Mehmet Özay 07.12.2025
Geçtiğimiz Şubat ayında, Trump tarafından başlatılan ve
bu Kasım ayı ile bu ayın başlarındaki hızlanan görüşme trafiğine rağmen,
Ukrayna ve Rusya arasında barış anlaşması imlazanamamış olmasının sadece
Ukrayna için tehlikeli bir yönü bulunmuyor.
Rusya pes etmedi
Geçtiğimiz Perşembe günü Trump’ın özel temsilcisi Steve Witkoff
ile Rusya devlet başkanı Vladimir Putin arasında, 2 Aralık’ta yapılan görüşme
sonrasında ekranlara ‘barış’ın yansımaması, gözlerin Avrupa Birliği’ne
çevrilmesine neden oldu.
Putin’in, aynı gün yani, 2 Aralık’ta yaptığı basın
açıklamasında barışa engel koyan taraf olarak ‘AB’yi suçlaması, savaş ve barış
gelişmelerinin sadece, Ukrayna ile sınırlı olmadığını bir kez daha açık ve net
bir şekilde ortaya koymuştur.
Putin’i açıklamasının bize sunduğu verilerden biri, barış
anlaşması sürecinde sadece, ABD merkezli bir gelişmenin olmadığıdır.
Avrupa faktörü
Aksine, AB’nin kapalı kapılar ardında, güçlü bir aktör
olduğunu ortaya koyması açısından dikkat çekicidir.
Bu durumda, “önümüzdeki süreçte ne tür bir gelişme
olacaktır?” sorusu gündemde.
Ukrayna devlet başkanı Zelensky’nin AB liderleriyle
yaptığı görüşmelerin kesintisiz sürdüğü anlaşılıyor.
Bu süreci, Zelensky’den ziyade, AB liderlerinin yürütüyor
olmasında şaşılacak bir şey yok. Nihayetinde, Avrupa bir birlik olarak
kendisini Rusya’nın potansiyel istilacılığı ile yüz yüze görüyor...
AB’nin daha işin başından bu yana, Trump’ın yönetmekte
olduğu barış sürecinde merkeze, Rusya devlet başkanı Putin’in alınmasından
duyduğu rahatsızlık hafta içinde yaşanan gelişmelerde de kendini gösterdi.
Putin’in önüne konulan barış plânını kabul etmemesi,
üstüne üstlük barış’a ulaşmada engel olarak AB’yi hedef tahtasına koyması, AB
ve Rusya arasında ilişkilerin geldiği noktası göstermesi açısından gayet
önemli.
Trump nerede yanlış yaptı?
Belki de, burada durup, “Acaba Trump ve yönetimi,
Ukrayna’da barışı sağlamadan önce, Rusya ve AB ilişkilerinin yeniden onarılması
yönünde mi gayret göstermeli? sorusunu gündeme getirmekte yarar var.
Ancak, bu soruyu zikrederken dahi gayet önemli bir
şüphenin zihnimizde uyandığını da fark etmiyor değiliz.
Bunun temel nedeni, AB ve ABD ilişkilerinin de açıkçası,
belki o derece olmasa da, AB-Rusya ilişkilerindeki gerilemeden farklı bir yanı
olmamasıdır.
Küresel sistem arayışı
Aslında, Avrupa-merkezli bir gelişme olarak karşımıza
çıkan bu durum, küresel sistem denilen olgunun ne denli tahrip edildiğini ve bu
düzenin yerine neyin getirileceği konusund kafaların gayet karışık olduğunu da
ortaya koyuyor.
Bunu söylerken, kürenin öte yakasında Çin gibi bir
gelişmiş gücü, taleplerini ve ABD ile olan çok yönlü çatışmacı evrenini göz
ardı ediyor değilim.
Bununla birlikte, dünya sistemi veya küresel sistem söz
konusu olduğunda, hamen başat aktörlerin ‘Batı’da yerleşik yapılar olmasını
kabul etmek gerekiyor.
Bu durum, bugün AB dışişleri sorumlusu Kaja Kallas dün
yaptığı açıklamada, AB ve ABD ilişkilerinin geldiği noktaya yönelik eleştirel
yaklaşım karşısında gündeme getirdiği, ‘ortaklık’ vurgusunu gözlerden uzak
tutmamak gerekir.
Kallas, açıklamasında Trump yönetiminin AB’ye yönelik
ağır eleştirilerine rağmen, ABD’nin AB’nin en büyük ittifak gücü olduğuna
dikkat çekti.
ABD’de daha birinci Trump döneminden başlayarak, AB’ye
yönelik özellikle, NATO bağlamında AB’ye yönelik eleştiriler ve taleplerin
bugün, giderek daha çok medeniyet boyutuna taşınmış olması, Atlantik’in iki
yakası arasındaki tarihsel ve geleneksel siyasal işbirliklerinin
sorgulanabilirliğini gündeme getiriyor.
ABD ulusal güvenlik strateji belgesinde, Avrupa’nın
medeniyet erozyonuna doğru gitmekte olduğu yönündeki yaklaşım, hiç kuşku yok
ki, AB tarafından kabul edilebilir bir olgu değil.
Bu belgede yer alan iddialar ve karşılıklarını, bir başka
yazıda detaylı bir şekilde ele almakta yarar var.
Batı ittifakında sorgulama
Bununla birlikte, bu metne atıf yapmama sebep, Kallas,
tüm ağır eleştirilere rağmen, AB ve ABD geleneksel ittifakına vurgu yaparak bu
ittifakın kendi içindeki sorunlara yıkıcı bağlamda yönelmekten ziyade, bu
ittifakın muhalifi olan küresel gelişmelere odaklanılması yönünde bir tavsiyesi
öne çıktı.
Küresel gelişmelerin en başında da hiç kuşku yok ki,
Ukrayna’daki savaş bulunuyor.
Ya da Ukrayna üzerinden, Avrupa Birliğini ve oluşturduğu
siyasi ve ekonomik sisteme yönelik ciddi bir tehdit unsuru olan Rusya demek
daha doğru olacaktır.
Kallas’ın, sıraya koyduğu diğer küresel sorunlar arasında,
Çin’den gelen ve küresel ekonomi-politiği zorlayıcı talepler ve politikalar ile
İran da yerini alıyor...
Avrupa karar aşamasında
Geçtiğimiz hafta Trump’ın önce Rusya tarafıyla ve
ardından, Florida’da Ukrayna heyetiyle yapılan görüşmeler sonrasında ABD-Rusya
görüşmeleri öncesinde yaptığı, “Noel’e barışla gireriz!” yönündeki ümitvar
yaklaşımından geriye kocaman bir baraşıszılık çıkmış bulunuyor.
Yaşanan o süreçte, AB makamları görüşmelerden AB’nin
dışlandığı yönündeki iddiaları ve ardından, Trump’ın temsilcisi Witkoff’un, Moskowa’dan Washington’a eli boş
dönmesi, AB’nin elini güçlendiren bir gelişme olarak değerlendirmek gerekiyor.
Bunun somut göstergelerinden biri, AB’nin üç önemli
ülkesi Fransa, Almanya ve İngiltere liderleri
Şansölye Merz, başkan Macron ve başbakan Starmer’in Ukrayna devlet başkanı
Zelensky ile Londra’da, zirve toplantısında bir araya gelecek olmalarıdır.
Bu zirvenin, yaşanmakta olan soruna çok yönlü yaklaşma ve
sorun bulma konusunda önemli bir adım olduğunu söylemekte yarar var.
Nihayetinde, hafta içerisinde AB üye ülkeleri savunma ve
dışişleri bakanlarını Brüksel toplantılarını bir ön görüşme süreci olarak kabul
edebiliriz.
Yarınki görüşmede, Ukrayna’da savaşın durdurulmasından,
Rusya devlet başkanı Putin’in “Avrupa’yla savaşa hazırız’ söylemine verilecek
karşılık ile Ukrayna topraklarında sürmesi muhtemel gözüken savaş boyunca, bu
ülke savunmasına desteğin ne denli artırılacağı ve Rusya’ya daha ne türden
ekonomik baskıların gündeme getirileceği gibi konuların ele alınması muhtemel
gözüküyor.
Gelinen bu noktada, ‘Batı ittifakında değişen ne? sorusunu
bir kez daha sormakta yarar var. Şayet Atlantik’in iki yanında geleneksel
ittifak çatırdıyor ise, bunun yankılarını ilk etapta duyması gerekenin Avrupa
olacağına kuşku yok.
Kanımca, AB liderleri, Ukrayna sorununa salt bir
savaş-barış süreci olarak bakmaktan ziyade, daha bütüncül bir perspektiften,
Batı’da olan bitene yönelik bir çözüm arayışı içerisinde olacaklardır.





