19 Şubat 2019 Salı

“Basiret ve Direniş” 150 yıl önce: Bir gazete devlet politikasına ne kadar etki edebilir?


İletişimin çeşitlendiği, araçlara ulaşımın kolaylaştığı ve hemen her şeyin yeniden tanımlandığı bir dönemdeyiz. Kitle iletişim araçlarına bakış da bu minvalde güncelleniyor. Matbu gazetelerin tarihe karışacağı öngörüsünün sıkça dillendirildiği bu dönemde, yakın tarihte çok etkili olmuş bir gazeteye dair kıymetli bir akademik çalışma yayımlandı. 

İbn Haldun Üniversitesi Yayınları’ndan çıkan çalışmada Dr. Mehmet Özay, Doç. Dr. Adem Efe ve Dr. Ekrem Saltık’ın imzaları bulunuyor. 

Biz de Dr. Mehmet Özay ile bu akademik çalışmayı ve Açe’yi konuştuk . 

Mücerret okumalar dileriz…

 -     Basiret gazetesini önemli kılan şey neydi?

Bu soruya birkaç açıdan cevap vermek mümkün. İlki, Basiret gazetesi, sivil bir inisiyatifle ortaya çıkan bir yayın organı olmasıyla önem taşıyor. Sahibi ve yayıncısı Ali Efendi nezaretinde, görece uzun bir dönem diyebileceğimiz, yani 1870-1879 yılları arasında yayın yapıyor. Buna ilâve olarak, özellikle Ali Efendi’nin atlattığı bazı badireler sonrasında, 1908 yılında sadece 19 sayı olmak üzere, kısa bir süre de olsa ikinci yayın dönemi bulunuyor.

Ali Efendi’nin ve yayın kadrosundaki isimlerin Osmanlı topraklarında olan biten gelişmelerin yanı sıra, Avrupa kıtası ve özellikle Sumatra Adası gibi görece uzak bir İslam coğrafyasındaki gelişmeleri ele alabilecek entelektüel birikim ve kaygı ile İslami hassasiyet taşıdıklarını ifade edebiliriz.

Bunun bir ifadesi olarak, Basiret önemli bir rol oynayarak, döneminin diğer yayın organlarından farklı olarak, Açe topraklarındaki Hollanda Savaşı’nın özellikle ilk iki, iki buçuk yıl boyunca yer veriyor. Gazete, savaşla ilgili gelişmeleri vermesinin yanı sıra, Açe topraklarında İslamlaşma süreci, örneğin 13. yüzyıl gibi erken dönem site devletleri bağlamında Sumatra Adası’ndaki gelişmeler ve o topluma dair bilgilendirici yayınlarıyla da önemli bir işlev görüyor.

Bu haberlerin üç temel kaynağa dayandırıldığını görüyoruz:
a)yabancı-basında çıkan haberler
b)Açe’den gelen elçi ve bölgeden gönderildiği ifade edilen mektuplar
c)gazetenin yayın politikasını da yansıtan editoryal yorumlar.

İkincisi, sadece Osmanlı devleti sınırları ile kalmayıp, Avrupa’da ve kısmen doğu’daki önemli yayın organlarını takip ederek bu coğrafyalardaki gelişmeleri izleyebilmesi. Üçüncüsü, bu çerçevede Osmanlı yönetimine birtakım yeni politikalar önerebilmesi ve bu yönde ısrarcı olabilmesidir.

Bu son hususla ilgili olarak, ‘Basiret ve Direniş’ kitabına konu olan, Açe topraklarında gerçekleşen Hollanda Savaşı karşısında, dönemin Osmanlı yönetimini aktif tavır alma ve Açe devletinin ve halkının haklarını koruma konusunda yönlendirici oluyor. Bu bağlamda, Basiret’in İslam Birliği (İttihad-ı İslam) çizgisi takip ettiğini söylemek abartı olmayacaktır.

Tabii, bu süreçte, Basiret gazetesi sahibi ve yayın heyetince 1873 yılı başlarında Açe devletini temsilen Osmanlı başkentini ziyaret eden ve yaklaşık sekiz, dokuz ay gibi uzunca bir süre burada kalan, başlarında Abdurrahman ez-Zahir’in bulunduğu elçi heyetinin varlığından haberdar olunduğu, görüşmelerinin izlendiği, taleplerinin dinlendiği anlaşılıyor.

Bu dönemde, Osmanlı Devleti’nin Avrupa’daki çeşitli devletlerle olan ilişkileri ve bu ilişkilerin Osmanlı’nın özellikle ekonomik ve askeri anlamda gerileme süreci yaşamasıyla gelişen bağlamı dikkate alındığında, Basiret’in İstanbul’daki Avrupa elçiliklerinden gelecek siyasi eleştirilerle ilgili kaygılar beslemeden yayını sürdürebilmesi kayda değer bir durum diye düşünüyorum.


-     Tematik bir husus olarak Açe’deki savaşı ve yansımalarını irdeliyorsunuz. Neden böyle bir konu seçtiniz?

Bunun iki nedeni var. Birincisi, 2006 yılından itibaren yaklaşık on yıl boyunca süreklilik arz edecek şekilde Açe’de bulunmamla alâkalı. Bu dönem zarfında, akademik çalışmalar gerçekleştirirken, bunun bir bölümünü de sömürge dönemiyle ilgili alan oluşturuyordu. Sömürge savaşı konusunu biraz daha iyi anlayabilmek için müsaadenizle bölgeyle ilgili kısa da olsa birşeyler paylaşmakta fayda var.

1945 yılında bağımsızlığını ilân eden ve adına Endonezya Cumhuriyeti dediğimiz ve geniş bir coğrafyayı içine alan Takımadalar bölgesi, geçmişte farklı sultanlıklar, site devletleri şeklinde bir siyasi varlık gösteriyordu. Açe Darüsselam Sultanlığı da 16. yüzyıl başlarında kurulması ve 20. yüzyıl başlarına kadar siyasi varlığını devam ettirmesiyle hem geniş Malay dünyasında hem de İslam tarihi açısından önem taşımaktadır.

Bu yüzyıllar arasında bölgenin çeşitli sömürgecilik süreçlerine konu oldu. Bu bağlamda, Hollanda Krallığı’nı da, 1641 yılında Cava Adası’nda Hollanda Doğu Hint sömürge yönetimini hayata geçirirken görüyoruz. Bu sömürge yönetiminin özellikle, 19. yüzyılda genişleme sürecinde zamanla Sumatra Adası’nın güneyinden yani, Palembang’dan başlayarak kuzeye doğru yayılmasıyla yüzyılın ortalarından itibaren Açe topraklarına dayanması Açe devleti için bir varoluş mücadelesi anlamına geliyordu.

26 Mart 1873 tarihinde sömürge donanma güçleri vasıtasıyla Açe topraklarına nüfuz eden Hollanda sömürge ordusunun başlattığı istila, tüm maddi olumsuzluklara ve hatta iç siyasi bölünmüşlüğe rağmen, dönem dönem öne çıkan liderler etrafında birleşen Açeliler tarafından uzun bir döneme yayılan mücadeleye konu oldu.

Söz konusu bu mücadele, değişik evrelerde gerçekleşirken, bölge tarihçileri bu süreci otuz, kırk ve/ya yaklaşık yetmiş yıl sürdüğüne dikkat çekerler. Hollanda Krallığı ise, dönemin sultanı Muhammed Davud Şah’ın 1903 yılı başlarında teslim olmasını dikkate alarak, savaşı otuz yıl ile sınırlandırır.

Söz konusu bu uzun erimli mücadele, aynı zamanda bize sömürgecilik dönemine ve sonrasına dair önemli veriler ortaya koymaktadır. Öyle ki, bu uzun savaş dönemi, Osmanlı-Açe (Malay dünyası ilişkileri) ilişkileri; İslam toplumları ve Batı; sömürgecilik ve modernleşme; bağımsızlık ve ulus devlet gibi çeşitli bağlamlarda incelenmeyi hak etmektedir.

Bu noktada, Açe’deki mücadelenin, Takımadalar’ın çeşitli bölgelerinde sömürge karşıtı hareketler ve mücadelelere dayanak teşkil etmesi ve hatta 1945 yılında bağımsızlığın Açe merkezli olarak neşet edecek bir mahiyet kazanmasına değin bir siyasi etki silsilesinden bahsedilebilir.

Tüm bunların ardından, Açe topraklarında sömürge savaşının her boyutuyla ele alınmasında fayda olduğuna kuşku yok. Bununla, söz konusu bu gelişmenin ele alınmadığını söylemek istemiyorum. Ancak sömürgecilik (kolonyalizm), sömürge sonrası (post-kolonyalizm), yeni sömürgecilik (neo-kolonyalizm) vb. kavramların üretildiği ve bu teoriler geliştirildiği bir ortamda, İslam toplumlarının yaşadıklarının örneğin, Batılılar gibi veya Batılılaşmış çevreler gibi üçüncü ağızdan değil, bizzat bu toplumların kendi anlatıları ve söylemleri üzerinden ele almak gerekmektedir. Bu çalışmanın da böylesi bir gayeye matuf olarak ortaya konulduğu söylenebilir.


-     Projenin devamı gelecek mi?

Bu soruya prensip olarak evet demek mümkün. Öyle ki, Hollanda Savaşı’nın Basiret gazetesinde ele alınması konusu öncelikle akademik bir makale yayını düşünülerek gündeme gelmişti. Kıymetli bir yayıncının bunu kitap yayınına dönüştürülmesi önerisi sonrasında, içerik biraz genişletilmek suretiyle İbn Haldun Üniversitesi yayınlarından çıkmış oldu.

