Mehmet Özay 05.01.2025
Bütün bir 19. yüzyılın Müslüman coğrafyalarda benzerlik gösteren gelişmelerle dikkat çektiği konusunda bir konsensustan bahsedilebilir.
Bunun adının da, ‘sömürgecilik’, yükselen sömürgecilik ve yanlış bir
şekilde de olsa, ‘emperyalizmin yayılması’ gibi kavramlarla olduğu gözlemlenir.
Aynı tarihsel dönemin hem, Osmanlı Devleti hem de, diğer müslüman devletler
ve bölgeler için şu veya bu şekilde bir yenilenme, dirilme hareketlerine konu
olduğu söylenebilir.
Bu yenilenme, dirilme süreçlerinin bir bölümünü, Osmanlı örneğinde olduğu
şekilde, Tanzimat (1839) ve Islahat (1856) süreçlerinde ortaya çıktığı üzere
yönetim, idare, ekonomi, eğitim, sağlık gibi alanlarda görünürlük kazanırken,
farklı bölgelerde -örneğin, 1820’lerde bir yandan Cava’da Prenegoro,
Palembang’da, 1830’larda Padang’da başgösteren sömürge savaşları vb. süreçler
gibi - sıcak gelişmeler sömürgeciliğin yayılmacılık süreçlerine karşı
geliştirilen bir haklı çıkış ve/ya salt bir tepkisellik olarak değerlendirilebilir.
Bu kısa girişle bir konuya giriş yapmak istediğim aşikȃr...
O da, bu günlerde üzerinde çalıştığım bir konu çerçevesinde, ele alıp okuma
fırsatı bulduğum bir doktora tezi ve bu tezin yukarıda dikkat çekilen konularla
bir şekilde bağlantılı bölümüyle ilgili...
Snouck atfı: 2. Abdülhamit beğenmiş olmalı!
2018 yılında ‘Columbia’ Üniversitesi’nde verilmiş olan doktora Osmanlı
Devleti ile geniş Malay Dünyası arasındaki yüzyılın özellikle, 1850’den 1910’lu
yıllara kadar olan bölümüne -derinlikli olmasa da-, dikkat çekmesiyle önem
taşıyor.
Yazarın temel argumanını, Osmanlı Devleti ile özellikle Hollanda sömürge
yönetimi arasında bir benzerlik geliştirme/bulma çabası oluşturuyor.
Bunu sağlayacak bir aygıt/eleman olarak ise Snouck Hurgronje’un kaleme
aldığı bir küçük risaleye gönderme yapıyor.
Tartışmak istediğim husus, Hurgronje’un eseri değil...
Belki, bunu bir başka yazıda ele almak mümkün.
Nihayetinde çalışmanın bu bölümünden edindiğim ilk izlenim, 1908’de
meşruiyet’in ilȃnından bir hafta sonra İstanbul’a gelerek görüşlerini yüksek
sesle dile getiren Hurgronje’un ‘tezinin’ kanımca, 2. Abdülhamit’in hoşuna
gidecek bir boyuta sahip olmasıdır...
Bu ipucu, konunun ne denli heyecan verici olduğunu yeterince ortaya koyuyor
olmalıdır..
Doktora-saha çalışması
Öncelikle, doktorasını başarıyla veren akademisyen arkadaşımızı kutlamak
gerekir.[1]
Taa Columbia Üniversitesi’nden Osmanlı’ya oradan, Malay dünyasına uzanarak
bir tez yazmak epeyce bir niyet ve gayret gerektirir.
Hoş yaşadığımız dönemde, kimileri için artık sahaya inmek, ilgili ülkelerin
ve şehirlerin kütüphanelerine ve arşivlerine girmek gibi bir zahmete gerek
kalmadığı düşünülebilir.
Veya tezin 2018’de verildiği dikkate alınacak olursa, kaynakların çoktan
ABD akademi kurumlarınca ellerinin altında tutulduğunu da düşünmek mümkün.
Ancak var olan kaynakların ‘fiziki’ kullanımı, anlaşılması kadar, ilgili
verilerin yorumlanma süreçlerinin de bir o kadar önemli olduğunu hatırlatmak
gerekir.
Bu anlamda, sahada olmanın kaçınılmaz bir önemi olduğu ortaya çıkar ki,
yapılacak analizlerde ve yorumlarda bu, kesinlikle yadsınmaması gereken bir
husustur.
Malay devletleri – Osmanlı – Pan-İslam
Çalışmanın ilgili bölümünde dikkat çeken durum, Osmanlı Devleti ile Malay
devletleri ve toplumları ile bu toplumlar içerisinde küçük bir azınlığı teşkil
eden gruplar üzerinden geliştiği görülen ilişkilerin sunuluş biçimidir.
Müslüman toplumların biri doğu’da yani, Malay dünyasında, diğeri batısında
yani, Osmanlı özelinde ortaya konulan ilişkinin Pan-İslam’a sarılarak
açıklanması sanki, hızı alınamamış veya benzeri çalışmalarda tekrarlanagelen
genel geçer yaklaşımlarla benzerliğidir.
Pan-İslam bağlamını, 2. Abdülhamit ile ilişkilendirmenin anlamlı yönü
olduğu kadar, Pan-İslam’ın hem, Osmanlı Devleti özelinde hem de, genel olarak
Malay Dünyası’nın Osmanlı ile geliştirdiği siyasal ilişkiler noktasında
kronolojik ve kapsam olarak farklı açılımları olduğunu burada bir kez daha
tekrarlamak isterim.
Ancak yazar, bu farklılaşmaları okuyabilme ve yorumlayabilme imkȃnını
yakalayamamış olmasını -güçlü bir önyargıdan bağımsız olarak söylemeye
çalışıyorum- iyi anlamamız lazım.
Bunun maddi nedenlerinden birini, yukarıda dile getirmeye çalıştığım
hususlardan en temel olanıyla yani, sahada olup olmama konusu teşkil ediyor.
ABD kurumları Malay dünyasının tüm kaynaklarını ellerinde toplamış olabilir.
Ancak, bunun sağlamasını, tezin ilgili bölümünde görmek mümkün olmuyor
kanaatindeyim.
Oysa, saha çalışması gerçekleştirilmiş olsaydı, -yazarın saha çalışması
yapmadığını okuduğum bölümler üzerinden değerlendirmemden çıkarıyorum-, öte
yandan, saha çalışması yapıp da sağlıklı yoruma ulaşamamış ise, bu daha büyük
bir akademik hata gibi duruyor- herhalde Osmanlı’nın değil de, önce Malay
siyasal yapılarına mensup olan çevrelerin sürekli İstanbul’un kapısını
tokmaklamalarını görmüş ve anlamış olurdu.
Bu bağlamda, Osmanlı’ya siyasi ilişkiler geliştirme noktasında Açe’nin (hem
16. ve hem de 19. yüzyılda) ve Jambi’nin (19. yüzyılda) örnek olarak veriliyor
ki bu doğrudur.
Bununla birlikte, 19. yüzyıl ortasında İstanbul’u ziyaret eden iki devletin
elçilerinin kronolojik olarak yanlış sunulduğu görülüyor. İstanbul’a önce gelen
Açe elçisidir, birkaç yılın ardından gelen ise Jambi elçisidir... (s. 209).
Takımadalar: Endonezya Müslümanları değil!
Bir diğer husus, ki azımsanmayacak bir yanlış bağlam gibi duruyor...
O da, “Endonezya Müslümanları” (Muslim of Indonesia) kavramının kullanılışı
ile bu toplum içerisinde ‘özel’ bir yere sahip olduğu ileri sürülen Hadrami
kesimin Osmanlı ile ilişki türünün doğru anlaşılıp anlaşılmadığı hususudur.
Öncelikle, Endonezya adının 20.
yüzyılın başlarında ortaya çıkmış ‘East Indies’ yerine kullanılmaya başlanmış
bir adlandırma. Tarihin erken ve geç dönemlerindeki ilişkiler çerçevesinde bu
‘isme’ yaslanmak akademik bir çalışmada ne denli doğru tartışmaya açıktır.
Çünkü, karşımızda ‘monolitik’ bir ‘Endonezya’ yok tarihte...
Kaldı ki, bu kullanımın bugün dahi siyasal çevrelerde eleştiri konusu
olduğunu hatırladığımızda, tarihsel gelişmeler muvacehesinde
kavramsallaştırmaları, kavramları yerli yerinde kullanmak gerekir.
Açe, Jambi faktörleri bir yana konulduğunda, ‘Endonezya Müslümanları’nın
topyekun bir Osmanlı sığınmacılığı düşüncesinde olduklarını söylemek doğru
değil.
Kaldı ki, özellikle Açe söz konusu olduğunda, var olanın bir sığınmacılık
değil, ‘din-i siyasal’ bağlamında bir işbirliği veya Osmanlı’yı sahip olduğu
varsayılan dini-siyasal sorumluluğunu yerine getirme davetidir.
Jambi’nin de kanımca, 19. şüzyıl ortasındaki gelişme dikkate alınacak
olursa, Açe’yle kurduğu etkileşim ve iletişim neticesinde İstanbul’a ulaştığını
söylemek yanlış olmayacaktır.
Hadrami temsiliyeti: Pan-İslam mı, vatandaşlık mı?
İkinci temel açılım, yani Hadrami ailelerin ki, ‘Endonezya Müslümanları’nın
demografik yapısıyla karşılaştırıldığında gayet azınlıkta oldukları
görülecektir, ya tek tek -çünkü bunun örneklerini 19. yüzyıl sonlarında
görüyoruz, ya da 20. yüzyıl başlarında Osmanlı konsolosları üzerinden Osmanlı
vatandaşlığı taleplerinin pek öyle iddia edildiği üzere Pan-İslam’la vs.
İlişkisi yok.
Yazar da bunu, “Endonezya’nın Hadrami Arapları bölgenin yerlileri
addedilmez” diyerek, -yanlış ifadelerle de olsa-, aslında gizli/açık ortaya
koyuyor (s. 217).
Bu olsa olsa, Batavya’daki Hollanda sömürge yönetiminin politikaları
neticesinde, ilgili ailelerin kendilerinin, çocuklarının vs. ‘vatandaşlık’
özelinde karşı karşıya kaldıkları zorlama bir Pan-İslamcılık çıkartma olur ki,
bu durum, tarihsel gelişmeleri doğru okuyabilmede sorunlar olduğunu ortaya
koyuyor.
Bu durumu da, aynı sayfada “... sahip oldukları doğum ve soy’a dayanarak
Osmanlı vatandaşlığı iddiasında bulunuyorlar...” dile getiriyor (s. 217)
Diyelim ki, Hadramiler vatandaşlık hususunda Osmanlı’ya başvurdu? Buna
Pan-İslam mı diyeceğiz?
Bir diğer soru, Bataviya’daki, Surabaya’dayi, Palembang’daki,
Pontianak’daki, Bandung’daki, Bogor’daki, Açe’deki vb. Hadramilerin tamamı mı
Osmanlı kapısına çıkıp vatandaşlık istedi?
Akademisyen arkadaşımız şöyle diyor: “... Her ne kadar Pan-İslamizm
Osmanlı’ya Hadramilerin Hollandalılar karşısındaki iddialarını meşrulaştırmak
için genel bir repertoire sunsa da, Osmanlı hükümeti için, genelde Endonezya
Müslümanlar’ından ziyade Hadrami Arapların statüsüsü temel bir ilgi alanı
oluşturuyordu” bağlamındaki yaklaşımı, Pan-İslam olgusunun neye tekabül ettiği
kadar, Endonezya Müslümanları ile Hadrami aileler arasında gayet önemli bir
ayrıştırmanın da yapılmış olduğu belirtiliyor.
Kanımca, bu ilgili sayfalarda ifade edilmeye çalışılan hususların
netleştirilmemiş olduğunu söylemek mümkün. Yazarın temel ilgi alanını Pan-İslam
oluşturmadığını düşünüyorum. Nihayetinde çıkış noktası, Hadrami ailelerin
özellikle Cava Adası’nda maruz kaldıkları statüleri yani ne tür bir ‘vatandaş’
olup olmadıkları hususu.
Ancak bunu dile getirirken, Osmanlı ile ilgiyi kuran ‘Endonezya
Müslümanları’ değil elbette, aksine, Açe ve Jambi’nin 19. yüzyıl bağlamında
reel, görünür, belgeli varlıkları karşısında bir tür karşılaştırmaya gitme
çabasının kafa karıştırıyor olmasıdır.
Zaten bu nedenle sahada olmanın önemine değiniyorum. Sahada olunsaydı, bu
toplumların bugünkütemsilcileriyle karşı karşıya gelinseydi, kendi ürettikleri
ana kaynaklara ulaşılsaydı, kanımca böylesi bir zorlamaya gerek kalmazdı.
Ne Hadrami ailelerin ve özellikle çocuklarının geleceği için, ‘bir tür
çıkar’ sağlamaya matuf girişimlerinden Pan-İslam söylemi çıkardı, ne de,
Osmanlı Pan-İslam’ını 2. Abdülhamit’e mal etmekle sınırlayan ve Osmanlı’yı Hint
Okyanusu gelişmelerine davet eden Malay devletlerini bu anlamda göz ardı eden
bir yaklaşım ortaya çıkardı.
Malay Dünyası ve Osmanlı ilişkilerinin anlaşılabilmesinin çeşitli safhaları
bulunuyor. Bunların içinde saha çalışmasının önemine kuşku yok. Dokümantasyan
çalışması anlamlı olmakla birlikte tek başına yeterli olmadığı sürekli
gözlemliyoruz.
Akademi dünyasında bu çalışma sahasında olmak isteyen adayların bu ve
benzeri hataların farkında olması en büyük temennimiz.
[1]
Merve İspahani. (2018). Building Sovereignty in the Late Ottoman World:
Imperial Subjects, Consular Networks and Documentation of Individual
Idenitties, Ph.D. Dissertation, Columbia University.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder