8 Mayıs 2023 Pazartesi

Ana tartışma: Kim Halife olsun? / Main discussion: Who shall be the Caliph?

Mehmet Özay                                                                                                                            09.05.2023

19. yüzyıl şartlarında giderek ağırlık kazanan Halifelik tartışmaları, yine aynı dönemde ortaya çıkan reform düşüncesine paralel gelişme göstermiştir.

Aslında reform düşüncesinin tetiklediği ve diğer bazı dış faktörlerin de etkisiyle, halifelik kurumu tartışmalarının gündeme geldiği ve kongre düşünceleriyle yapısallaşan uzun bir dönem yaşanmıştır.

Bu durum, bir dini-siyasal sorun ve soruşturma alanı olarak 20. yüzyıl başına miras kalmıştır...

Bununla birlikte, bir yandan Osmanlı Devleti’nin yaşadığı çöküş süreci öte yandan, dönemin küresel şartlarına yeni bir yön tayin etmede azimli Batı Avrupa özellikle de, İngiliz siyasetinin İslam toplumlarının yakın ve orta vade geleceğine dair siyasal tasarımları iç ve dış şartları teşkil ediyor.

Burada sanıldığının aksine, İngiliz siyaseti -bir Hıristiyan gücü olarak-, İslam dinini ve/ya İslam toplumlarını ortadan kaldırma gibi bir hedef gütmüyor...

Aksine, hem İslam hem de Müslüman toplumların yapısı konusunda -çeşitli kurumları, özellikle akademi vasıtasıyla- epeyce bilgi birikimine sahip olan İngiliz Krallığı’nın hedefinde egemen olduğu Müslüman coğrafyayı derleyip toparlayacak bir ‘nizamı’ belirleme hedefi bulunuyor.

Halifelik tartışmalarına bu açıdan baktığımızda, gayet önemli ve ilginç gelişmelerin var olduğuna tanık olunur.

Reform mu - Halifelik mi?

Giriş’te dikkat çektiğim, özellikle Ortadoğu eksenli olarak bakıldığında, ‘reform ve halifelik’ ilişkisinde reformcu alimlerin ve düşünürlerin rolünün giderek yerini, dini temsil hüviyeti yüksek bireyler ile bunlara eklemlenmiş siyasal yapılara kaydığı ortada.

Bu durum, “Reform düşüncesine ne olduğu?” sorusunu da beraberinde getiriyor hiç kuşkusuz...

Ancak, bu soruya verilebilecek pek de bir olumlu cevap ortada gözükmüyor. En azından, dönemin şartları ve gelişmeleri bize bu alana pek kapı aralamıyor...

Aksine, 1. Dünya Savaşı öncesi ve hemen akabindeki gelişmeler bize, ‘reform’ sözcüğünden ziyade, ya kendi dini-siyasi aklı veya Batılı ve/ya İngiliz siyasi aklına eklemlenen bazı isimlerin öne çıktığını gösteriyor. 

Aslında, tam da bu nokta, dini-siyasal gelişmelerin gayet karmaşıklaştığı bir sürece tekabül ettiği gibi, hedefine Batı medeniyeti formülüne yakınlaşmayı koyan ‘reform’ düşüncesinin giderek gündemin dışına kaydığına veya kasıtlı olarak itildiğine işaret ediyor.

Ne demek istiyorum?...

Açıkçası, ortada gayet önemli bir kavramsal kayma var...

‘Batı Medeniyet’ini yakalama veya ulaşma anlamında ... Ya da ‘medeniyet’i, ‘zorlama bir kavram’ olarak kabul edersek bunun yerine, -daha anlaşılır ve pratik olarak- Batı’nın teknolojisi gibi bir teknolojiyi, bilimi gibi bir bilimi ortaya koyma hedefiyle çıkan reform düşüncesinin yerinde neredeyse yeller esiyor...

Kaldı ki, medeniyet dediğimiz olgu da, sadece teknoloji ve bilim değil! Bunlar sadece, medeniyeti oluşturan yapıların nihai sonuçları o kadar.

Siyasal kurtuluş reçetesi mi Batı’ya eklenlenme süreci mi?

Bu süreçte, 1. Dünya Savaşı’nın ağırlığı ve doğurduğu sonuçlar belirleyicidir. Bu sonuçların Müslüman toplumlar için anlamı, parçalanmış coğrafyalarda birliği tesiste kurtarıcı araç olarak ‘halifelik’ kurumunun ihyası meselesidir.... Ancak bu halifelik kurumunun -reform tartışmalarında gündeme gelen Müslüman toplumların geri kalmışlığı meselesini nasıl çözeceğine dair düşünce emareleri var mı yok mu diye sormak gerekiyor!

Bu durumda, reform düşüncesi yerini, ‘halife’lik kurumuna ve bu kurumun başına kimin getirileceği meselesine terk ederken, bu süreç sadece ve sadece Müslümanları ilgilendiren bir mesele olmamaya da devam ediyor!

Halifelik tartışmalarında karşımıza iki husus çıkıyor. İlki, halifesiz yani, ‘başsız’ / ‘dini lidersiz’ bir Müslüman dünyanın, dini bütünlüğünün neye tekabül edeceği meselesidir. İkincisi ise, halifesiz, bir Müslüman dünyanın, kime ne gibi bir tehdit unsuru taşıdığı meselesidir.

Dini bir inanç ve gereklilikten kaynaklanan sebeplerle, her ne kadar -bir iki istisna hariç- o dönem tartışmalarında adları teğet bile denmeyecek şekilde gündeme getirilmeyen örneğin, Malay dünyası Müslümanlarının samimi dindarlıklarının ürünü olarak halifeliğe yönelimleri ile halifelik üzerinden siyasi çıkarlar elde etme arzusundaki kişi-grup ve toplumları birbirinden ayırmak gerekiyor.

Osmanlı sonrası

Bu durum bize şunu gösteriyor...

Tarihsel olarak, Osmanlı sonrası halifelik tartışmalarında birbirinden gayet net ayrımlara konu olan bu iki husus, aynı zamanda aktörlerin neyi niçin istedikleri ile de yakından bağlantılıdır.

Dikkat edildiği üzere, buraya kadar Osmanlı’nın -örneğin, son beş yılı ile- Ankara’da yeni Cumhuriyet’in kuruluşuna ve alınan devrimci kararlara değinmedim...

Bunun dışında olan gelişmeleri gündeme alıyorum... Elbette, söz konusu bu yıllarda İstanbul ve Ankara’da yaşananların, Hicaz ve Mısır arasında gidip gelen süreçleri doğurması adına önemi göz ardı edilemez. 

Kim ‘halife’ olsun?

Halife’nin kim olması gerektiğinde -çeşitli hazırlıklara bakılırsa, söz sanki Hac dönemi kongreleri silsilesinde farklı coğrafyalardan gelen Müslüman toplumların liderlerinin kararlarına bırakılmış gibi gözükse de, belirleyici olan birkaç grup gözüküyor.

Bunların başında Haşimi ailesi gelirken, karşısında Arap Yarımadası’nda teritoryal genişleme sergileyen ve bunu siyasi ve dini genişlemeye doğru eviren Suud yapılanması dikkat çekiyor.

Tam da bu süreç, 2. Abdülhamit dönemi reform tartışmalarında Hicaz toplantılarının,[1] yerini önce Haşimi ailesinin Hicaz’da halifelik kongrelerine[2] ve ardından, Kahire’de kongre teşebbüslerine[3] terk etmesi şeklinde değişime konu oluyor.

Tarihsel ve geleneksel olarak Haşimi ailesinin ‘meşruiyeti’ni öne çıkaran görüşler -ki, aralarında İngilizlerin de gayet önemli bir destekçisi olduğu görülür-, kadar, Hicaz bölgesinde yaşanan siyasal dönüşümler neticesinde halifeliğin Afganistan’da Emir’e mi,[4] Kahire’de seküler Kral Fuad’a mı tevdi edilmesi yönündeki yaklaşımlar, halifelik konusunun de denli değişim geçirdiğini ortaya koyuyor.

2. Abdülhamit döneminde İngilizlerin Hindistan Müslümanlarını kontrol talebiyle halifelik makamından alınan fetva;[5]  1916 yılı savaş koşullarında İngilizlerin bu sefer, yine ‘halife fetvasıyla’ baş düşmanlardan biri kabul edilmesi; öte yandan, aynı İngilizlerin hem savaş yıllarında hem de özellikle savaş sonrasında, ‘halifelik’ kurumu üzerinde siyasi teşebbüsleri Müslüman toplumların yaşadığı çelişkileri, açmazları ortaya koyması açısından üzerinde durulmaya değer.

Uzun ve karmaşık süreçleriyle halifelik kurumuna yönelik yaklaşımları doğru anlayabilmek için dönemsel bir bakış açısı geliştirmek şart.

Bunun yanı sıra, gündeme gelen tüm aktörleri tek tek ele almak, halifelik tartışmaları ağını ortaya koymak ve böylece tabiri caizse bu gelişmelerin ve süreçlerin röntgenini çekmek bir zorunluluk arz ediyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/ana-tartisma-kim-halife-olsun-main-discussion-who-shall-be-the-caliph/



[1] Martin Kramer. (1986). Islam Assembled: The Advent of the Muslim Congresses, New York: Columbia University Press, s. 28.

[2] A.g.e., s. 80 vd.

[3] A.g.e., s. 86 vd.

[4] A.g.e., s. 90 vd.

[5] Banu Turnaoğlu. (2017). “Ottoman Political Thought during World War I”, The Formation of Turkish Republicanism, Princeton University Press, s. 172.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder