’ figürünün bir diğer somut göstergesi, Başbakan’ın aday belirleme sürecinde bizzat karar mercii olarak öne çıkışıydı.

Ulusal Cephe lider kadrosunun 2008 yılı seçimlerine yönelik eleştirisi ve tabii ki, üçte iki çoğunluğun yitirilmesi bağlamında seçim mağlubiyetinin faturasını ‘ittifak’ güçleri arasındaki husumet, çekişme vb. genelde psikolojik bağlamda algılanabilecek türden kopmalara bağlıyordu. Bu nedenledir ki, 5 Mayıs seçimleri öncesinde söz konusu lider kadronun, özellikle de Başbakan Necib’in ittifak içinde bir kez daha böylesi bir kopmanın meydana gelmemesi yönünde ısrarla durması önemli. Bu kopmaların nasıl yaşandığına değinelim... Toplamda on üç partinin ittifakından oluşsa da, Ulusal Cephe’nin atardamarı konumundaki üç siyasi partinin yani UMNO, MCA ve MIC içerisinde çeşitli seçim bölgelerinde ‘merkezin belirlediği’ adaylar konusunda tabanda arzu edilen birlik tesis edilemiyor. Aday belirleme sürecinin merkezden yapılmasının elbette ülkedeki azınlıklarla ilgili güce dayalı bir orantı üzerinde geliştiğini görmek mümkün. Ağırlıklı olarak da gücün UMNO kanadında ortaya çıkması Çin ve Hintli seçmenler arasında karar mekanizmasının tümüyle kendi inisiyatiflerinin geçerli olduğu seçim sandığında ortaya çıkıyor. Bu süreçte ilgili siyasi partilerin yerel liderlerin yönlendirici pozisyonda olduğunu da unutmamak gerekir. Açıkçası, bu hassas ‘kaymaların’ bir kez daha nüksetmesi demek, Ulusal İttifak’ın ülke siyasal tarihinde hükümeti kuramaması sonucunu doğuracağı ihtimalini kimse göz ardı etmiyor.

İktidarın geçen dört yıllık süre zarfında muhalefetin ortaya koyduğu reform/dönüşüm projeksiyonunu bir tür politik ilham olarak algıladığı ve somut politikalar evrilmesi niyetini hayata geçirdiği görülüyor. İktidarın böylesi pragmatik bir sürece imza atmasında ülke siyasi muhalefetinin giderek artan söylem ve etkileme gücü kadar, son iki yılda Ortadoğu’da neşet eden reformcu/özgürlükçü  çıkışların bir şekilde bölgede kendini ortaya koyabileceği kaygısının da yer tuttuğunu unutmamak gerekir. Bu bağlamda iktidar ne gibi reform/dönüşüme imza attığına baktığımızda karşımıza şu hususlar çıkıyor: a) Meriotokrasiyi öncelleyen bu politik tutumun iktidar çevrelerinde politik bir söyleme evrildiği 2009’dan itibaren görülmektedir; b) 1970’de kabul edilen üniversite yasasının değiştirilmesi; c) 1950’lilerden itibaren gündemde olan ISA yasasının güncellenmesi; d) Seçim Yasası’nda bazı değişiklikler; e) azınlıkların ekonomi, eğitim ve kültürel hakları noktasında girişimler; e) ‘sosyal devlet’ imajını inşaya matuf bir dizi girişimler... Tüm bunların ötesinde, Başbakan’ın tıpkı ülkenin ikinci başbakanı ve aynı zamanda babası olan Tun Razak’ın kalkınma odaklı politikalarına benzer açılımlarla halkın karşısına çıkması.

“İktidar karşısında nasıl bir muhalefet bulunuyor?” sorusu, Halk Cephesi’nin (PR) üç ana organına bakarak anlaşılabilir. Genelde uluslararası basında Enver İbrahim adı ve ardından “Temiz Toplum Hareketi” (Bersih) ile öne çıkan muhalefet nasıl bir siyasi yapılanma arz ediyor? Halkın Adaleti Partisi’nin (PKR) siyasi geçmişi, Enver İbrahim’in başına gelenlerle paralellik arz eder. Bu nedenle, bir anlamda İbrahim’in son on beş yılda yaşadıklarının PKR’ın varlığı üzerinde etkisi çok büyük. Bu çerçevede, 1999 yılında dönemin Maliye Bakanı Enver İbrahim’in çeşitli suçlamalarla UMNO’dan ve bakanlık görevinden uzaklaştırılarak mahkemede mahkum olması, neredeyse eleştirileri sistemin tamamına yönelten ve ülkede ‘reform’ olgusunun gündeme getirilmesine neden oldu. Bu oluşum, bir anlamda 1982 yılında Malezya Müslüman Gençlik Hareketi -ABIM’in (Angkatan Belia Islam Malaysia) liderliğinden UMNO saflarına katılarak ülkedeki pek çok çevreyi özellikle de İslamcı oluşumları şaşırtan gelişmeden sonra yaşanan en önemli değişimdi.

Öyle ki, ülkede İslamcı gençlik hareketinin ideologluğunu yapmış olan Enver İbrahim, 1998 ve sonrasındaki gelişmeler bağlamında yeniden bir siyasal ve toplumsal fenomen olarak ortaya çıktı. Bu bağlamda reform süreci, tüm farklılıklarına rağmen, toplumun etnik ve sınıfsal katmanlarının bu fenomen etrafında buluşması ve toparlanması olarak da okunabilir. Bu süreç hiç kuşku yok ki, Malezya politikasının ‘Enverli mi Enversiz mi’ evrileceğinin de ifadesi olacaktır aynı zamanda...  2008 seçimlerinde muhalefetin Malezya modern siyasal tarihine damgasını vuran parlamentoda üçte iki çoğunluk geleneğini bozmasının ardından yaşananlar, muhalefetin Enversiz var olamayacağını, iktidar merkezini tutan başta UMNO olmak üzere Ulusal Cephe’nin de Enver unsurunu yok sayamayacağının kanıtıydı. Geleneksel güç odaklarının sözcülerinin zaman zaman verdikleri demeçlerde neredeyse hedefteki tek ismin Enver olması da bu yaklaşımı destekleyen bir başka gelişme. Örneğin, Dr. Mahathir’in ‘Bersih’ gösterilerine atıfta bulunarak yaptığı bir açıklamada “Enver olmasa bu tür kitle gösterileri olmaz” şeklindeki vurgusu buna en açık örnek. Bu nedenle gerek muhalefet gerekse iktidar aygıtını elinde tutan güçler nezdinde Enver’in farklı bağlamlarda olmak şartıyla vazgeçilmesi mümkün olmayan bir yer tuttuğu kesin. İbrahim’in mahkum olduğu yıllarda eşi Dr. Wan Azizah tarafından kurulan ve gençlik yıllarından birlikte olduğu kadroların yanı sıra, ülkenin önemli entellektüel ve akademisyenlerinin de içinde yer aldığı siyasi çevrenin verdiği destekten oluştuğu görülür. PKR Malay ağırlıklı ve içinde Çin ve Hint kökenli siyasetçilerin de rol aldığı bir siyasi hareket görünümünde. Kuruluşundan bugüne kadar ülke siyasal yaşamında reform hatta ve hatta UMNO rejiminin değişimine işaret etmesiyle dikkat çekiyor.

Muhalefet kanadında önemli bir güce sahip olan bir diğer oluşum DAP. MCA’yın Çin haklarını koruyamamasından hareketle Çin azınlık içerisinde doğan DAP belli bölgelerde önemli oy potansiyeline sahip. Partinin ideolojik temellerinini Singapur’un kurucu babası Lee Kuan Yew’un ortaya koyduğu ve kuruluşundan itibaren siyasi egemenliğin ve meşruiyetin Malay Müslümanlar -ki bunu UMNO olarak anlamak isabetli olacaktır- üzerinden sürdürülmesi olgusuna eleştirel yaklaşan, bunun yerine modern ulus devlet bağlamında ‘Malezyalılık’ olgusuna vurgu yapan Malezya Malezyası (Malaysian Malaysia) fenomoni oluşturuyor. Singapur’un 1965 yılında ülkeden kopuşundan sonra, DAP Malezya siyasetinde bu siyasi hedefin takipçisi oldu ve bunu 2008 seçimlerinde Penang Adası’nda kazandığı başarıyla kanıtladı. DAP’ın güttüğü başat argüman, bağımsızlık öncesi ‘paylaşım’ temeline dayalı anlaşmaya değil, ülkede yaşayan her etnik unsuru öncelleyen bir duruşa dayanıyor. Bu noktada Ulusal Cephe ittifakında rol alan MCA’ya Çin haklarını koruma kollama’ noktasında zaafiyet gösterdiği olgusunu işleyerek Çin kökenli seçmenler üzerinde siyasi kazanım amacı taşıyor.

Halk Cephesi’nin üçüncü büyük ortağı konumundaki PAS’ın siyasi varlığı bağımsızlık öncesindeki sivil hareketlere dayanıyor. Bu bağlamda kuruluş sürecinde UMNO saflarında yer alan alimler çevresine mensup üyelerin bir bölümünün bu siyasi hareketten ayrılışıyla kuruldu. PAS’ın geçen on yıllar içerisinde Malezya siyasetinde kendine has bir yeri olduğu görülür. Özellikle ülkenin kuzey eyaletlerinde, yani Kelantan, Terengganu, Kedah, Perlis’de varlığı hissedilen ve İslamcı motiflerin güçlü bir şekilde kullanıldığı bu siyasi hareket gelenekselci bir çizgi takip etmesiyle dikkat çekiyor. Bu bağlamda, daha çok kırsaldaki seçmene hitap ettiği ileri sürülse de, son dönemde, üniversite çevreleri, profesyoneller arasında da varlık göstermeye başlamış ve bünyesine kattığı örneğin 1986-1997 yılları arasında UMNO saflarından Selangor Eyaleti Başbakanlığını yürütmüş Muhammed Taib gibi yeni yüzlerle bir tür iç dönüşüme konu olmaktadır. Bu yeni isimlerle ‘kırsaldaki geleneksel Müslümanların’ partisi olmaktan çıkıp, metropollerde diğer dinlerden ve ırklardan seçmenlere de yönelen bir ana akım siyasi parti imajı kazanmaya çalıştığı yorumları güçlü bir yer tutuyor. PAS’ın iç dönüşümü veya açılımının bir diğer göstergesi, ana akım medya editörlerinden A.Jalil Hamid’in ileri sürdüğü üzere geçen seçimlerde Selangor, Kedah, Negeri Sembilan, Perak gibi Malay Yarımadası’nın batı yakasındaki eyaletlerde varlık göstermesi kadar, 5 Mayıs’ta Cohor gibi özellikle UMNO’nun kalesi olarak bilinen Eyalet’e çıkarma yapmasıdır.

Bununla birlikte, seçimde muhalefeti zora sokacak zaafları neler olduğu sorusu da önemli. İlk etapta söylenecek husus, ittifak olgusu gündeme getirilse de bu birlikteliğin Ulusal Cephe gibi geçmişi bağımsızlık öncesine dayanan siyasi hareketi gibi güçlü bir yapılaşma sergilemediğidir. Bu nedenle, olası bir siyasi zafer sonrasında kimin başbakan olacağı, bakanlık dağılımı gibi kamuoyunun merak ettiği konularda herhangi bir açıklama yapılmaması ittifak güçlerinin bu konuları şimdilik gündeme getirmediği şeklinde yorumlanıyor. Öte yandan, DAP’ın önde gelen isimlerinden Karpal Singh’in Müslüman olmayan bir siyasetçisinin de başbakan olabileceği yönündeki açıklamaları; PAS’ın başbakanlığa parti lideri Hadi Awang’ı uygun görülmesi yönündeki talebi ittifakın başbakan adayı konusundaki sıkıntılarını ortaya koyan örnekler. Buna ilâve olarak her siyasi parti, özellikle kimi seçmen ölgelerinde tek aday belirleme noktasında zaafiyet yaşıyor. Bu iç çekişmenin kime yarayacağı ise malum...

Sıra şu soruya cevap vermeye geldi: “Seçim ertesinde neler olacak?” Bu seçimlerin ‘adil’ olup olmadığına bağlı olacak. Peki ‘adil’ olduğuna kim karar verecek? İşte zaten sorun da buradan zuhur ediyor. Seçim Komisyonu’nun muhalefetin 2008 yılından itibaren ‘reform’ talebine binaen bir dizi yeniliği gündeme getirdi. Ancak muhalefetin bundan tatmin olduğunu söylemek güç. Muhalefet bu noktada seçim komisyonunun ‘iktidarın’ bir aygıtı olmakla suçladığı biliniyor. Bu nedenle, muhalefetin seçim günü yapılacak bazı illegal girişimlere ve seçimi kaybetmeleri karşısında kitle gösterileri düzenleyeceği konusunda tehditvari açıklamaları basında önemli yer tutuyor. İktidar, güvenlik güçlerinin seçim günü ve sonuçların açıklanmasından sonra ‘görevini yapacağı’nı belirtmesi potansiyel bir toplumsal huzursuzluk kaynağı olduğuna kuşku yok. Her iki siyasi kanat tarafından bu potansiyel kaos ortamına ‘Ortadoğu referansı’ ile atıf yapılmasının tahmin edilebileceği üzere avantajları ve dezavantajları bulunuyor. Seçim sonuçlarına yönelik kaos söylemi sadece muhalefetin girişimiyle sınırlı değil. Kimi çevreler, Halk Cephesi’nin Parlamento’da sandalye çoğunluğunu elde etmesi halinde özellikle Ulusal Cephe’nin kimi oluşumlarının sokaklara çıkacağı da gündemde yer alıyor. Yani her halükârda güvenlik güçleri sürecin tam da ortasında olacak...  

Muhalefetin, 57 yıllık iktidar geleneğine nokta koyacak bir sonuç alması halinde bugüne kadar ikinci plânda kalmış, en azından gündeme getirilmesinden kaçınılmış ‘Başbakanlık’ konusu gündeme gelecek. Enver İbrahim’in en büyük aday olduğuna kuşku yok. Öte yandan, gerek Karpal Singh’in ‘Müslüman olmayan bir siyasetçinin de Başbakan olabileceği yönündeki görüşleri; PAS içinde Başkan Abdul Hadi Awang’ın Başbakanlık için en iyi aday olduğu yaklaşımı belki koalisyon partilerinin sempatizanlarına ‘mesaj’ niyetinden öte bir anlam ifade etmeyebilir. Hiç kuşku yok ki, iş Putrajaya’da siyasi güç paylaşımına geldiğinde her şey süt liman olmayacak...


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder