9 Mart 2017 Perşembe

Kore Yarımadası’nda Kırılma Anı Yaklaşıyor / Turmoil Closer to Korean Peninsula

Mehmet Özay                                                                                                                         10.03.2017

Kuzey Kore devlet başkanının üvey kardeşi olduğu ileri sürülen Kim Jong-nam’ın 13 Şubat’ta havalimanında öldürülmesi üzerine, ‘cinayet’in nasıl ve kimler tarafından işlendiği konusu yerini Malezya ve Kuzey Kore arasında diplomatik sürtüşmeye bıraktı. Gidişata bakılırsa sürtüşmenin bu iki ülke ile de sınırlı kalmayacağı görülüyor. Geçen 4 Mart Cumartesi gününden bu yana iki ülke yönetimi karşılıklı diplomatik falsolar nedeniyle büyükelçilerin ülkeyi terk etmesi istenirken, ilgili ülke vatandaşlarının bulundukları ülkeleri terk etmelerine de izin verilmiyor. Dün, Malezya Başbakanı’nın Kuzey Kore’deki vatandaşların ‘güvenliğini’ sağlama adına söylem düzeyinde geri adım atmasına rağmen, Kore Yarımadası’ndaki krizin Güneydoğu Asya’ya doğru sıçraması eğilimi en azından potansiyel olarak söz konusu olduğu görülüyor.

Malezya-Kuzey Kore ilişkisi
Bu çerçevede iki ülke ilişkilerine ‘zarar’ verecek ne türden bir bağ olduğu sorusu da tabii ki önem taşıyor. Malezya gibi Anglo-Sakson dünyaya mensubiyetiyle öne çıkan bir ülkenin Birleşmiş Milletler yaptırımları, ABD ile ilişkilerine rağmen Kuzey Kore’yle ilişkilere devam etmesi sadece bu ülkenin elçiliğinin Kuala Lumpur’da operasyonuyla sınırlı değil. Bu bağlamda, yaklaşık bir aya yaklaşan süreçte, Malezya ile Kuzey Kore arasında ‘özel’ denilebilecek bir ticari ve siyasi ilişkinin olduğu, hem Malezya kamuoyu, hem de dünya kamuoyuna yansımış oldu. Bu bağlamda, iki ülke arasında vize muafiyeti, ticari ilişkilerin sürdürülmesi, Kuzey Kore havayolları (Koryo) Kuala Lumpur’da faaliyet göstermesi ve sayısı bine ulaşan Kuzey Kore vatandaşının Malezya iş yaşamında yer alması dikkat çeken hususlardı.

Bu ilişki biçimi, Birleşmiş Milletler yaptırımlarına ve özellikle ABD’nin Kuzey Kore yönetimine yönelik siyasi baskısına rağmen, Malezya’nın Kuzey Kore’yle işbirliği azınlık sayıdaki ülkelerle aynı sınıflama içerisinde yer almasını sağlıyor. Malezya cephesinden konuya bakıldığında, her iki ülkenin ‘bağlantısızlar’ bloğuna mensup oluşu; Kuzey Kore’de sıradan vatandaşların zaten turist olarak ülke dışına çıkmasına izin verilmemesi; Kuzey Kore ile ticari ilişkilerin de daha çok devlet teşekküllerince yapılıyor oluşu gibi gerekçelerle mazur gösterilebilir bir tarafı olabilir. Hatta, Kuzey Kore’nin ‘uluslararası çevrelere’ yakınlaştırılması noktasında faydasından bile söz etmek mümkün.

Kuzey Kore maktulun kimliğini reddediyor
Malezya’da işlenen cinayetin uluslararası bir boyut arz etmesinde, söz konusu cinayete kurban giden kişinin ‘gerçek’ kimliği ile cinayette kullanıldığı belirtilen ‘öldürücü’ kimyasal maddeden kaynaklanıyor. Cinayete kurban giden kişinin üzerinden Kim Chol adına düzenlenmiş pasaport çıksa da, Güney Kore makamlarının yardımıyla gerçek kimliğinin Kuzey Kore devlet başkanının üvey abisi Kim Jong-nam olduğu belirtiliyor. Ancak Kuzey Kore yönetimi şu ana kadar bunu doğrulamadığı gibi, bu veriyi reddetme yolunu tercih ediyor. Böylece, şu ana kadar cinayeti ‘azmettirenlerle’ ilgili verilere ulaşılamaması kadar, ‘kimlik’ üzerinde de bir reddiye ile olayla Kuzey Kore yönetimi arasında bir ilişkinin olmadığı ortaya konulmaya çalışılıyor.

Kuzey Kore Terör listesine alınabilir
Bir başka ülke topraklarında işlenen bu cinayette VX türü sinir gazı kullanılarak işlenmesi Birleşmiş Milletlerin 2005 Kimyasal Silahlar Sözleşmesi ve 1997 Kimyasal Silahlar Sözleşmesi’ne göre kimyasal silah sınıflamasına giren VX türü sinir gazıyla işlendiğinin açıklanması birkaç açıdan önemli. Bunlardan ilki, kimsayal silah kategorisindeki bu maddenin, Malezya başta olmak üzere bölge ülkelerinin kimyasal silah ticareti tehdidi altında olabileceğini ortaya koyuyor. Bir diğer husus ise, söz konusu cinayetin Kuzey Kore yönetimince işlendiğinin kesinlik kazanması halinde uluslararası kurumların devreye girerek Kuzey Kore’nin ‘uluslararası terörü destekleyen ülkeler listesine’ alınması, aynı zamanda bu ülkeye yönelik yeni yaptırımları gündeme getirecektir. 2008 yılında söz konusu terör listesinden çıkartılan Kuzey Kore’nin yeniden listeye alınması hiç kuşku yok ki, Kore Yarımadası’nda zaten gergin olan ilişkileri daha da artırmanın yanı sıra, uluslararası kamuoyunun baskısına maruz kalan Kuzey Kore’yi biraz daha köşeye sıkıştırma anlamına gelecektir. Bununla birlikte, Kuzey Kore yönetimi böyle bir ihtimalin oluşabileceğini hesaba katarak 4 Mart’ta yaptıkları açıklamada, ABD yönetiminin Kuzey Kore’yi yeniden terör listesine alma konusunda bir karara imza atmasının bedelini ağır bir şekilde ödeyeceğine yönelik açıklaması da dikkat çekici bir gelişmeydi.

Kore Yarımadası’nda küresel hesaplaşma
Kim Jong-nam cinayeti, Malezya’da ülkeyi bir kez daha küresel kamuoyu önüne çıkartan ‘talihsiz’ bir hadise olarak algılanırken, aslında olayın perde arkasında Kuzey Kore ve Güney Kore ile Çin-ABD ve Japonya aktörlerinin varlığına dikkat çekmek gerekiyor. Söz konusu bu güçler arasında ABD ve Çin’in varlığının belirleyici konumda olduğu da aşikâr. ABD, bir yandan Doğu Asya’da kurduğu güvenlik kuşağında Japonya ve Güney Kore’yle ittifak yaparken, aynı zamanda bu iki ülkeye yönelik -örneğin Kuzey Kore tarafından- herhangi bir saldırı karşısında müdahalede birinci derecede rol alacak.

Son birkaç yıldır birbiri ardı sıra gerçekleştirdiği füze denemeleri nedeniyle Kuzey Kore’ye yönelik olarak ABD öncülüğünde Birleşmiş Milletler tarafından alınan yaptırımların çerçevesi genişletilse de, şu ana BM’de alınan kararlar  Kuzey Kore yönetimine diz çöktürtmeye kafi gelmedi. Aksine, Obama döneminde birbiri ardına gelen füze denemeleri sonrasında Kuzey Kore yönetimi, yeni başkan Trump’ın ‘tehditvari’ yaklaşımından hemen sonra denemelere yeniden başlaması, Kuzey Kore yönetiminin Amerikan liderlerinin söylemini dikkate almadığını gösteriyor. Bu noktada akla şu sorular geliyor: Hangi ülke/ler ne amaçla Kuzey Kore’ye destek vermektedirler? Söz konusu bu ülkeler desteklerini hangi şartlarda geri çekme eğilimi sergileyecekler?

Kuzey Kore yönetimi, füze denemelerinin sonuncusunu hem de dört füze ile geçen Pazartesi günü gerçekleştirmesine sebep olarak, bir süre önce başlayan ABD-Güney Kore tatbikatına tepki olduğunu ileri sürüyor. ABD-Güney Kore ortak tatbikatının Kuzey Kore’ye yönelik olası bir müdahalenin ipuçlarını taşıdığı konusundaki görüşler de gündemde yer alıyor. Pazartesi günkü füze denemeleri ve peşinden Kuzey Kore yönetiminin tehditvari açıklaması karşısında ABD yönetimi geçen yıl varılan anlaşma gereğince Güney Kore’ye füze savunma sistemleri (THAAD) yerleştirilmesi konusunda harekete geçti.

Çin barışa götürüyor
Bu noktada hiç kuşku yok ki, gözler Çin’e çevrilmiş durumda. Çin Dışişleri bakanı Wang Yi’nin daha dün yaptığı açıklamayla Kuzey Kore’yi nükleer ve füze denemelerine son vermeye çağırması oldukça önemliydi. Çin Kuzey Kore’ye bu mesajı verirken, aynı zamanda Kore Yarımadası’nda olası bir sıcak gelişmenin önüne geçmek adına ABD ve Güney Kore’ye de ortak tatbikatı sona erdirme çağrısında bulundu. Wang Yi açıklamasında son gelişmeyi, ‘iki trenin hızla birbirine doğru gelmesi’ örneğiyle vermesi, bir anlamda Kore Yarımadası’nı sarabilecek aleve işaret ediyor.

Kuzey Kore’ye yapılacak herhangi bir müdahalenin Çin-Kuzey Kore arasındaki anlaşmaya binaen Çin doğrudan müdahele ‘hakkına’ sahip. Çin’in Kuzey Kore’ye bu ‘askeri’ desteği, sadece bu ülkeye ideolojik yakınlığından kaynaklanmıyor. Aksine, Kuzey Kore toprak parçası Çin için bir tampon bölge olma anlamı taşıyor. Bununla birlikte, iki ülke arasındaki anlaşmaya rağmen, Çin yönetiminin Kuzey Kore’yi savunma adına aktif bir müdahaleye hazır olup olmadığı, buna cesaret edip edemeyeceği ise meçhul. Kaldı ki, Çin son otuz yılda elde ettiği kazanımları böyle bir ortamda kaybetme tehlikesiyle karşı karşıya kalacaktır. Tam da bu durumda, Çin dışişleri bakanının yaptığı açıklamayı Kore Yarımadası’nda barış sürecinin başlatılmasına şans tanıyacak bir açılım olarak da ele almak mümkün.

Bu noktada, Kore Yarımadası’nda suların bu denli ısındığı ve hatta Malezya’daki cinayet bağlamında bölgesel yayılma eğilimi gösterdiği bir ortamda acaba Kore Yarımadası’na barışı getirecek bir yol var mı sorusunu da sormak gerekir. Bu bağlamda, şayet barış gelecekse bunun nasıl ve hangi yollarla geleceği de tabii ki önemli. Çin dışişleri bakanının yukarıdaki açıklaması dikkate alındığında, Kuzey Kore üzerinde baskı kurabilecek yegâne ülkenin Çin olduğu bir kez daha ortaya çıkıyor. Bu çıkışı, Çin yönetiminin görevini yapmaya başladığı intibaını verdiğini düşünmek de mümkün. Şayet Çin yönetimi bu baskısını sadece uluslararası kamuoyunda bir ‘şov’ olarak gündeme getirmiyorsa, kapalı kapılar ardında da olsa barışa yönelik girişimi çerçevesinde Kuzey Kore yönetimiyle görüşmelere başlaması, bugün için gerçekleşmesi güç de olsa yeni bir çıkışa yol açabilir. Böylece, bu sürecin Kuzey Kore yönetiminin, Çin’in iknasıyla uluslararası çevrelerin kararlarına boyun eğmesi, bir başka deyişle uluslararası kamuoyuyla işbirliğine kapılarını aralaması Kore Yarımadası’na barışın gelmesi anlamı taşıyacaktır.

ABD ve Çin jeo-stratejik yaklaşımlarını değiştirmeli
Bununla birlikte, iki Kore’nin birleşmesinin hangi şartlarda gerçekleştirileceği hususu da, Çin ve ABD yönetimlerini jeo-stratejik yaklaşımları noktasında yakından ilgilendiriyor. Olası bir birleşmenin ortaya çıkması halinde, Yarımada’nın ABD’nin güvenlik şemsiyesinde kalmaya devam etmesi Çin tarafından kabul edilebilir bir durum değil. Singapur’un kurucu başbakanı Lee Kuan Yew’un ileri sürdüğü üzere, Güney Kore ve Amerikan birliklerini Yalu Nehri’ne veya 38. paralelin yukarısına taşıyacak bir gelişme Çin’in ulusal güvenlik politikalarıyla doğrudan çelişen bir sürece işaret ediyor. Öte yandan, birleşmiş bir Kore’nin Çin yanlısı politikalara evrilmesi de ABD açısından benzer bir potansiyele gönderme yapıyor. Bu noktada Çin ve ABD’nin barış için masaya oturduklarında, bugüne kadar jeo-stratejik yaklaşımlarını değiştirmeleri gerekiyor. ABD ve Çin’i bağlayıcı kılan bu şartlar bugüne kadar bu iki gücü Kore Yarımadası’nda statükoyu korumaya yönelik politikalara hapsetmişti.

Hiç kuşku yok ki, Kuzey ve Güney Kore’nin birleşmesinin, sadece bu iki ‘öz’ halk arasında birliği tesis etmekle ve iki ülkeye barış getirilmesiyle sınırlı kalmayan, aksine küresel bir vechesi bulunuyor. Bu anlamda, tıpkı Soğuk Savaş döneminin bitişinde Batı ve Doğu Almanya’nın birleşmesi süreci gibi, Kore Yarımadası’nda da benzer bir bütünleşmenin yapılabilirliği üzerinde kafa yorulurken, ABD’nin Almanya’nın birleşmesinde oynadığı rolün benzerini Kore Yarımadası’nda oynayabilmesi tek başına yeterli gözükmüyor. Bu noktada, gene iş dönüp dolaşıp “Çin faktörüne” kilitleniyor. Bu günlerde ortaya çıkan bu en zor koşullarda barışa yönelik hesaplar yapılacaksa yine bu iki gücün yani ABD ve Çin’in inisiyatifle gerçekleştirilecektir. 


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder