Mehmet Özay 26.11.2024
Sözde, üç aylık süre sonrasında önemli gelişme olacağı
yolundaki beklenti böylece boşa çıkmış oldu...
Bunun yerine, Ekim ayı sonlarında Bangdaleş ordu
yönetiminin, “demokrasi’nin yeniden tesisi için 18 aylık süreye ihtiyaç olduğu”
yönündeki ifadesinin ardından, geçici hükümet başkanı Profesör Muhammad Yunus
da “sistemi temizlemek için öngörülen reformlar tamamlanıncaya kadar seçimler
yapılmayacak” açıklaması açıkçası geniş kitleler ve de siyasetçiler için
bekle-gör anlamına geliyor.
Yeni bir kaos mu?
Ülkenin yakın geleceğine dair siyasi açıklamanın, ordu
yönetiminden gelmesi bile, açıkçası Bangladeş’te, ne tür bir demokratik sürecin
işlemekte olduğuna dair bir fikir veriyor.
Oysa hem son en yıldır Şeyh Hasina liderliğinde ülkeyi
yöneten Halk Partisi’nin (Awame League) hem de, muhalefeti temsil eden
Bangladeş Ulusal Partisi’nde beklenti geçici hükümetin üç ay sonrasına seçim
tarihi vermesiydi...
Bu noktada, Ağustos ayından bu yana ülkede, demokratikleşme
emareleri olarak görülebilecek, prematüre yapıların dahi oluşumuyla ilgili bir gelişmeden
bahsetmek bile güç...
Meşhur Profesör Muhammed Yunus’un başında bulunduğu
geçici hükümetin, reform sürecine dair inandırıcı bir adım atıp atamayacağı
görmek için biraz daha beklemek gerekiyor.
Kimi açılardan bu mevcut durum, Bangladeş’te gerilimin
devam ettiği anlamına gelirken, akıllarda, ‘Yeni bir kaosun eşiğine mi
geliyoruz?’ sorusunu da getirmiyor değil...
Bahar’dan Sonbahar’a
Meydan gösterilerinden bu yana yaşanan geçiş sürecinde,
göstericiler ve bunların arka plândaki siyasal ve toplumsal yapıların gündeme
getirdiği taleplerin siyasi sonuçları, henüz hasıl olmuş gözükmüyor.
Burada temel sorun, Nobel Ödüllü Muhammed Yunus’un şahsı
bir yana, Bangladeş’te -ve de benzeri ülkelerde olağan karşılanması gereken-
‘kargaşa’ ortamını, ‘demokratik ideallerle’ karıştırmak gibi akıl dışı
girişimlerin bir örneğini daha görmekte olduğunu söylersek yanılmış olmayız.
‘Bahar’, ‘yaz’ gibi sıfatlarla oluşması beklenen devrimci
yönelimlerin temelde, var olan kargaşa ortamından çıkışın ayak sesleri kabul
etme konusunda, gerektiğinden fazla umut bağlanıyor oluşu bile aslında, bu tür
toplumlarda var olan derin sorunların anlaşılamamış olduğunun ifadesidir.
5 Ağustos sonrası
Geçtiğimiz 5 Ağustos’da, yaklaşık on beş yıldır iktidarda
bulunan 76 yaşındaki Şeyh Hasina, önlenemeyen meydan gösterileri sonrasında
soluğu, komşu ülke Hindistan’da alırken, 8 Ağustos’da kurulan geçici hükümetin
başına, meşhur Profesör Muhammed Yunus atandı.
Muhammed Yunus Hoca’nın, bireysel niteliklerine diyecek
yok...
Bu nedenledir ki, devletin (!) önde gelen siyasi ve
askeri eliti, ‘bahar’dan ‘yaz’a geçiş sürecinde görevi ona verdi.
Daha doğrusu, ‘ateş topunu’ Muhammed Yunus Hoca’nın
kucağına bırakmış oldu...
‘Ateş topu’ diyorum, çünkü ortada neyin nasıl
halledilebileceğine dair bir yol haritası bulunuyor mu sormak gerekiyor...
Şayet ortada kapsamlı bir yol haritası yoksa, çıkılan yolculuğun
da başarıya ulaşmasını beklemek biraz hayal...
Yine hizipçilik!
Bangladeş ordusunun yeşil ışık yaktığı, 17 kişilik bir
kabineden oluşan geçici hükümette, sözde Bahar ayaklanmalarında yer alan iki
öğrenci liderinin yanı sıra, sivil toplum, Bangladeş Ulusal Partisi (Bangladesh
National Party-BNP) ile Cemaat-i İslami’den üyeler bulunuyor.
Seçim tarihinin belirlenmesi için biçilen üç aylık süre
dolmasına rağmen, geçici hükümetin bu yönde henüz adım atmamış olması, siyasal
ve toplumsal huzursuzluğun ülkede devam ettiğinini işaretidir.
Ağustos ayından bu yana geçen süre zarfında, bu üç temel
grubun kabinedeki varlığına karşılık, her bir grubun, kendi siyasal hedefleri
ile belirlenmeye çalışılan bir sürecin olduğunu söylemek abartı sayılmamalıdır.
Aslında, Bangladeş’te -ve de benzeri ülkelerde- olan
biten, temelde böylesi travma dönemlerinde hem, liderler düzeyinde hem de,
kurumsal boyutta, sağlıklı ve rasyonel hareket edebilmeyi sağlayacak
mekanizmaların var olmamasıdır.
Bu durum, geniş halk kesimlerinde ya, umutsuzluk ve içe
kapanma ya da, oportunizme sarılarak mevcut liderlerin peşine takılma şeklinde
zuhur eder.
Meydan gösterilerinde ortaya çıktığı üzere, bir tür “tarihi
şans” olgusuyla açıklanabilecek gelişmeler karşısında sürdürülebilir bir yapı
tesisi yerine, kendi kliği, hizbi, partisi, cemaati için günü kurtarabilmenin
yollarının aranıyor olması, Bangladeş ve benzeri ülkelerin en temel sorunudur
ve böyle giderse olmaya da devam edecektir.
Bunun sosyo-psikolojik karşılığı liderlerin, birbirlerine
ve geniş toplum kesimlerine ve de aynı şekilde, ikincilerin de birbirlerine
karşı güven vermemeleri ve hissetmemeleri olarak karşılık bulur.
Çünkü ortada, herkesin ya da kahir ekseriyetin hem fikir
olduğu ve sözleştiği bir yasa metni ve bunu hayata geçirecek ciddi ve
yapılaşmış kurumlar bulunmamaktadır.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, ortada, bu güveni
tesis edecek yapısal ve kurumsal unsurların olmamasıdır.
Bu nedenledir ki, ordu yönetiminin seçimler için 18 ay
sonrasına gün vermesini en kötü ihtimalle birileri için zaman kazanma olarak
yorumlamak mümkünken, iyimserler adına ise, reformlar için yeter zaman olarak kabul
etmek mümkün.
Bu sürecin hangi yönde işleyeceğini birlikte tanık
olacağız.
Sorun kökte mi?
Ülkede siyasal ve ekonomik yolsuzlukların, ülkenin kurucu
unsurları ile özdeşleşmiş olması temelde Bangladeş’te, ne türden bir toplumsal
buhranın olduğunu ortaya koyuyor.
‘Bahar devrimi’ söylemiyle gerçekleşen toplumsal
ayaklanmanın ve bunun doğurduğu onca gürültü patırtının ardından, ülkeyi terk
eden, daha doğrusu kaçan Şeyh Hasina’nın oğlu Sajeeb Wazed Halk Partisi’nin,
yeni dönemde partinin yeniden önemli rol oynayacağı görüşünde.
Washington’da bulunan Sajeeb Wazed, Ekim ayı sonunda ordu
yönetiminden gelen ve ülke seçimlerini 18 ay sonrasına gün veren açıklamayı
destekleyici açıklaması önemliydi.
Bununla da kalmıyor, olası bir erken seçimde yeniden
iktidara gelme hesapları içerisinde, gayet kibirli bir şekilde söylem
geliştiriyor.
Kibrin kökeni
Ülkenin kuruluşundan bu yana büyük ölçüde yönetimde yer
alan Halk Partisi’nin Bangladeş halkına karşı kibrinin kökenini, yukarıda dile
getirdiğim şekilde, ülkenin kurucu unsuruyla ailevi ve ideolojik bağı teşkil
ediyor.
Oysa, 1971 bağımsızlık sürecine bakıldığında, Pakistan
ulus-devlet yapısından ayrılmanın temel hedefi, ‘demokratik’ bir ülkenin
tesisiydi.
Bağımsızlığa giden süreçte, bir tek siyasal hareket
değil, o dönem Pakistan egemenliğindeki Bangladeş topraklarında var olan
Müslüman, Hindu, Budist, Hıristiyan vb. gibi azınlık-çoğunluk dikotomisini
aşmaya çalışan unsurların, ortak bir eylemi ve hedefi söz konusuydu.
Kanımca, sadece ‘dini nitelikleriyle’ öne çıkarılan
gruplar değil bunlar...
Bu yapıların, belki de, her birinin temsilcisi hükmünde
olan siyasi hareketleri göz ardı etmemek gerekir.
Ancak, burada dikkat çekilen husus, ‘demokrasi’ idealine
sahip olduğu izlenimi veren Halk Partisi’nin (Awame
League), aradan geçen onyıllar boyunca, bu söylemi pratiğe
geçirebilecek yasal ve icra süreçlerini uygu/laya/mamasıdır.
Bunun yanı sıra, ‘öteki’ konumuna indirgenenlerin de
benzer şekilde, süreçte oynamakta oldukları siyasi rolün, iktidar olduklarında
tıpkı, Halk Partisi gibi davranmaları şeklinde zuhur etmesidir.
‘Demokrasi’ye ulaşmak bir yana, bu sürecin kurumsal
boyutlarından yoksunluk, Bangladeş toplumu için demokrasi kavramını ve de buna
tekabül eden kurumsal, toplumsal ve siyasal yapılaşmayı olsa olsa illüzyon düzeyinde
ele alınması anlamı taşır.
Yapısallaşan irrasyonalite
Bangdaleş’te, kuruluşundan bu yana ülkeyi yöneten Halk
Partisi’nin (Awami League) dayanak noktalarından hiç kuşku yok ki en
önemlisi, ülkenin kurucu gücü, partisi, eliti olduğu iddiasıdır.
Ülke yönetimini, böylesine tekil bir gerçeklik üzerine
inşa etme vazifesini kendine görev addeden Halk Partisi’nin karşısında,
milliyetçi parti ve kendini siyasi parti bağlamında ifade edememekle birlikte,
mevcut siyasi ortamın, iki arası bir deresinde var olmaya konuşlanmış İslamcı
hareketlerin de adına demokrasi denilen siyasal süreçlerde iktidar olma
süreçleri yine gizli/açık güç temerküzüne bağlamış olmaları hiç kuşku yok ki,
en büyük handikapı oluşturuyor.
Halk Partisi, bu kurucu vasfına dayanarak ülkeyi
yönetmeye çalışırken, son dönemde yaptığı en büyük hata geçtiğimiz Haziran
ayında alınan bir kararla, Pakistan’a karşı bağımsızlığın kazanıldığı 1971
yılında bağımsızlıkçılık ruhuyla hareket eden toplum kesimlerinin aile
mensuplarının kamuda istihdam edilmelerine olanak sağlayacak şekilde yüzde
30’luk kotanın yeniden uygulanmaya konulması olmuştu.
Bir başka ifadeyle söylemek gerekirse, babalarının,
dedelerinin bağımsızlık sürecinde oynadıkları rolden ötürü birilerine ülkenin
kamu istihdamı peşkeş çekilmesi yasaya bağlanıyordu...
Kota uygulamasını, günün getirdiği şartlar içerisinde
yeni ve yenilikçi bir ‘kast sistemi’ olarak kabul etmemek için bir neden
bulunmuyor.
Meydan gösterilerinin giderek yükselişi karşısında Temmuz
sonlarında Yüksek Mahkeme kota’yı yüzde 5’e indirmiş olsa da, artık iş işten
geçmişti.
Kanımca, ‘kota’ kavramı bile meydan göstericilerinin
hiddetini daha da artırmaya yetecek bir unsurdu. Ancak, bu sosyolojik gerçeği
bile göremeyen bir Bangdaleş eliti bulunuyor ortada...
Müslüman ülke
Bangladeş, yeri geldiğinde İslam toplumları içerisinde,
yaklaşık 170 milyonluk nüfusyla dikkat çekilmeye çalışılan bir ülke.
Dikkat çeken bir diğer özelliği ise Hint Alt Kıtası’nda
Pakistan, Hindistan’daki Müslümanlar veya ağırlıklı Müslüman bölgelerin
ardından coğrafi olarak doğal bir eklemlenme haliyle dikkat çekiyor.
Bir başka ifadeyle, Hint Alt Kıtası’nda bir tür ‘Müslüman
kuşağı’...
Bununla birlikte, bu kuşağın ne öteki ucundan ne de
Bangladeş’ten, adına Müslümanlık denilen olguyu hak ettirecek bir siyasal ve
toplumsal yapılaşma zuhur ettiğine tanık olunuyor.
Ancak, bu ülkenin nüfus çoğunluğunun, tıpkı benzeri
şekilde nüfus çoğunluklarıyla öne çıkartılmaya çalışılan ülkeler gibi,
niceliksel özelliğinin kayda değer bir belirleyiciliğe sahip olduğu düşüncesi
de bir başka handikap.
Ülke genelinde özellikle de gençler arasında kamuoyu
yoklaması yapılsa, acaba kaçı Kuzey Amerika’ya, Avustralya’ya veya benzeri
Anglo-Sakson ülkelere yol tutmayı seçer bir düşünmek lazım.
Aslında, gözlemler ve söylemlere bakıldığında, böylesi
bir kamuoyu yoklamasından alınacak sonucu tahmin etmek güç değil...
Bölgesel dengeler!
Bangladeş’i saran ‘Bahar rüzgârları’nın Sonbahar rüzgârları’na
dönüşmesinin sadece, ülkenin iç siyasal ve toplumsal sorunlarıyla sınırlı
olduğunu söylemek büyük yanılgı olur.
Temelde sorunun, Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılması
süreciyle ilintili olması; doğudan ve batıdan Pakistan gibi bir ülkeyle
sınırları olan Hindistan için bulunmaz bir nimetti.
Bu nedenledir ki, Hindistan’ı bağımsız Bangladeş’in en
önemli siyasal hamisi kabul etmek yanlış olmayacaktır.
Bununla birlikte, tıpkı 1947’de Hindistan ve Pakistan
ayrışmasında olduğu ve devamında Hindistan’da kalan Müslümanların, seküler
ve/ya genel itibarıyla Hindu kökenlik dini-kültürel yapılanmanın içerisinde
azınlık konumunda kalan Müslümanlar gibi, Bangladeş’in bağımsızlığı sonrasında
da seküler güçler karşısında Bangladeş’li Müslüman kesimlerin azınlıkta
kaldığını söylemek gerekir.
Bu tablonun, birkaç tezatı içinde barındırdığına kuşku
yok. Bunlardan ilki, ‘halkının kahir ekseriyeti’ denilerek Müslüman ülke kabul
edilen Bangladeş’de Müslümanların azınlık konumunda bulunmalarıdır.
İkincisi, kendisi gibi ‘halkının büyük çoğunluğu Müslüman
olan’ Pakistan’la ilişkilerin arzu edilir düzeyde seyretmemesidir.
Üçüncüsü, bağımsız bir ulus-devlet olarak Bangdaleş’in
varlığının neredeyse, önemli bir bölümünün, Hindistan’ın desteğine tabi
olmasıdır.
Dördüncüsü, Hindistan’la çıkabilecek önemli bir sorunda
soluğu Çin Halk Cumhuriyeti’yle ilişkileri geliştirmede bulmaktır.
Bangladeşi bölgesel ve küresel sistem içerisinde
kısıtlayan bu önemli unsurların, ülkenin iç siyasetine olumlu bir etkisi
olacağını düşünebiliyor musunuz?
Geçici hükümetin başında bulunan Muhammed Yunus Hoca’nın
işi kolay olmadığı ortada. Bu süreçte, kapsamlı reformlar ile bu reformları
kendi lehine çevirme uğraşında olacak çeşitli hizipler temelde ülkenin
açmazlarından birini oluşturuyor.
Bangladeş’teki gelişmeleri takip etmeye devam edeceğim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder