Mehmet Özay 25.11.2024
Eğitim süreçlerinden kastımız, ilk, orta eğitim kadar,
belki de, daha çok yüksek öğretimle ilgili olanıdır.
Bu durum, ilk/erken dönem eğitim süreçlerinin
yadsınmasından değil, aksine Müslüman toplumlarda yüksek öğretimin diğer eğitim
süreçleri üzerindeki belirleyiciliğinden kaynaklanmaktadır.
Bunalım
Müslüman toplumlarda eğitim süreçlerinin hem, geçmişten
tevarüs eden ve hem de, bugünün ürünü olan sorunları olduğunu söylemek yanlış
olmayacaktır.
Bunun, sıradan bir iddia değil, günümüzde bu alanda
-neredeyse, tüm eğitim süreçlerinde yer almış ve bu anlamda doğrudan
yaşanmışlıklarla tecrübe, aktif katılımlarla ve gözlemlerimiz ile yakın ve uzak
geçmişe dönük verileri toplama çabamıza dayandığını söylemeliyim.
Bu noktada, eğitim alanında karşılaşılan devasa
sorunların bizi getirdiği nokta, ‘bunalım’ kelimesiyle açıklamak gerekir.
Söz konusu bu ‘bunalımın’ kısa dönemli olmasından
bahsedilemiyor maalesef...
Aksine, karşımızda -yukarıda değinildiği üzere- on
yılların ve belki de, birkaç yüzyılın birikmiş
ağırlığı bulunuyor.
Doğu’dan Batı’ya coğrafi yelpazede, son bir yüzyıllık
süreçte ortaya çıkan ve halkının kahir ekseriyetini Müslüman toplumların
oluşturduğuna tanık olunan ulus-devletlerde, eğitim işlerinin bir yüzyıllık
süreçte ne minvalde yol aldığı konusu hiç kuşku yok ki, bu ilgili
ulus-devletlerin bünyelerinde var olan, diğer toplumsal alanların da ne denli
sağlıklı geliştiği ve işlediğiyle doğrudan alâkalıdır.
Köklü sorunsal geçmiş mirası
Temelde, eğitim işlerinin gerek, sorun ve yapısal durum
gerekse, reform adı ile anılacak farklı süreçlerinin ulus-devletleşmeyle
birlikte başlamadığı da ortadadır.
Öncesi bir yana, daha 19. yüzyılın başlarından itiraben,
giderek yükselen sömürgecilikle birlikte, sömürgeleşmeye konu olan Müslüman
toplumlar ile sömürgecilk sürecini doğrudan sömürge yönetimi altına girmemiş
ancak, sömürgeci güçlerin şu veya bu şekilde, tesirini doğrudan hissetmiş
Müslüman toplumlarda, reform çabalarının Batı Avrupalılarca veya düşüncelerini
Batı Avrupa sistemine entegre etmiş olan Müslüman alim, düşünür, siyasetçi gibi
temsil gücü olduğu varsayılan kişiler ve gruplarca güdülen bir plân ve
programla yürütüldüğü herkesin malumudur.
Ele geçirilen önemli bir fırsat -belki de tarihi demek
lazım- kabul edilen ulus-devletleşme süreçlerinin, Müslüman toplumların eğitim
süreçlerinin hem, ilk ve orta ve hem de özellikle, yüksek öğretimde ortaya
koydukları açılımların, başarı veya başarısızlık gibi kategorilerden önce
ilkeli ve kendinde olup olmama gibi, temel bir sorunu içinde barındırdığını
açık yüreklilikle dile getirmek gerekiyor.
Ulus-devlet çözümü hayali
Ulus-devletleşmenin bu sürece etkisinin ‘olumlu bir
şekilde’ belirleyici olacağı ve Müslüman toplumların, var olduğu belirtilen ve
de inanılan kendi düşünce sistemlerine uygun eğitim modelleri geliştirecekleri
yönündeki görüşlerin, son bir yüzyıllık tecrübenin ortaya koyduğu üzere, bu
yaklaşımlarında -niyet olarak haklılık payı gözetilebilmekle birlikte, genel
itibarıyla teori ve pratikte pek de öyle olmayan sonuçlar doğurduğu görülüyor.
İçinde müfredat, ders materyalleri, sınıf ve eğitim
kurumu oluşumu ve inşasından başlayan teknik ve idari alt yapı, öte yandan
öğrenci, veli, eğitmen, yönetici vb. gibi insan kaynaklarınının oluşturduğu ve
her bir ulus-devlette adına, ‘Milli’ denilen eğitim bakanlıklarının işlerliğine
değin, aşağıdan yukarıya tüm yapılaşmaların neredeyse, Batı eksenli eğitim
paradigmaları, teorileri ve kavramlarıyla inşa ediliyor
Bu sürecin, yüksek öğretim sürecinin de bundan geri kalır
bir yanı olmadığı da aşikârdır.
Hatta, yüksek öğretim insan kaynakları, teknik alt yapı
süreçlerinin üretilmesindeki, eğitim felsefesi ve politikalarının
oluşturulmasındaki rolünden ötürü, çok daha önemli bir yerde konumlanmaktadır.
Yanlış yapılaşma
Temelde karşımıza çıkan bu yapıyı, ‘Sistemik Yanlış
Yapılaşma’ olarak kavramsallaştırmak mümkündür.
Bu süreçte, eğitimin Müslümanların kahir eskeriyette
olduğu kimi ulus-devletler için okur-yazarlığı geliştirme ile
etiketlendirilirken, diğer bazı ulus-devletler için Batı Avrupa veya genel
itibarıyla Batılı yani, teknolojik olarak gelişmiş, bir başka ifadeyle
endüstrileşmiş -bu bağlamda, 1., 2., 3, 4, ilâ ahir endüstrileşme- süreçleri
tecrübe eden ülkeler düzeyine çıkabilme ile ilişkilendirilmiştir.
Burada, iki temel olgu olduğu görülür. İlkinde, görece
daha naif bir hedef gündeme alınmış ve ilgili ulus-devletlerin kendi geleneksel
ve de bir şekilde, İslami yapılaşmalarından hareket edilerek okur-yazar bir
toplum oluşturulabileceği güdülmüştür.
Bu tespiti, küçümseyici bir ifade olarak dile
getirmiyorum. Tam aksine, halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan toplumlarda
okur-yazarlığa tekabül eden okuma-yazma ve hesap edebilme yeterliliklerinin
dahi karşılanamamış olmasından kaynaklanıyor.
İkincisi ise, gelişmişlik, teknoloji, endüstrileşme,
bilim gibi Müslüman toplumların uzunca bir süredir unuttukları -veya ele
al/a/madıkları varsayılan alanlar olup, ulus-devletleşmeyle gündemlerine
almalarının, kendinde bir çaba olmaktan ziyade, çokça sömürge dönemi
etkileşimlerinin bir sonucu olarak ortaya çıktığı görülür.
Özellikle bunlardan ikincisinin hem, zihniyet hem de,
pratik/uygulama olarak böyle olduğuna kuşku yok.
Bununla söylenmek istenen, eğitimi ‘teknolojik
gelişmişlik’ ile örtüştürmek suretiyle, kendinde var olmayan, -hem maddi hem
maddi olmayan, nereydeyse tüm kaynakların Batı’dan ithâli anlamına gelir.
Bu ithâl işinin görünür yanlarından biri, ilgili
ulus-devletlerin Batılı ülkelere öğrenci gönderme projeleri oluştururken, biraz
daha üst düzeyde diyelim ki, Dünya Bankası, Birleşmiş Milletler -örneğin,
UNICEF, UNDP vb. kurumların, eğitimle ilgili birimlerinin, ilgili
ulus-devletlerle yapılan ekonomik işbirlikleri çerçevesinde eğitimlerini, nasıl
plânlayıp yürüteceklerine dair hiyerarşik, dikteci, didaktik politikaların
ürünü olduğudur.
Bu sürecin geri dönüşümü ise, yukarıda değinildiği üzere,
halkının kahir ekresiyetinin Müslüman olduğu ulus-devletlerde ilk-orta düzey
eğitim süreçlerini, baştan aşağıya Batılı normlar, teoriler ve pratiklerle
yapılandırma şeklinde olur.
Yukarıda dikkat çekilen iki temel eğitim hedefinin yani
ilki, okur-yazarlık ikincisi, teknolojik ve endüstriyel gelişmişliğe
ulaştıracak yapılanmanın, ilgili ulus-devletleri nereye taşıyacağı meselesinin
hakkıyla ele alınıp alınmadığıyla birlikte de düşünülmesi gerekiyor.
Bu durum, nüfusunun kahir ekseriyeti Müslüman olan
toplumların ‘geri kalmışlık’ nosyonu karşısında kendilerini gelecek diyelim ki,
elli, yüz yıllık sürede nerede konumlandırmak istedikleriyle ilgili olduğu
gibi, uzun tarihi geçmişin bir yerlerinde eğitim olgusundan, ne anladıkları ve
eğitimi, hangi toplumsal koşullar ve hangi maddi olmayan unsurlarla
ilişkilendirdikleriyle de bağlantılıdır.
Kanımca, gelecek elli veya yüz yıllık sürece bakarken
belki de, çokça yakın ve uzak geçmişe eğilmek gerekiyor.
https://guneydoguasyacalismalari.com/musluman-toplumlar-ve-egitim-muslim-societies-and-education/
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder