26 Şubat 2021 Cuma

Post-sekülerizm durumuna dair (1) / About Post-secularism (1)

Mehmet Özay                                                                                                                            26.02.2021

Bir süredir sosyal bilimlerde özellikle de sosyolojide ve din sosyolojisinde yeni bir paradigma adı verilerek dikkat çekilen ‘post-sekülerizm’in neye tekabül ettiğine dair temellerden başlayarak bazı açıklamalar getirmekte yarar var.

Günün getirdiği toplumsal koşullarda, giderek popülerleşme süreçlerine de yansıyan post-sekülerizm kavramını, yerli yerine oturtma çabasına gerek vardır. Bu çabanın, bir yandan sosyal bilimlerin işlerliğini ortaya koyarken, bir yandan da popülerliğin neden olabileceği yanlış anlamaların ve manipülasyonların önüne geçilmesini sağlayacağı umulur.

Çağdaş dünyanın bir araştırma nesnesi olarak dine ilgisi, aynı zamanda modernleşme süreçleriyle yan yana ilerler. Bu dine ilgi vahyi/ilâhi veya dünyevi olsun, herhangi bir dini yapının insan kitlesinin yani mensuplarının sayısının artırılması, bu ilgili dini alanda olmayanları bu alana dahil etme yönünde bir misyonerlik faaliyeti değildir.

Aksine, dine yönelik bu ilgi, Batı Avrupa’da adına modernleşme denilen ve toplumsal hayatın neredeyse her alanını içine alan büyük anlam ve değişim sürecinde dinin nasıl bir yönelim kazandığı, değişime uğradığı ve anlamlandırıldığıyla ilgilidir.

Bu anlamlandırma, din olgusunu bizatihi kendi iç dinamikleri ile ele almayı öngörmez. Bu noktada, diyelim ki, vahyi/ilâhi veya dünyevi dinlerin kurulu ve bilgi içeren ve bilgi üreten yapılarına başvurmaz. Bu anlamda, inanç çevrelerince kutsanan, kutsal kabul edilen ve bu kutsallık etrafında oluşturulan bilgi ve bilince bakmaz.

İlgilendiği yegâne alan, toplumsal koşullarda dinin nerede durduğu, toplumdaki bireyler ve gruplarca nasıl algılanıp nasıl pratiğe geçirildiğiyle ilgilidir. Şayet bir toplumsal değişim var ise, bu değişim sürecinde herhangi bir dini yapının etkisi ve nüfuzu ile söz konusu değişimin yine herhangi bir dini yapı üzerine ne türden bir etkisi ve nüfuzu olduğunu ortaya koymaya çalışır.  

Buraya kadar baktığımızda karşımıza, dışardan bir gözlemcinin bir araştırma nesnesine gayet tarafsız bir yaklaşım sergileyerek ortaya bir bilgi koyma çabası olduğu anlaşılır. Bu alanı çalışan bilim dalının yani, sosyolojinin ve bu bilim dalının bir alt dalı olarak gelişen din sosyolojisi’nin yapıp ettiğinin, yukarıda dile getirilen unsurlarla sınırlı olmadığı görülür.

Adına bilim denilen çalışmaları kendine has kılan Batı Avrupa, tarihsel olarak kendi iç toplumsal değişimlerinden hareketle ortaya çıkan ilişkiler ağını fark etme, tanımlama, anlamlandırma ve ilişkilerin neden olduğu sorunlara yönelik varsa çözüm önerilerini ortaya koyma çabasında sorumluluğu pozitif bir bilim olarak varlığını ortaya koyduğu sosyoloji’ye vermiştir.

Sosyoloji’nin pozitifliği, ona bu adı veren ve adı ilk kurucular arasında geçen August Comte’un sosyal felsefesini yansıtmaktadır. Bu sosyal felsefe açıkçası, önemli insan-insan, insan-doğa ilişkisinde yeni anlamlar oluşturularak Batı Avrupa toplumlarında kırılma noktalarının görülmeye başlandığı 16. yüzyıldan başlayarak gelişme gösteren ve nihayetinde 18. yüzyılda Aydınlanma denilen felsefesiyi oluşturan sürecin izlerini içinde taşımaktadır. Bir başka deyişle söylemek gerekirse, Comte’un insan toplumlarını incelemenin bir aracı olarak pozitif biliminin, bilimsel temelleri Aydınlanma’nın doğrudan bir ürünüdür.

Comte’a, adının ‘pozitif’ olacağı bir bilim üretme imkânını tanıyan şey, kendi içinde gayet donanımlı bir sosyal felsefeyi barındıran düşünce yapısıdır. Comte’un yaşadığı döneme kadar ortaya çıkan değişimlerin bir sonucu olan bu düşünce yapısı, yine o döneme kadarki süreç zarfında, Batı Avrupa’daki dini yapılar hakkında geliştirdiği düşüncelerle ve yorumlarla bir dizi değişiklere yol açtığı gibi, bizatihi bu değişimin çıkış kaynağı olacak şekilde, dini yapıları açıktan veya gizli olarak reddetme konumuna ulaşmıştır.

Comte’un içinde yaşadığı dönemi tanımlama ve anlamlandırma çabasında, bütün bir insanlık tarihinin geçirdiğini varsaydığı ve adlarını teolojik, metafizik ve pozitivist olarak verdiği dönemlere ayırmaktadır. Bugünün popüler tabiriyle dönemlendirme denilen tarihe yönelik bu analitik yaklaşım, tüm insanlığın Batı Avrupa düşüncesinin bir ürünü olan bu dönemlendirmeye zorunlu olarak tabi olması gibi bir yaklaşımı doğurmuştur.

Söz konusu bu üç tarihi dönemlendirme, erken dönem evrimci yaklaşımın bir ürünü olduğu gibi, gelişimci/ilerlemeci Aydınlanma düşüncesinin gayet doğal bir göstergesini teşkil etmektedir. Buna göre, insanlık toplumu tarihin en erken evresinde adına ilâhi denilen dini bir bağlamla kendini anlamlandırır ve toplumsal yapısını buna göre temellendirmiştir. Bir sonraki safhada metafizik/idealar üzerinden geliştirilen varsayımlar üzerine inşa edilen bir düşünce ve toplum yapısı kendini ortaya koymuştur.

Comte’un bizatihi kendi yaşadığı dönemi içeren ve nihai safha olarak kabul edilen üçüncü dönem ise, bu iki safhanın dışında bizatihi insan olgusunun tam anlamıyla kendisini ortaya koyduğu dönem olduğu belirtilir. Bunda insan merkezli bir durum ortaya çıkarken, rasyonal düşünce ve bu rasyonalitenin dayandığı görünür alemin/doğal alemin/maddi varlığın üzerinde insan iradesinin işlemesine vurgu yapılır.

İnsan-merkezlilik, bilgi üretimini doğal alemi gözlemleme, onu deneme/sınama, inceleme, ölçme gibi yöntemlerle anlamlandırırken, bunun hakiki bir bilgi oluşumuna yol açtığını varsayar. İnsan-merkezlilik yani, insan aklının merkeze alındığı, bilgi üretme, edinme süreçlerinin bu akıl ile gerçekleştirileceği ve maddi alemin de buna aracı kılınması söz konusudur. Bu noktada, insanın tanımlanabilir olarak gördüğü maddi alemde, bulduğunu ifade ettiği kanunlar/yasalar vasıtasıyla bu alem üzerinde insan merkezli bir tasarrufa kapı aralanır.

Kısaca ifade ettiğimiz, Comte merkezli gelişen sosyolojinin, sosyal felsefi temellerinin aslında 17. ve 18. yüzyıllarda Batı Avrupa’da doğa bilimlerinin gelişiminin, nihai olarak adına sosyal bilim denilen alana nasıl yansıdığını göstermektedir. Comte, Aydınlanma düşünürlerinden de istifade ile ulaştığı bilgi düzeyinde tarihsel dönemlendirmede teolojik safhanın yani, temellerini ilâhi/dini bağlamlarda bulan düşünce yapısını ve onun ürettiği toplumsallığı geri kalmışlıkla ifadelendirir.

Yani, Batı Avrupa sosyal felsefesi, 16. yüzyıl başlarından itibaren kendi tarihsel sürecini anlama uğraşında, yorumsamacı bir yaklaşımla ulaştığı bu durumu genelleştirmek suretiyle bütün insanlığa mal etmektedir. Aydınlanmacı düşüncenin bir uzantısı olarak Comte’un düşüncesinde karşılığını bulan sosyal bilimin ‘pozitivist’ içerikli olma koşulu, bir yandan gizli/açık Batı Avrupa toplumlarının evrimci süreçte öncü rolü ile diğer dünya toplumlarından ayrıştığına işaret eder.  

Bu durum, diğer toplumlara yani Batı dışı toplumlara, böyle bir dönemlendirmeyi kabul edip etmeyecekleri ya da ilgil toplumlarının kendi bilgi temelleri bağlamında bir dönemlendirmeye sahip olup olmadıkları sorgulamasını yapma imkânı vermemektedir. Aksine, Comte düşüncesi üzerinden dikkat çekilen bu durum, bizatihi Batı Avrupa düşünce yapısının kendini diğer toplumlar karşısında konumlandırdığı üstün yeri göstermektedir.

Burada, Comte’dan hareketle söylemeye çalıştığımız ve tüm insanlık toplumlarını da yansıtılan tarihsel dönemlendirmenin açıkçası gizli açık bir illüzyona tekabül edip etmediği incelenmeye değerdir.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/02/26/post-sekulerizm-durumuna-dair-1-about-post-secularism-1/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder