5 Şubat 2013 Salı

Patani Deklarasyonu Yayınlandı


Mehmet Özay                                                                                                                   4 Şubat 2013

Tayland Prince Songkla Üniversitesi’ne bağlı Pattani İslami Çalışmalar Enstitüsü'nce 14-16 Ocak tarihleri arasında ikincisi gerçekleştirilen uluslararası konferansa dair bir süre önce, Patanili bazı dostlarla yaptığım görüşmeleri ve gözlemleri aktarmıştım. Bu yazıda, konferans içeriğine dair bir şeyler söylemenin faydalı olacağına inanıyorum.

Öncelikle, konferansa kimler iştirak ettiğine kısaca bir bakalım. Çeşitli oturumlarda makalelerini paylaşan akademisyen ve araştırmacıların sayısındaki sınırlılığa rağmen, konferansı takip eden yabancı davetlilerin sayısı dikkat çekiciydi. Söz konusu bu ülkeler arasında, Malezya, Endonezya, Singapur gibi bölge ülkelerinin yanı sıra, Pakistan, Hindistan, Suudi Arabistan, Filistin, Türkiye, Katar ve Mısır yer alıyordu. Bu vesile ile Türkiye’den Fırat Üniversitesi uluslararası ilişkilerden sorumlu Rektör Yardımcısı Prof. Dr. Deniz Şen’in, İstanbul Üniversitesi İlahiyat Fakültesi Dekanı, Prof. Dr. Şinasi Gündüz’ün de hazır bulunduğunu ifade edeyim.

Fırat Üniversitesi ile Prince Songkla Üniversitesi arasındaki işbirliği çabalarını olduğunu görmekten ayrıca memnuniyet duyduğumu belirtmek isterim. İki yüksek öğretim kurumu arasında geliştirilmesi öngörülen ilişkinin, sadece ‘İlahiyat’ alanında değil, Pattani bölgesinin ekonomik kalkınma projeksiyonunu ortaya koyacak bir fizibilite ve akabinde pratikte Patani Eyalet yönetimi ve özellikle de halkıyla işbirliğini geliştirmeye yönelik olarak üretim odaklı saha çalışmaların hayata geçirilmesinin önemi kaçınılmaz. Fırat Üniversitesi’nin kapasitesinin buna elverdiğini düşünmek kadar, Fırat Üniversitesi aracılığıyla Türkiye’nin Patani Eyaleti’nin ihtiyaçlarını dikkate alarak Türkiye’deki ilgili kurum ve kuruluşların teknik, insan kaynakları ve maddi destekleri ile bölgede önemli bir girişimin kapısı aralanabilir. Yüksek öğretim kurumları arasındaki ilişkinin geliştirilmesi aynı zamanda, Dışişleri Bakanlığı’nın bölge üzerindeki ‘niyetine’ de uygun düşeceği muhakkaktır. İlgililerin bu hususu dikkate alacaklarını umuyorum.

Şimdi, söz konusu bu konferanstan ne anlamamız gerektiğine dair bir şeyler söylemekte fayda var. Sunumlar ve özellikle Patani Deklarasyonu adıyla ortaya konan kapanış bildirgesi çerçevesinde, uzun yıllar Güneydoğu Asya İslamlaşmasında öncü bölgelerarasında yer almış ve bugün halen bir çatışma bölgesi olan Patani’de mevcut İslami eğitimin kökenlerinde reformcu hareketin belirleyicilik rolü oynamaya çalıştığı gibi bir sonuca ulaşmak zor değil. Haddi zatında bu durum, Patani özelinde yeni bir sürece işaret etmesiyle dikkat çekiyor. 19. yüzyıl ikinci yarısından başlayan süreç, ulus/devletlere eklemlendirilen ve bu yapı içerisinde varlık sürmek durumunda bırakılan ümmetin, sadece batının bilimsel ve kültürel devrimleriyle değil, aynı zamanda bunun ürettiği ulus devletler içerisinde de var olma mücadelesi üst üste gelen meydan okumalar şeklinde değerlendirilebilir. Aradan geçen on yıllar boyunca, İslam eğitimi alanında yaşanan yenilikçi atılımlar karşılığını nerede bulduğu eleştirel bir yaklaşımı gerektiriyor. Geri kalmışlığı ileri sürülerek, İslam toplumlarının yeniden diriltilmesi çabasını eğitime endeksleyen yaklaşımın çeşitli ülkelerdeki gösterimleri birbiriyle ilişkili veya ilişkisiz olmakla birlikte, birleştikleri ortak nokta Batılı eğitim kurumlarının geçirdiği süreçlerin İslami eğitim kurumlarının yenilenmesinde hedef kılmakta olduğu dikkat çeker. Bu hususun, tastamam Patani’de de gündeme getiriliyor oluşu bu konferansın gayesini oluşturuyordu.

Amacın Batılı toplumların gelişmişlik düzeyini yakalamak olduğu ileri sürülen bu atılımlar zincirinin toplumsal yansıması, sadece ‘eğitimin’ rasyonelleştirilmesiyle kalmamakta, aynı zamanda belki bundan çok daha kapsamlı bir şekilde Müslüman toplumlarının Batılılaşmasına yol açmaktadır. Eğitimli kesimlerin talepleri, istekleri ekonomik ve sosyal gerçekliğini üretmekte gecikmemiştir. Temelde ekonomik verilere dayalı olarak gelişmiş veya gelişmekte olan şeklinde sınıflandırılan Müslüman kitlelerin çoğunluğunu teşkil ettiği devletlere bakıldığında eğitim alanında varsayılan gelişmelerin yeterli olmadığı ortak bir kanaati oluşturmaktadır. Reformcu düşünce yanlılarının ‘aradaki büyük açığı’ kapatma yolundaki çabaları devam ederken, bu çabanın ‘öte boyutları’ da dikkat çekiyor.

İslam Koleji’nin gelenekselleştirmeyi arzu ettiği konferansın akademik disiplin kadar, konferansın son günü açıklanan ‘Patani Deklarasyon’ Patani toplumu ve ilgili çevrelere mesaj niteliği taşıyan bir sivil inisiyatif rolünü de üstlendiği izlenimini edinmek güç değildi. Ancak gerek 2010, gerekse katılımcısı olduğumuz ikinci konferans sonunda ilân edilen bildirgelerdeki benzer bazı maddeler üzerinde iki açıdan durulması gerekiyor. İlk husus, söz konusu konferansın Patani sosyal yaşamını şekillendiren dini eğitim kurumlarının tümünü kapsamadığını, örneğin bölgenin hem İslamlaşma süreçlerine hem de İslam bilim ve kültür geleneğinin teşkilindeki rolüyle hiç de göz ardı edilemeyecek olan pondok adı verilen kurumların temsilcilerinin yer almadığı, sadece modern eğitim kurumu olarak dikkat çeken İslam Koleji ve Yala İslam Üniversitesi’nin öncü isimlerinin ve de diğer ülkelerden gelen bazı şahsiyetlerin görüşleri çerçevesinde şekillendirildiğidir. 

Patani’de köklü geleneksel İslami eğitim kurumlarının ve bu kurumların öncü isimlerinin böylesi bir deklarasyonda imzalarının olmaması, alınan kararların Patani toplum ve siyasi yapısını ne kadar bağlayıcı kıldığı, en azından bölgede İslami ilim çevrelerinin aralarında ‘ittifak’ oluşturamadığı konusunda birtakım haklı şüphelerin nüksetmesine neden oluyor. Bunun ötesinde, zaten bir şekilde var olan gelenekselci/modernist uyuşmazlığının bir süre sonra istenmeyen düzeylerde sosyal çatışmalara yön verebileceği ihtimalini göz ardı etmemek gerekir. Öte yandan, hâlâ sıcak çatışmalara konu olan bölgede Müslüman Malayların lideri konumundaki hem akademi hem de pondok çevresinin bu ittifaka kayıtsızlığı, ortak hedef belirlenememesi nedeniyle toplumda yüce idealler çerçevesinde hedef ve amaç birliği teşekkül ettirilememesi gibi bir arızaya neden olacaktır.

İkinci husus, deklarasyonun kimi maddeleriyle ilgili. Bu ilgili maddeleri dikkate almamızın temel nedeni, bu deklarasyonun ilân edildiği toprak parçasının siyasi, kültürel ve dini yapısıyla ilgili olmasıyla yakından alâkalı. Örneğin, ‘İslami çalışmaların sadece Müslümanlar arasında değil, aynı zamanda bütün insanlık için barış ve ahenk (harmony) içerisinde yaşama değerlerine vurgu yapması...’. Bu maddenin içeriği kadar, nerede söylendiği de önemli. Barış ve ahengi bozan unsurların neler olduğunu Patani ve uluslararası topluma açıklanmasında fayda var. Yüzyılı aşkın bir süredir Budist/seküler ulus-devlet sınırlamalarına maruz kalan Müslüman Patani halkı Güneydoğu Asya Müslüman azınlık toplumlarının karşı karşıya kaldığı sorunların benzerleriyle karşı karşıyadır. Bugün Patanililer kendi dillerinde basın-yayın faaliyeti yapamamakta; ne bir günlük gazete çıkartmaya ne bir kitap yayımına cesaret edebilmektedirler. Patanili entellektüellerinin, din alimlerinin ve sivil toplum kesimlerinin bu sorun üzerinde belirleyici bir düşünce ve eylem plânı geliştirmeleri Patani halkının yararına olacaktır. Şayet ‘İslami çalışmaların’ toplumda Müslim ve gayri Müslim toplumlarda ahenk ve barışı öncelleyecek girişimlerinin bölge halkının tarihi, kültür ve dini birikimlerini yok sayacak bir yapılanmayı hedefliyorsa, bunu zaten Bangkok merkezi hükümeti uzun süredir gerçekleştirmek için elinden geleni yapıyor. Bu noktada, ekstra bir sürece veya yapılanmaya gerek yok zaten.

Dikkat çekilmesi gereken bir diğer madde ise şudur: “İslami çalışmalar toplumda ve toplumlar arasında barış ve ahengin tesisi; büyüme, kalkınma ve sosyal adaletin başarıyla gerçekleştirilmesi için bilim ve teknolojinin geliştirilmesinin önemine vurgu yapmalıdır.” Bu madde, adına modern denilen dönemin başlangıcından bugüne değin, yer kürenin batısından doğusuna zorunlu veya gönüllü olarak transfer edilen bilim ve teknolojinin temelleri, hedefleri konusunda çaplı araştırmalar yapmak yerine, söz konusu bu iki olgunun Müslüman toplumlarda daha da başat hale gelmesine aracılık edecek bir sürece işaret edilmesinin ne kadar hayra yorulabileceği sorusunu akla getiriyor. Günümüz koşullarında, aslında uzunca bir süredir, bilim ve teknolojinin nihai plânda kapitalizm gibi gündelik üretim/tüketim diyalojik ilişkisine yol açan bir tür materyalizme endekslendiği  dikkate alındığında, böylesi bir yönelimin haddi zatında Müslüman toplumlara neler bahşedebileceği konusunda ciddi kaygılar söz konusu. 

Yukarıda zikredilen maddenin hedefi de Batılı bilim ve teknolojinin geliştirilmesinde İslami bilimlerin veya İslami bilimlerden şu veya bu şekilde beslenen çalışmaların aracı kılınması gibi bir tehlikeyi açığa vurmuyor değil. Maddede zikredilmese de, bilim ve teknolojinin tüketime dönüştürülebilirliğine dikkat kesildiğimizde, Müslüman kitlelerin gündelik yaşamdaki hazcı tüketim davranış biçimleri edinme gibi bir yönelime sürüklenecekleri üzerinde pek de durulmuyor. Aslında İslami bilimlerin hangi bilim ve teknolojinin geliştirilmesi üzerinde durulması gerekirken, kopyala/yapıştır yöntemiyle bir tür manipülasyonun ortaya çıkma tehlikesi seziliyor. Patani gibi, geleneksel değerlere sahip ve uzun süredir Budist Tay yönetiminin askeri baskısına maruz kalan bir toplumda, İslami bilimlerin ne olup olmadığı, neye hizmet edip etmeyeceği, şayet ortada bir maddi ‘geri kalmışlık’tan söz edilecekse, bunun geri ‘bırakılmışlık’la ilişkisi gibi hususların sadece ‘dışarlıklıların desteğini’ alarak Patani toplumuna ‘dayatmacı’ bir yönelimi andıran yaklaşımı izlemekle değil de, bizatihi Patanililerin tüm kültürel parametreleriyle birbirleriyle ve ‘dışarlıklılarla’ ciddi bir etkileşim içine girmelerinin çok daha verimli olacağına kuşku yok.

http://www.dunyabizim.com/Manset/12347/patanide-din-egitim-ve-calismalar-konusuldu.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder