7 Aralık 2025 Pazar

Ukrayna’da savaş ve barış: AB devreye giriyor / War and peeace in Ukraine: EU steps in

Mehmet Özay                                                                                                                             07.12.2025

ABD başkanı Donald Trump’ın Avrupa’ya barış getirme projesinin başarısızlığı sonrasında, Ukrayna’da ne gibi bir gelişme olacağı çeşitli senaryolarla gündeme getiriliyor.

Geçtiğimiz Şubat ayında, Trump tarafından başlatılan ve bu Kasım ayı ile bu ayın başlarındaki hızlanan görüşme trafiğine rağmen, Ukrayna ve Rusya arasında barış anlaşması imlazanamamış olmasının sadece Ukrayna için tehlikeli bir yönü bulunmuyor.

Rusya pes etmedi

Geçtiğimiz Perşembe günü Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff ile Rusya devlet başkanı Vladimir Putin arasında, 2 Aralık’ta yapılan görüşme sonrasında ekranlara ‘barış’ın yansımaması, gözlerin Avrupa Birliği’ne çevrilmesine neden oldu.

Putin’in, aynı gün yani, 2 Aralık’ta yaptığı basın açıklamasında barışa engel koyan taraf olarak ‘AB’yi suçlaması, savaş ve barış gelişmelerinin sadece, Ukrayna ile sınırlı olmadığını bir kez daha açık ve net bir şekilde ortaya koymuştur.

Putin’i açıklamasının bize sunduğu verilerden biri, barış anlaşması sürecinde sadece, ABD merkezli bir gelişmenin olmadığıdır.

Avrupa faktörü

Aksine, AB’nin kapalı kapılar ardında, güçlü bir aktör olduğunu ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.

Bu durumda, “önümüzdeki süreçte ne tür bir gelişme olacaktır?” sorusu gündemde.

Ukrayna devlet başkanı Zelensky’nin AB liderleriyle yaptığı görüşmelerin kesintisiz sürdüğü anlaşılıyor.

Bu süreci, Zelensky’den ziyade, AB liderlerinin yürütüyor olmasında şaşılacak bir şey yok. Nihayetinde, Avrupa bir birlik olarak kendisini Rusya’nın potansiyel istilacılığı ile yüz yüze görüyor...

AB’nin daha işin başından bu yana, Trump’ın yönetmekte olduğu barış sürecinde merkeze, Rusya devlet başkanı Putin’in alınmasından duyduğu rahatsızlık hafta içinde yaşanan gelişmelerde de kendini gösterdi.

Putin’in önüne konulan barış plânını kabul etmemesi, üstüne üstlük barış’a ulaşmada engel olarak AB’yi hedef tahtasına koyması, AB ve Rusya arasında ilişkilerin geldiği noktası göstermesi açısından gayet önemli.

Trump nerede yanlış yaptı?

Belki de, burada durup, “Acaba Trump ve yönetimi, Ukrayna’da barışı sağlamadan önce, Rusya ve AB ilişkilerinin yeniden onarılması yönünde mi gayret göstermeli? sorusunu gündeme getirmekte yarar var.

Ancak, bu soruyu zikrederken dahi gayet önemli bir şüphenin zihnimizde uyandığını da fark etmiyor değiliz.

Bunun temel nedeni, AB ve ABD ilişkilerinin de açıkçası, belki o derece olmasa da, AB-Rusya ilişkilerindeki gerilemeden farklı bir yanı olmamasıdır.

Küresel sistem arayışı

Aslında, Avrupa-merkezli bir gelişme olarak karşımıza çıkan bu durum, küresel sistem denilen olgunun ne denli tahrip edildiğini ve bu düzenin yerine neyin getirileceği konusund kafaların gayet karışık olduğunu da ortaya koyuyor.

Bunu söylerken, kürenin öte yakasında Çin gibi bir gelişmiş gücü, taleplerini ve ABD ile olan çok yönlü çatışmacı evrenini göz ardı ediyor değilim.

Bununla birlikte, dünya sistemi veya küresel sistem söz konusu olduğunda, hamen başat aktörlerin ‘Batı’da yerleşik yapılar olmasını kabul etmek gerekiyor.

Bu durum, bugün AB dışişleri sorumlusu Kaja Kallas dün yaptığı açıklamada, AB ve ABD ilişkilerinin geldiği noktaya yönelik eleştirel yaklaşım karşısında gündeme getirdiği, ‘ortaklık’ vurgusunu gözlerden uzak tutmamak gerekir.

Kallas, açıklamasında Trump yönetiminin AB’ye yönelik ağır eleştirilerine rağmen, ABD’nin AB’nin en büyük ittifak gücü olduğuna dikkat çekti.

ABD’de daha birinci Trump döneminden başlayarak, AB’ye yönelik özellikle, NATO bağlamında AB’ye yönelik eleştiriler ve taleplerin bugün, giderek daha çok medeniyet boyutuna taşınmış olması, Atlantik’in iki yakası arasındaki tarihsel ve geleneksel siyasal işbirliklerinin sorgulanabilirliğini gündeme getiriyor.

ABD ulusal güvenlik strateji belgesinde, Avrupa’nın medeniyet erozyonuna doğru gitmekte olduğu yönündeki yaklaşım, hiç kuşku yok ki, AB tarafından kabul edilebilir bir olgu değil.

Bu belgede yer alan iddialar ve karşılıklarını, bir başka yazıda detaylı bir şekilde ele almakta yarar var.

Batı ittifakında sorgulama

Bununla birlikte, bu metne atıf yapmama sebep, Kallas, tüm ağır eleştirilere rağmen, AB ve ABD geleneksel ittifakına vurgu yaparak bu ittifakın kendi içindeki sorunlara yıkıcı bağlamda yönelmekten ziyade, bu ittifakın muhalifi olan küresel gelişmelere odaklanılması yönünde bir tavsiyesi öne çıktı. 

Küresel gelişmelerin en başında da hiç kuşku yok ki, Ukrayna’daki savaş bulunuyor.

Ya da Ukrayna üzerinden, Avrupa Birliğini ve oluşturduğu siyasi ve ekonomik sisteme yönelik ciddi bir tehdit unsuru olan Rusya demek daha doğru olacaktır.

Kallas’ın, sıraya koyduğu diğer küresel sorunlar arasında, Çin’den gelen ve küresel ekonomi-politiği zorlayıcı talepler ve politikalar ile İran da yerini alıyor...

Avrupa karar aşamasında

Geçtiğimiz hafta Trump’ın önce Rusya tarafıyla ve ardından, Florida’da Ukrayna heyetiyle yapılan görüşmeler sonrasında ABD-Rusya görüşmeleri öncesinde yaptığı, “Noel’e barışla gireriz!” yönündeki ümitvar yaklaşımından geriye kocaman bir baraşıszılık çıkmış bulunuyor.

Yaşanan o süreçte, AB makamları görüşmelerden AB’nin dışlandığı yönündeki iddiaları ve ardından, Trump’ın temsilcisi  Witkoff’un, Moskowa’dan Washington’a eli boş dönmesi, AB’nin elini güçlendiren bir gelişme olarak değerlendirmek gerekiyor.

Bunun somut göstergelerinden biri, AB’nin üç önemli ülkesi Fransa, Almanya ve İngiltere liderleri
Şansölye Merz, başkan Macron ve başbakan Starmer’in Ukrayna devlet başkanı Zelensky ile Londra’da, zirve toplantısında bir araya gelecek olmalarıdır.

Bu zirvenin, yaşanmakta olan soruna çok yönlü yaklaşma ve sorun bulma konusunda önemli bir adım olduğunu söylemekte yarar var.

Nihayetinde, hafta içerisinde AB üye ülkeleri savunma ve dışişleri bakanlarını Brüksel toplantılarını bir ön görüşme süreci olarak kabul edebiliriz.

Yarınki görüşmede, Ukrayna’da savaşın durdurulmasından, Rusya devlet başkanı Putin’in “Avrupa’yla savaşa hazırız’ söylemine verilecek karşılık ile Ukrayna topraklarında sürmesi muhtemel gözüken savaş boyunca, bu ülke savunmasına desteğin ne denli artırılacağı ve Rusya’ya daha ne türden ekonomik baskıların gündeme getirileceği gibi konuların ele alınması muhtemel gözüküyor.

Gelinen bu noktada, ‘Batı ittifakında değişen ne? sorusunu bir kez daha sormakta yarar var. Şayet Atlantik’in iki yanında geleneksel ittifak çatırdıyor ise, bunun yankılarını ilk etapta duyması gerekenin Avrupa olacağına kuşku yok.

Kanımca, AB liderleri, Ukrayna sorununa salt bir savaş-barış süreci olarak bakmaktan ziyade, daha bütüncül bir perspektiften, Batı’da olan bitene yönelik bir çözüm arayışı içerisinde olacaklardır.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/ukraynada-savas-ve-baris-ab-devreye-giriyor-war-and-peeace-in-ukraine-eu-steps-in/

4 Aralık 2025 Perşembe

Hasan di Tiro ve bir ideal / Hasan di Tiro and an ideal

Mehmet Özay                                                                                                                            04.12.2025

Her toplumun idealleri vardır ve bu idealler, tarihsel olarak devamlılık gösterir.

Kimi toplumların ideallerini oluşturan, tarihsel kökenleridir. Kimilerinin ki ise, tarih olacak ileriki zamanlara konuşlayan ve gelecekcilik olarak adlandırılan bir duruma tekabül eder.

Açe toplumunun, bu yönde dikkate alınmayı, anlaşılmayı, tartışılmayı bekleyen ideallerinin olduğunu öylemek yanlış olmayacaktır.

Yukarıdaki ayrıştırma çerçevesinde bakıldığında, söz konusu Açe ideali ilkine yani, tarihsel kökenlerle güçlü bağlantısına tekabül eder.

Tarihi kayıtlarıyla, karşılaştırmalı, bütüncül veya dönemleri itibarıyla, küresel tarih veya dünya tarihi bağlamlarında anlamaya çalışan akademi dünyasının ortaya koyduğu çalışmalarda, Açe topraklarının son bin yılda ürettiği önemli bir değerin olduğuna tanıklık edilir.

Bu uzun tarihi dönemin katmanlarını ve ara katmanlarını oluşturan kuruluşları, düşüşleri, yeniden yükselişleri, sürdürülebilirliğine halel getiren gelişmeleri, ayakları üzerinde durma çabasını yeniden sergileme vb. gibi tüm süreçleriyle dinamik bir özellik sergiler.

Hasan di Tiro’nun, Açe topraklarında 4 Aralık 1976’da başlattığı siyasal hareket de, bu süreçlerle ilişkisi bağlamında önem taşır.

Bu durum, bize, söz konusu hareketin isolazyonist bir durum olmadığını aksine, yapısal olarak güçlü bir tarihi zemine oturduğunu gösterir.

‘Açe Özgürlük Hareketi’ (Gerakan Aceh Merdeka-GAM), kimi açılardan bakıldığında, Açe’yi döneminin siyasal bağlamı çerçevesinde, bağımsızlaştırmayı hedefleyen hareketin Müslüman toplumların modernleşmeyi alabildiğine anlamaya, yaşamaya, kavramaya çalıştıkları, Batı’da ise post-modern dönemin başlangıcı olan bir tarihsel döneme tekabül eder.

Bu anlamda, 1970’ler bir yandan, Açe ve içinde yer aldığı ulus-devlet süreçlerinde içsel sorgulamayı getirdiği gibi, öte yandan özellikle de, uluslararası camia olarak siyasal, toplumsal, ve hatta -tam zıddı iddialara rağmen-, kültürel meşruiyetinin gayet açıkça sorgulanabildiği bir zaman dilimiyle örtüşür.

Her iki durumda açıkcası, bir idealin, bizim örneğimizde olduğu üzere, ‘Açe ideali’nin ortaya konmasındaki zorluğa işaret eder.

Tüm bu olası çelişkili duruma rağmen, meşruiyet arayışlarını tarihisel süreçlerle ilişkilendirme noktasında ‘Açe Özgürlük Harekete’ni, güçlü bir entellektüel yapının siyasal ve toplumsal alana yansıması olarak değerlendirmek yanlış olmayacaktır.

Hasan di Tiro, girişte dikkat çekmeye çalıştığım ve adına, ‘Açe ideali’ dediğimi olgunun ortaya çıkmasındaki temel kurucu ve sürdürücü aktör olarak önem taşır.

Bu ideal, onun şahsi varlığı ile veya Açe tarihinin son evrelerinde yapıcı eylemleriyle aynı topluma, gerektiği varsayılan değerleri vermeye çalışan ailesiyle sınırlı değildir.

Onun ve de ondan birkaç nesil öncesindeki aile fertlerinin ortaya koyduğu eylemlerin birbiri ardına gelişini bir anlamda, tarihsel bir tesadüf olarak değerlendirmek gerekir.

Yoksa, bu aile fertlerince ortaya her ne koyulduysa, bunların bir ‘aile mülkiyeti’ sınırlılığında anlaşılması hem, bu fertlere ve hem de, eylemlerine konu olan topluma ihanet anlamı taşır.

Bir başka şekilde söylemek gerekirse, böylesi bir yaklaşım, onu ve onun ortaya koymaya çalıştığı düşünce sistematiğini kadükleştirmekle aynı anlam ifade eder.

Aksine, di Tiro’nun düşünce sistematiği kendisinden ve de mensubu bulunduğu aileden bağımsız ve bundan öte bir boyutu taşır ki, bu da temelleri itibarıyla bütüncül bir Açe tarih anlayışıdır.

Hasan di Tiro’nun ortaya koyduğu düşünce sistematiğini, kendi bireysel varlığı ve ailesiyle sınırlamak yerine, tıpkı kendisinden önceki aile fertlerinin siyasal ve toplumsal aktörler olarak ortaya çıkmasına benzer, dönemin siyasal koşullarıyla anlamaya çalışmak rasyonel bir tutum olacaktır.

Tarihi burada kuru bir geçmiş ve ilişkiler ağı ve kronolojisi olarak anlamadığımı genel itirabıyla ‘tarih’ konusundaki görüşlerimi az çok bilenler fark edecektir.

Burada bahse konu edilen tarih yani, Açe tarihi, bütün dinamik unsurlarıyla, capcanlı bir varlığa tekabül eder.

Hasan di Tiro’nun varlığını, yukarıda zikredilen hareketin siyasal varlığı ve dönemi ile sınırlandırmamak gerekir.

Aksine, onun ortaya çıkmasına vesile olduğu bu siyasal hareketin ötesinde bizatihi, sahip olduğu entellektüel tutumun sonuçlarından biri olarak değerlendirmek gerekir.

Nihayetinde, onun söz konusu harekete gündeme taşımasında gayet güçlü bir tarihi arka plan ve bu tarihi arka plân’ın bir anlamda zorladığı bir ideal olduğunu hatırlamakta yarar var.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/hasan-di-tiro-ve-bir-ideal-hasan-di-tiro-and-an-ideal/

3 Aralık 2025 Çarşamba

Ukrayna’da barış bir başka Noel’e kaldı! / Peace in Ukraine waits for another Christmas!

Mehmet Özay                                                                                                                             03.12.2025

Ukrayna’da savaşı sona erdirme konusunda, dün Moskova’da yapılan görüşmelerden olumlu sonuç çıkmadı.

Barış umudunu sürdürmeye çalışan çevreler ise, Rusya devlet başkanı Vladimir Putin’in sürpriz çıkışıyla, Avrupa’yla savaş olgusunu gündeme taşıması, sürecin giderek daha farklı ve de tehlikeli bir hâl almakta oluşuyla sükutu hayale uğradılar.

Avrupa Birliği dışişleri bakanlarının bugün, Brüksel’de yapılan görüşmeler öncesinde, bazı bakanların yaptıkları açıklamalar, Moskova’daki başarısızlığın ardında suçluyu Putin’e işaret ediyordu.

Ve bu durumda, Ukrayna’ya baskıdan ziyade, Rusya’da siyasal baskıların artırılması konusunda görüşler gündeme getiriliyor.

Ümit var mı?

Bu durumda sorulması gereken soru şu: “Avrupa’nın ortasında süren savaşı sona erdirme konusundaki girişimlerin bugün ulaştığı nokta belirsizliğe mi, ümitsizliğe mi işaret ediyor?”

Bu, hiç kuşku yok ki, AB başkenti Brüksel, Rusya başkenti Moskova, ABD başkenti Washington ile Ukrayna başkenti Kiew’de cevabı aranan bir soru.

Görüşmelerle ilgili detayların basınla paylaşılmamış olması, tarafların hangi barış metnini ele aldıkları ve hangi maddeler üzerinde anlaşmazlığın ortaya çıktığını söylemek şu halde mümkün gözükmüyor.

Benzer bir belirsizlik geçtiğimiz, Pazar günü Florida’da, ABD ile Ukrayna tarafları arasında yapılan görüşmelerde de yaşanmıştı.

Görüşmeler sonrasında ABD dışişleri bakanı Marco Rubio, “görüşmeler zorlu geçti” demekle yetinmişti...

Dün Moskova’daki görüşmelerin ardından, Trump’ın özel elçisi Witkoff ise, Putin’le yapılan görüşmeyi “faydalı ve yapıcı” demekle tanımlamakla yetindi.

Sadece küçük bir istisna...

ABD ile Rusya arasındaki görüşmelerin neticesi olarak, geçtiğimiz hafta gündeme gelen ve önce 28 ve sonrasında 19 olduğu belirtilen anlaşma maddeleriyle ilgili olarak Putin’in orijinal metne yani, 28 maddelik barış planına dönülmesini istediği yönündeki açıklama dikkat çekiciydi.

Ancak, bu maddelerin de neler olduğundaki belirsizlik halen devam ediyor.

Bilinen tek bir şey var ki, o da Putin’in 2022 Şubat’ından bu yana, Ukrayna’dan elde ettiği bölgeyi, bir başka ifadeyle tüm Donbas bölgesini geri vermek istememesi ve ABD’nin bu öneriyi kabul etmesi talebi...

Taraflar hangi konumda?

Dün yani, Salı günü ABD başkanı Trump’ın özel elçisi Steve Witkoff ile Rusya devlet başkanı Vladimir Putin arasında, Moskova’da gerçekleşen toplantıdan barış anlaşması konusunda olumlu bir sonuç çıkmamasının, taraflar üzerinde oluşturduğu etkiyi bir ölçüde tahmin etmek mümkün.

Taraflar nezdinde bu olumsuz gelişmeye bakıldığında ABD açısından, geçtiğimiz Şubat ayından bugüne kadar Trump’ın barış için yaptığı yatırımların başarısızlığına bir yenisi eklenmiş oldu.

Rusya açısından bakıldığında hem, ABD ve hem de, AB ile ilişkilerde çerçevesinde, yumuşak gücünü ve askeri olarak da yapısal gücünün devam ettiğine ortaya koyuyor.

Avrupa Birliği, kıta’nın ortasında sürmekte olan savaştan hiç memnun olmasa da, Rusya ile Rusya’nın taleplerine yönelik birbarış anlaşmasının imzalanmamış olmasını olumlu karşılıyor olmalı.

Ukrayna çevrelerinde ise kafaların gayet karışık olduğunu söylemek mümkün...

Ülkeyi terk eden Ukrayna toplumu, son dönemde savaş kabinesinde gündeme gelen karışıklık, ABD’siz hareket edememenin getirdiği ağır yük, AB ile içiçe olmanın getirdiği umut ve umutsuzluk arasındaki ikircikli durum Ukrayna’da, direnişin ne zamana kadar sürdürülebileceği konusunda soruların da gündeme gelmesine neden oluyor.

Hedef Avrupa Birliği!

Dünkü Moskova görüşmelerinin neticesine bakıldığında aslında, “beklenen sonuç buydu”, demek yanlış olmayacaktır.

Bunun dayanaklarını ise ABD başkanı Trump’ın, Rusya ile barış görüşmelerini başlaması ve ardından, gelen eleştiriler üzerine ABD makamlarının Ukrayna temsilcileriyle önce Cenova’da ve ardından, geçtiğimiz Pazar günü Florida’da yaptıkları görüşmeleri delil olarak sunmak mümkün.

Bu gelişmenin ardından beklenen, tarafların birbirlerini neyle suçlayacakları hususuydu.

Bu hususta beklentilere cevap geçikmedi...

Rusya devlet başkanı Vladimir Putin, dün gazetecilerin sorusu üzerine yaptığı açıklamada, “Avrupa ile savaş” istemediklerini ancak, “Avrupa savaş istiyorsa, bundan da geri durmayacakları” anlamına gelen görüşüyle hedefe Avrupa Birliğini koymuş gözüküyor.

Putin’in bu çıkışı, ABD ve Trump’ı en azından şimdilik, ‘suçlu’ göstermediğini ortaya koyuyor. Ukrayna’yı da aynı kategoride ele almak mümkün.

Bu durumda, bir başka soru yani, “Putin’in AB’yi hedef göstermesine sebep ne olabilir?” gündeme geliyor.

Şayet, Ukrayna makamları, ABD’nin değil de, AB’nin talepleriyle bir barış anlaşması taslağı hazırlamış ve Trump’dan bunun onayını almış ise, görüşme trafiklerinde ABD’nin ikincil konuma itildiğine işaret eder.

Trump’ın var olduğu bir ortamda, ABD’nin böyle bir gelişmeyle karşılaşması pek mümkün değil...

ABD biliyor muydu?

Peki, ABD tarafı bu gelişmeye hazır mıydı?

Ekim ayında geri dönerek bu sorunun cevabını bulmak mümkün.

Trump-Putin arasında, Budapeşte’de yapılması plânlanan zirveyi, Trump’ın iptal etmemesinin ardında, Moskova’nın barışa yönelik adımlarının yetersizliği bulunuyordu.

Aradan geçen bir aylık süre zarfında Putin’den olumlu bir cevap gelmediğini herhalde en iyi bilenin Trump olması gerekir...

Cumartesi günü kaleme aldığım, “Noel’de Ukrayna’ya barış gelir mi?” başlıklı yazıma kıymetli bir okurum, Türk dostu Fransız Valette Bey, “2025 Noel’i mi, 2026 Noel’i mi? diyerek karşılık vermişti.

Dün Moskova’daki görüşmeler sonrasında barışın 2025 Noel’ine yetişmeyeceği kanıtlanmış oldu.

Bu durumda, Valette Bey’in tahmini yani, Avrupa’ya barışın 2026 Noel’ine kaldığı görüşünün doğrulandığını ortaya koyuyor.

Moskova sonrası gelişmelerde AB’nin öne çıktığını söylemek yanlış olmayacak.

Bir yandan, Rusya’ya yeni ekonomik yaptırımlarla ülke ekonomisini çökertme plânı öte yandan, Ukrayna’ya daha fazla yardım süreci AB’nin önümüzdeki dönemde daha da önemli bir roy oynayabileceğini ortaya koyuyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/ukraynada-baris-bir-baska-noele-kaldi-peace-in-ukraine-waits-for-another-christmas/

2 Aralık 2025 Salı

Sumatra’da “doğal afet”: insan kayıpları mı sistemik hata mı? / “Natural disaster” in Sumatra: human casualties or systemic failure?

Mehmet Özay                                                                                                                             03.12.2025

Asya-Pasifik bölgesinde yaşanan muson mevsimi bu yıl etkisini farklı bir şekilde gösterirken, olan biteni salt ‘doğal afet’ kavramıyla açıklanmaya yetmeyecek boyutlarının var olduğu yavaş yavaş gündeme gelmeye başladı...

Kasım ayı başından bu yana yaşanan ve kesintisiz süren yoğun yağış ve siklonun etkisiyle Singapur, Malezya, Endoneya’nın önemli şehirleri, bölgeleri ‘doğal afete’ teslim oldu.

Özellikle, Sumatra Adası’nda Açe, Kuzey ve Batı eyaletlerinde yoğun yağış ve siklonun etkisiyle şu an itibarıyla sayısı bin’i aşmış durumda. Kayıp sayılarını tam anlamıyla belirlemek ise -şimdilik- pek mümkün değil...

Doğal iklim

Kasım ayının başından itibaren Asya-Pasifik bölgesi yüzyıllardır olduğu gibi muson mevsimini yaşıyor.

Yıl içerisinde iki dönem olarak ortaya çıkan muson mevsiminde Kasım-Mart aralığında Güneybatı’dan yani Mikronezya, Avustralya bölgesinden esen rüzgârlarla oluşan yoğun yağış bölge için gayet önemli bir iklim anlamı taşıyor.

Nehirler, göletler, yer altı sularının oluşması kadar, sulu tarım özellikle de bölgenen temel gıda maddesini teşkil eden çeltik tarımı yapılan bölgelerde  bu yağmur mevsiminin önemine kuşku yok.

Bu durumu, bölgede iki üç farklı dönemde yapılacak seyahatlerle gözlemlemek mümkün.

Kurak mevsimde nehirlerin debisinin azaldığı, göletlerde suların çekildiği, çeltik, mısır vb. gibi suya ihtiyaç duyan tarım alanlarının nasıl kupkuru kesildiğini görmek zor olmayacaktır.

Bu yıl yağmur mevsiminin başlaması, benzeri bir sürecin beklentisi ile doğal bir yaklaşıma konu oluyordu.

İklim ve felâket

Ancak, bu geçen hafta neredeyse tüm bölge ülkelerinde ‘doğal felâket’ adıyla anılan sürecin ortaya çıkmasıyla farklı bir tecrübenin gelişmekte olduğu konusunda kaanatler giderek öne çıkmaya başladı.

Temelde, yıllık yağış eğilimlerine ve etkilerine baktığımızda, aralarında Singapur gibi gelişmiş bölge ulus-devletlerinde olduğu yani, Tayland, Malezya, Filipinler, Endonezya’da sel baskınlarının sadece kırsal bölgelerde değil, şehir yerleşimlerinde de, önemli maddi ve hatta insanların hayatına mal olduğunu görürüz.

En basit örneğini, söz konusu bu ülkelerin başkentleirnde veya büyük şehirlerinde ana arterlerindeki yaşlanmış dev ağaçların dallarının ana caddelere düşmesi veya yağmura eşlik eden fırtınanın etkisiyle kökünden sökülüp yolları kapatması, bir anlamda doğal ve beklenen bir sonuçtur.

Bu süreçlerde, sürücüler yayalar hayatlarını kaybetme veya yaralanma risklerini sürekli taşırlar ve bunun ‘doğal bir sonuç’ olduğunu yaşanan vakalar sonucunda gündeme getirilir.

Yine her yıl tekrarlandığına dikkat çekmek istediğim bu yağış mevsiminde örneğin Malezya’nın doğu sahilleri yani Trennganu, Kelantan, Pahang başta olmak üzere güneyde Cohor, batı sahillerinde Selangor, kuzeyde Kedah’da sel baskınları sonucu onbinlerce insan geçici barınma noktalarına sevk edilirler.

Bugün yaşanan ise, kesintisiz süren yoğun yağış ve siklonun etkisiyle Singapur, Malezya, Endoneya’nın önemli şehirleri, bölgeleri ‘doğal afete’ teslim oldu.

Tsunami hatırlatması

Bu yıl muson yani, yağış mevsiminin iki farklı iklim boyutunun yani siklon (cyclon) ve yağış birleşmesi neticesinde özellikle Sumatra Adası’nın Kuzey ve Batı bölgelerini vuran ‘doğal afet’ akıllara tam da, 20 yılı dolmuş olan tsunamiyi akla getirmeye yetti.

Bölgede yaşı elverenler için bu geçmiş acı hatıranın yenilenmesi anlamı taşırken, 26 Aralık 2004 günü yaşanan tsunaminin deniz tabanında ortaya çıkan depremin tetiklediği dev dalgalarla sahil bölgeleri tümüyle yol olmuştu.

Geçtiğimiz iki hafta sürecinde yaşananlar Sumatra Adası’nın Açe, Kuzey ve Batı bölgelerinde yaşananlar ise dağlardan sahillere doğru akan çamurlu suların nehirleri doldurup taşmasıyla köyler, kasabalar ve hatta şehirlerin belirli bölgelerinde önemli yıkımlara yol açtı.

20 yıl önce tsunamiyle ilgili ilk görüntüler bölgede faaliyette bulunan Amerikan deniz kuvvetleri helikopterlerinden çekilen fotoğraflarla dünyaya dağılmıştı.

Bugün, ‘gelişen teknoloji’ ile elinde telefonu bulunan ve az da olsa drone’a sahip bireylerin sosyal medya üzerinden ve ardından yerel ve ulusal ve nihayet uluslararası basın organlarına değin yayılan bir süreçte yaşanan felaketi ortaya koyuyor.

Yaşanan ‘doğal felaket’ nedeniyle, elektriklerin kesilmesi biz ve çevremizde bulunan dostlarımızın da bölgede bulunan eş, dost, akraba ile irtibatımızın kesilmesine neden oldu.

İki, üç boyunca haberleme imkânının olmaması, açıkçası yaşanan felaketin boyutlarının bölgeden görece uzak olanlarca da hissedilmesine neden oluyor.

Yukarıda dikkat çektiğim üzere yerel, ulusal ve uluslararası basına ulaşan yerel fotoğraflar, videolarda kapsamlı ilgili yerel bölge ve/ya ulusal kurumların acil kurtarma birimlerinin faaliyetlerine tanık olmak üzere gayet zordu.

Bölge halkının kendi imkanlarıyla ilk yardım çabalarını sürdürdüğü gözlemlenirken, yıkılan köprüler nedeniyle nehirler üzerinde ve hatta, sel sularının yoğunluğu nedeniyle kara bölgelerinde de teknelerle ulaşım sağlandığına tanık olunuyor.

Şehirlerarası karayollarının da sel sularının altında kalması ve nihayetinde hasara uğraması iki komşu şehir veya kasabalar arasında ulaşımı keserken, bölge halkı evlerine veya yakınlarına ulaşmak için günlerce süren yürüyüşlere katlanıyorlar...

Böylesi dönemlerin kaçınılmaz bir özelliği olarak gıda ürünlerine ulaşımın kısıtlılığı, tedarik zincirindeki aksamalar ve etikdışı yaklaşımlarla gündelik ihtiyaçların temini için gerekli olan ürünlerin fiyatlarındaki artış ise korkunç!

Yine bu tür durumlarda bölge halkının mobilizasyonunu sağlamada birincil öneme sahip motosikletlerinin dahi ihtiyaç duyduğu benzini alabilmek için saatlerce -o da açıksa- benzin istasyonlarında kuyrukların oluşması ‘doğal’ bir görüntüyü oluştuyor.

Sadede gelecek olursak...

Sumatra’nın Açe, Kuzey ve Batı bölgelerinde yoğun bir şekilde hissedilen bu yağış ve siklonun neden olduğu yıkımın boyutlarının bu denli büyük olmasında orman zenginliği yüzyıllardır -en azından Avrupa ve Asya-Pasifik bölgesinde bilinen Sumatra Adası’nın yasadışı veya yasal çerçevelerine uydurulmuş yıkımlara konu olmasında yatmaktadır.

Burada kastedilen sadece kaçak orman kıyımı değildir...

Ülkenin veya bölge ülkelerinde faaliyet gösteren dev şirketlerin, endüstriyel tarım adına doğal orman kaynaklarını ortadan kaldırması, bu toprakların sahip olduğu ekolojik dengeyi ve bu dengeye sonradan dahil olmaya çalışan insan toplumlarının bu ekolojik denge ile kurmaya çalıştığı dengenin tedrici olarak ekolojik denge aleyhine olarak gelişmesine neden olmuştur.

Ekonomi ve siyasi tarih açısından bakıldığında bundan o kadar pek fazla uzun olmayan bir geçmişte, Hollanda ve İngiltere sömürgeci yönetimlerinin tüm bölge topraklarında dönemin Avrupası’nın ihtiyaç duyduğu endüstriyel tarım ürünlerinin tedariki için bölge tarım arazilerinin ve ormanlarının doğal ürünlerinin dışında ve ötesinde ithal ürünleri getirip geniş tarım plântasyonları açmalarının doğurduğu siyasal, ekonomik, ahlaki vb. gelişmeler ilgili akademik çalışmalarda yer alıyor.

Bugün, bağımsızlığını ilan etmiş olan bölgedeki ulus-devletlerin ise kendi halkına karşı tıpkı sömürgeci yönetimlerinkine benzer bir yaklaşımla ekonomik gelişmeler uğruna -ki, bu ekonomik gelişmelerin bölge halkına ne türden kapsamlı, bütüncül, sürdürülebilir bir etkisi olduğu oldukça tartışmalı bir konudur- aynı süreçleri takip etmesi tarihi bir hata olarak değerlendirilemez herhalde...

‘Doğal afetlerin’ doğallığı ile bu afetlerin boyutlarının insan toplumlarının varlığı ile oluşan bütünlüğünü farklı değerlendirmek gerekiyor.

Bu noktada, söylenmesi gereken Sumatra’da yaşananlar bir doğal afet değil, aksine bir sistemin bütüncün yanlışlığının ifadesidir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/sumatrada-dogal-afet-insan-kayiplari-mi-sistemik-hata-mi-natural-disaster-in-sumatra-human-casualties-or-systemic-failure/

1 Aralık 2025 Pazartesi

Ukrayna’ya barış geliyor (mu?) / Peace coming to Ukraine (?)

Mehmet Özay                                                                                                                             01.12.2025

Rusya’nın Ukrayna işgalini sona erdirme konusundaki girişimler hız kazandı.

Noel’e kadar barışı ortaya koymaya çalışan ABD yönetimi çok yönlü olarak barış sürecini yönetmeye çalışıyor.

Yakın geçmişte Putinle görüşmeler yapan ABD tarafı, dün Florida’da Ukrayna heyetiyle biraraya geldi.

Avrupa Birliği’nde ise bugün Brüksel, üye ülkeler dışişleri ve savunma bakanları toplantısına tanık oldu.

Bu çerçevede, Avrupa Birliği’nden dış ilişkiler politikalarından sorumlu Kaja Kallas’ın açıklamaları da, Avrupa’da barış konusunda çabaların, bu hafta boyunca gayet önemli boyutta süreceğine gönderme yapıyor.

Çoklu adım

Ukrayna topraklarında süren savaşı sona erdirme konusunda, ABD’de Trump’ın girişiminde son aşamaya gelindiği yönündeki yaklaşım öne çıkıyor.

ABD merkezli yürütülen barış görüşmelerinin, çok yönlü olduğu ortada.

Özellikle dün, ABD ve Ukrayna heyetleri arasında Florida’da yapılan görüşme, günün en önemli konusunu oluşturuyor. 

Hedef, bu görüşmeler sonrasında, anlaşma maddelerinin Putin’e sunulucağı belirtiliyor.

Oysa, önceki günlerde yapılan açıklamalarda, Trump-Putin arasında elçiler vasıtasıyla gerçekleşen görüşmeler öne çıkmıştı.

Hangi maddeler?

Söz konusu görüşmelerin, önce 28 ve sonrasında 19 olduğu belirtilen maddelerle ilgili bugüne değin herhangi bir açıklama yapılmış değil.

Öte yandan, ABD’de Cumhuriyetçi senatörlerin de  içinde bulunduğu kesimler ile Avrupa Birliği kurumlarından bu anlaşma metninin Rusya yanlısı oluşuna ve Ukrayna tarafının bir anlamda, kenara itildiğine yönelik eleştiriler gündeme getirilmişti.

Bu çerçevede, dün yani, Pazar günü Florida’da, ABD-Ukrayna heyetleri arasında yapılan görüşmelerin gayet önemli olduğuna kuşku yok.

Burada dikkat çeken husus, ABD tarafının Putin’le yapılan görüşmelerde ortaya çıkan maddeleri bir kenara koyup, Ukrayna heyetiyle yeni maddeler üzerinde mi görüştüğüdür.

Açıkçası, bugün yapılan açıklamalar bu muğlaklığın ortaya çıkmasına yetiyor.

Öyle ki, Trump-Putin arasında mekik dokuyan ‘özel elçi’ Steve Witkoff’un yarın, Moskova’da Putin’le görüşecek olması, yukarıda dikkat çektiğim görüşe teyit mahiyetindedir.

Ukrayna’nın egemenliği

Bununla birlikte, ABD dışişleri bakanı Marco Rubio’nun yaptığı açıklamada, görüşmelerin gayet zorluğu geçtiği ve bugün itibarıyla, nihayete ermediğini ortaya koyuyor.

Rubio’nun açıklamasında ilgi çeken bir yön var ki, o da, barış görüşmelerinde Ukrayna’nın egemenliği ve bağımsızlığı konusu.

Temelde, bütüncül anlamda bakıldığında, Rusya’nın Ukrayna’nın egemenliği ve bağımsızlığına dönük bir tehdidi bulunduğunu söylemek güç.

En azından, bugün için böyle bir tehditin varlığı söz konusu değil.

Kaldı ki, Rusya’nın 2022 yılı Şubat ayında işgale başladığı dönemde de, Ukrayna’nın egemenlik ve bağımsızlığına yönelik kapsamlı bir hedef ve amacı bulunmuyordu.

Görüşmelerin ardından, barış plânına dair, Rubio’nun “verimli geçti” cümlesinin dışında, bir açıklama yapılmadı.

Blöf politikası mı?

Oysa, Rubio’nun açıklamaları Florida görüşmelerinde, açıkçası konunun bu yöne doğru evrildiğini ortaya koyuyor.

Burada, iki durumun dikkat çektiğini söylemek mümkün...

İlki, böylesi bir söylem ile Ukrayna tarafına göz dağı vererek, Putin’le yapılan anlaşma maddelerinin kabulünün sağlanmasıdır.

İkincisi, hakikaten Ukrayna’nın egemenlik ve bağımsızlığına yönelik böylesi, burada korunması öngörülen öncelikli hedef Ukrayna iken, büyük fotoğrafda karşımıza Avrupa’nın bütünlüğünün çıktığını söylemek oldukça mümkün.

Ancak, ABD-AB ilişkilerindeki sürgit devam eden gerginlik, en azından ABD makamları nezdinde AB’ye dönük bir açıklamanın en azından şu güne değin ortaya çıkmasına mani oluyor...

Avrupa ne diyor?

Avrupa Birliği’nin ötedenberi, Putin’e yönelik güvensizliğinin devam ettiğine kuşku yok.

AB dış ilişkilerden sorumlu Kaja Kallas, “Putin barış istemiyor” diyerek, Rusya devlet başkanına  güvenmediklerini bugün bir kez yinelemiş oldu.

Bununla birlikte, AB’nin görüşlerinin etkin bir yönelim kazanmamasında ve Rusya tehditinin sadece Ukrayna ile sınırlı olmayacak şekilde Kıta’da hissedilmesinde, ABD-AB ilişkilerinin gayet belirleyici olduğu ortada.

Bu durum, AB’nin kendi başına hareket edemeyeceğini, bir başka ifadeyle ABD’siz bir sürece girmesinin mümkün olmadığını da bize gösteriyor.

ABD-AB arasında Ukrayna konusunda görüş alışverişlerinin Zelensky üzerinden gerçekleşmekte olduğunu söylemek ise yanlış olmayacaktır.

Öyle ki, Florida’daki dünkü görüşmenin ardından, Zelensky’nin bugün ABD’den Paris’e geçişini bu yönde bir gelişme olarak yorumlamak mümkün.

Bununla birlikte, savaşı sona erdirmeye matuf girişimlere rağmen, Rusya tarafından, Ukrayna’ya yönelik saldırıların en şiddetlilerinden birinin yaşanmakta oluşu da, kafalarda soru işareti oluşmasına neden oluyor.

Ukrayna’ya barış getirme çabalarında bu haftanın gayet kritik olduğu görülüyor. Batı ülkelerinde Noel hazırlıkları sürerken, ABD yönetimi, Noel öncesinde barış sürecini nihayete erdirme amacında.

Bu hafta yapılacak görüşmelerin, Avrupa açısından da gayet önemli olduğunu söylemek gerekiyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/ukraynaya-baris-geliyor-mu-peace-coming-to-ukraine/

29 Kasım 2025 Cumartesi

Noel’de Ukrayna’ya barış gelir mi? / Will peace come to Ukraine by Christmas?

Mehmet Özay                                                                                                                             29.11.2025

ABD’nin Avrupa’nın ortasında sürmekte olan savaşı sona erdirme yönündeki yeni girişimi beklentileri karşılıyor mu?

Bu soru, bugünlerde Ukrayna’dan başlayarak, AB ve ABD’de Senato’da içinde Cumhuriyetçilerin de olduğu üyelerce cevabının aradığı bir soru.

Trump yönetiminin Noel öncesinde kapsamlı bir barış plânı ortaya çıkarma çabası sürüyor.

19 Madde

Avrupa’da istikrarsızlık anlamına gelen savaşı sona erdirmeyi amaçlayan son barış süreci ve gelişmeleri Trump yönetiminin ikinci önemli girişimi olarak kabul etmek mümkün.

Henüz kamuoyuyla paylaşılmayan anlaşmanın, 19 Madde’den oluştuğu ifade ediliyor.

Bununla birlikte, söz konusu ikinci süreci özellikle Putin ile sürdürmesinin getirdiği rahatsızlık yukarıda dikkat çektiğim çevrelerde yakından hissediliyor.

ABD iç politikası bağlamında düşünüldüğünde bırakın Demokratları, Senato’daki bazı Cumhuriyetçi  üyelerin bile, barış süreci bağlamında Rusya ile bu denli yakınlaşılmasına ya da Putin’e bu denli güvenilmesine yönelik kuşkuları gayet açık.

Zayıf bir barış plânının ya da Putin’in jeo-politik argümanlarını öne çıkartacak bir barış plânının ABD’ye ve de Trump yönetimine getirilerinin hesaplandığına tanık olunuyor.

Söz konusu eleştirilerin halen sürgit devam etmesi, Trump’ın kendisine yöneltilen alternatif görüşleri dikkate alma yönünde bir eğilim sergilemediğini ortaya koyuyor.

Bu durum, barış süreci görüşmelerinin büyük ölçüde Trump’ın tekelinde sürdüğünün bir başka açıdan izahı gibi...

Aslında, benzeri bir yaklaşım, önceki süreçte de gözlemleniyordu.

Alaska’daki, Trump-Putin görüşmesini ve sonrasında olanları hatırlayalım...

Vance etkisi

Bugün, başkan Trump’ın yanı sıra, öne çıkan ismin başkan yardımcısı JD Vance olması, barış görüşmelerindeki yeni süreci ona yakın bir isim olan silahlı kuvvetler sekreteri Dan Driscoll’un yürütüyor olması.

İlgili açıklamalara yakından bakıldığında, başkan yardımcısı Vance adının ‘şahinlerle’ anılması, ona yakın isimlerin Ukrayna barış sürecine dahil olmasının kuşkuyla karşılanması, yeter bir neden gibi gözüküyor.

Bununla birlikte, Beyaz Saray’ın son bir hafta içerisinde Ukrayna ile yeniden diyalog sürecine tanık olunuyor...

Bu gelişmenin, yukarıda vurgulanan eleştirilerle doğrudan bir bağlantısı mı olduğu, yoksa, Trump yönetiminin, “Zaten biz Putin’le anlaşdık, şimdi sıra Zelensky’i iknada” yönünde bir yaklaşım mı önümüzdeki günlerde görmüş olacağız. 

Son gelişmeleri ortaya koyan bu ifadeler bize ortada iki farklı denklemin yani, Trump-Putin, Trump-Zelensky denkleminin olduğunu gösteriyor.

Trump ve yönetimi bir yandan, Putin’le görüşmeleri yoğun bir şekilde sürdürürken, ikna süreçlerinin büyük ölçüde, Zelensky üzerinde oluşturulacak baskılarla gerçekleştirileceği yönünde bir intiba var.

Bu yöndeki politik yaklaşımı, barış görüşmelerinin başarısızlıkla sonuçlandığı önceki süreçte görmüştük.

Beyaz Saray’da, tüm dünyanın gözleri önünde Zelensky’i ve de ülkesini aşağılarcasına sorgulamaya matuf görüşmenin benzerinin bu sefer ortaya çıkıp çıkmayacağının bir garantisi yok.

Zorlu süreç

Yukarıda sunulan barış görüşmeleri formülasyonunda Putin ve Zelensky’i aynı kare içerisinde görememek hiç kuşku yok ki, barış süreçlerinin en onulmaz hatalarından birini teşkil ediyor.

Trump’ın, bu barış süreçlerinden talebinin salt Ukrayna’ya barış gelmesi olmadığı aşikâr.

Bir yandan, Rusya ile ilişkileri düzenltme öte yandan, Ukrayna üzerinden Avrupa’da siyasi varlığını hissettirme amacında olduğuna kuşku olmayan Trump’ın, son bir yıldır gündeme getirdiği barış süreci bugüne kadar gerçekleşebilmiş değil.

Yukarıda dikkat çekilen 19 maddelik yeni barış plânının Noel öncesinde tamamlanmasının ise, zaman kısıtlılığı ile tarafları özellikle de, bugünlerdeki gelişmelere bakılırsa, Zelensky’i karara varmaları için zorlayıcı bir etken olarak gözüküyor.

Var olan 19 madde üzerinde Zelensky’nin kabulü veya reddinin yanı sıra, tıpkı önceki süreçte olduğuna benzer şekilde, Zelensky’nin kayda değer bir şekilde müdahalede bulunacağı anlaşma maddeleri üzerinde, bu sefer Putin’in ne diyeceğine sıra gelecek.

Trump’ın, geçen gün yaptığı bir açıklama, yaşanan sürecin neye tekabül ettiğini göstermesi bakamından dikkat çekici.

“Nihai olarak savaş son verecek anlaşma metnini ortaya çıkması halinde, Putin ve Zelensky görüşmesini gerçekleştirebiliriz” ifadesi, Trump’ın ve barış sürecini yönetenlerin, ne tür bir zorlukla karşı karşıya bulunduklarını gizli/açık ortaya koyuyor.

Aslında, son bir yıldır olan biten de, tam da bu...

Basitleştirerek söylemek gerekirse bir tür pinpong oyununa tanık oluyoruz...

Yukarıda dikkat çekmiştim... Bir önceki sürecin kazanını Putin’di... Bu konuda kimsenin şüphesi yok diyebiliriz...

Noel’e kadar tanınan sürecin gerçekleşmemesi halinde, gelişmeleri bir başka yönden değerlendirdiğimizde, bu sefer, ortada kaybeden kişinin kim olduğu sorusunu sormaya sıra gelecektir. 

Ya da, Noel’e kadar anlaşma belgesi ortaya çıkarılsa bile ardından, kısa bir süre zarfında, olası bir Putin-Zelensky görüşmesinin yapılamayacak olması da, barış sürecinin akamete uğraması anlamına geleceğine kuşku yok.

Bu çerçevede, sürece kimin köstek olduğu pek de büyük bir anlam ifade etmeyecek ve yukarıda dile getirdiğim “sorumlu kim?” sorusuna cevap aranmaya başlanacak ki, buna verilebilecek cevap ‘Trump’ olacaktır.

Bu cevabı bizzat, Trump’ın bizzat kendisinin vermesini beklemek bile mümkün.

https://guneydoguasyacalismalari.com/tr_tr/noelde-ukraynaya-baris-gelir-mi-will-peace-come-to-ukraine-by-christmas/