Temelde bu çalışma ile amacımız, söz konusu sömürge savaşının Basiret gazetesinde nasıl ele alındığını ortaya koymaktı. İçindekiler bölümündeki başlıklardan da görüleceği üzere, daha çok mücadelenin farklı boyutları öne çıkartıldı. Bu bağlamda, söz konusu bu alt başlıkların bile temelde geliştirilmeye matuf önemli hususlar diye düşünüyorum. Ayrıca, Basiret gazetesinde konuyla ilgili ulaşamadığımız nüshalar bulunuyor. Şayet nüshalara ulaşmamız ve bunlarda konuyla ilgili verilerin olması çalışmanın genişletilmesi anlamı taşıyacaktır.

19. yüzyıl son çeyreği boyunca yüksek yoğunluklu, ardından 20. yüzyıl ortalarına doğru Japon İmparatorluğu ordusunun Sumatra Adası’na çıkışı ve böylece Hollanda sömürge yönetiminin sona ermesine kadar devam eden mücadelenin Türkiye’de bilindiğini söylemek mümkün değil. Dolayısıyla Açe topraklarındaki mücadelenin her yönüyle ele alınmasında Basiret’in yanı sıra, savaşın ilerleyen safhalarını da ele alan dönemin önde gelen uluslararası yayın organları üzerinden değerlendirmek mümkün. Tabii, Açe kaynaklarının bu konuda neler söylediği de başlı başına bir araştırma konusu olduğuna işaret etmeliyim.

Bu vesileyle, Basiret Gazetesi’nin genel anlamda ele alındığı bir doktora tezi var. RTÜK Başkanı Sayın Prof. Dr. İlhan Yerlikaya’nın gerçekleştirdiği bu çalışmanın, 1994 yılında Van Yüzüncü Yıl Üniversitesi tarafından yayınlanan XIX. Yüzyıl Osmanlı Siyasi Hayatında Basiret Gazetesi ve (Pencermenizm, Panislamizm, Panslavim ve Osmanlıcılık Fikirleri) başlığıyla yayınlandığını hatırlatmakta fayda var. 

-     Bugün ile kıyaslama yaparsak; hem bir medya aracı, hem de İslam toplumlarını diri tutan bir imkan olarak Basiret gazetesinin etkisini yorumlar mısınız?

Açıkçası bu etki son derece bariz… Basiret’in ilk yayının 1870’de olduğu ve aradan 140 yıla varan bir sürenin geçtiğini düşünürsek, biz bugün Basiret üzerinden hem Osmanlı basınını hem de görece uzak bir diyar olan Sumatra Adası’nda bir İslam devleti ve toplumunun sömürgecilik karşısındaki mücadelesini öğreniyoruz.

Hatta ve hatta, 19. yüzyılın son birkaç on yılına damgasını vurmuş ve Osmanlı Devleti’nin bir anlamda varlık mücadelesinde öne çıkan ‘İttihad-ı İslam’ politikasını tercih etmesi ve şekillenmesinde bu yayın organının hakkının verilmesi gerekir diye düşünüyorum.

-     Artık herkesin her şeyi anında öğrendiği bir dönemdeyiz. Basiret gazetesinin Müslümanlar üzerindeki etkisini düşününce, iletişim daha kolay ama Müslümanlar arasındaki bağ daha mı zayıf?

Öğrenme mi yoksa enformasyon akışkanlığında boğulmak mı diyelim bilemiyorum, ancak içinde bulunduğumuz dönemdeki gelişmeleri farklı şekilde yorumlamak mümkün. Burada ayrıca, ‘enformasyon’ ile ‘bilgi’, göz atma ile öğrenme arasındaki fark/lar hususunda konuşmak mümkün olsa da, şu anki konumuz buna elvermiyor.

Yukarıda Açeli elçilerin Osmanlı başkentindeki varlığına ve bunun Basiret gazetesinin yayınlarına etkisi konusuna değinme fırsatı bulmuştum.

Benzer bir husus günümüz için de geçerli. Mevcut iletişimin imkânlarının sağladığı maddi kolaylık bir anlam taşımakla beraber, yerinde olmak, karşılaşmak, konuşmak, doğrudan yüzleşmek gibi eylemlerin önemini yitirmediği, aksine belki de daha da anlamlı hale geldiğini söyleyebiliriz.
Bu anlamda, Müslüman toplumlarının birbirlerini anlamada ve bağlarını kuvvetlendirmede dün olduğu gibi bugün de Kutsal Topraklar’ın işlevinin yanı sıra, İslam coğrafyalarına yönelik ilginin fiziki olarak da artmasında fayda mülâhaza ediyorum.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder