27 Mart 2017 Pazartesi

Hollanda Savaşı ve Aceh: Dün ve Bugün / Dutch War and Aceh: Past and Today

Mehmet Özay                                                                                                                         27.03.2017

26 Mart 1873 tarihi geniş anlamıyla Malay dünyasının son ‘bağımsız’ bölgesi Açe Darüsselam Sultanlığı’nın sömürgeci ve emperyalist Hollanda’nın saldırısına maruz kaldığı tarihtir. 144 yıl önce gerçekleşen bu istila karşısında Açe devletinin ve halkının niçin ve nasıl bir mücadele sergilediği konusu bugün için geçerliliği koruyan bir öneme sahiptir.

Bu savaş ve öncesindeki gelişmeler Hollanda Krallığı’nın Takımadalar’daki sömürgeci ve ardından emparyalist varlığını anlamada kilometre taşlarından biridir. Öte yandan, savaş öncesinde Açe Darüsselam Sultanlığı’nın içinde bulunduğu durum, istila girişimine karşı alınmaya çalışılan tedbirler ve siyasi çatışmalarıyla incelenmeyi hak eder. 

Bu anlamda Hollanda sömürge yönetiminin 19. yüzyıl başlarından itibaren Sumatra Adası’nın güneyinden başlayarak yüzyıl ortalarında Ada’nın Padang yani Batı Sumatra ile bugün Medan olarak bilinen o dönemde ise Deli olarak anılan Kuzey Sumatra’ya nüfuzu ve söz konusu bu bölgelerdeki sultanlıkları hegemonyası altına alması dikkat çeker. Bu süreçte, Açe Darüsselam Sultanlığı topraklarına bağlı olan Singkil, Barus’a nüfuz etme çabaları da baş gösterir. Öte yandan, Kuzey Sumatra’daki site şehir devletleri hüviyetindeki sultanlıklar Hollanda istilası karşısında kendilerini Açe Darüsselam Sultanlığı’na bağlı bir tür vasal devlet olarak lanse etmeleri, Açe’nin Sumatra Adası’ndaki önemini ortaya koyar. Bu süreç Hollanda Savaşı’nın Açe topraklarında birdenbire meydana gelmediğini, aksine Hollanda sömürge yönetiminin bilinçi ve kasıtlı olarak zamana yaydığı emperyal politikalarının bir sonucu olarak uygun zamanı kollamak suretiyle gerçekleştirdiğini ortaya koyar.

Açe siyasi elitinin, Hollanda sömürgeciliğinin Sumatra Adası’nda yayılmasına paralel olarak kaçınılmaz sonu öngördükleri ve bu anlamda bazı çıkar yol arayışları içine girdikleri biliniyor. Bu çerçevede, dönemin özellikleri çerçevesinde bazı Avrupa milletlerinin bölgedeki temsilcileriyle temasları kadar, bizatihi Avrupa’daki merkezi yönetimlerine gönderilen elçilerin varlığı dikkat çekicidir. Açe yönetiminin 19. yüzyıl ortasında ve son çeyreğine doğru dönemin halifelik merkezine gönderdiği elçilerle dini ve siyasi ittifak arayışlarına yeni bir örnek olduğuna ifade etmek gerekir. Bu bağlamda, tetrar etmekte fayda var ki, Açe Darüsselam Sultanlığı, bu siyasi ve dini anlamdaki ittifak teşebbüsünü ilk defa yapıyor değildi.

Bu bağlamda, bugün dahi İslam Birliği veya Pan-İslam olarak adlandırılan politikalarla ilgili görüşlerde 1876 yılında tahtta çıkan 2. Abdülhamit dönemi politikaları hatırlanmakla birlikte, bu politikaların siyasi ve dini boyutlarını hem siyasi düşünce ve eylem boyutlarıyla Açe siyasi elitinin ortaya koyduğunu dikkatlere sunmak gerekir. Bununla birlikte, 16. yüzyıl erken dönem ve ilgili yüzyılın son dönemlerindeki siyasi düşünce ve pratikler kadar, 19. yüzyıldaki boyutunun da bugüne kadar önemle ele alınabildiğini söylemek güç. Bu durum, hiç kuşku yok ki, merkez-çevre ilişkisinde sürekli merkezi ön plana alan yaklaşımların aksine, çevrenin etkin boyutunun da var olduğu ve bunun süreklilik arz ederek merkezde bazı önemli fikir ve eylemleri tetikleyici rolü olduğunu iddia etmek durumundayız.

Bununla birlikte, Açe Darüsselam Sultanlığı’nın altın çağlarını çoktan geride bırakmasına rağmen, sahip olduğu jeo-stratejik ve jeo-ekonomik varlığı sayesinde iç çatışmalara konu olduğu dönemlerde bile, Takımadalar’da hüküm sürme eğilimindeki Avrupalı sömürgeci milletlerle çok farklı boyutlarda etkileşimini sürdürebilmiştir. Bu çerçevede, Açe siyasi elitinin 19. yüzyıl şartlarında örneğin Penang ve Singapur gibi bölgenin modernleşmede lokomotif görevi gören iki Ada’sıyla yakın etkileşimine rağmen, İngilizlerin Açe devletini muhatap alıp ittifak kuracak ve hatta Hindistan ve Çin arasındaki önemli ticaret sürecinde Açe liman şehirlerini aktarma organı olarak işlevselleştirecek bir yaklaşım sergilemesine rağmen, Açe’de çeşitli bağlamlarıyla modernleşme süreçlerinin yerine getirilemediği görülür. Bu noktada, siyasi elitin bölgesel ve küresel ticari faaliyetlerdeki yapılaşmaları, dönemin ulaştırma hizmetlerindeki kalkınmacı yönelimlerini, eğitim kurumlarının revizyonu, yayın ve basın faaliyetlerinde gelişmelere ayak uydurma gibi alanlarda -en azından şu ana kadarki veriler ışığında- bir inisiyatif geliştirmediğini ortaya koymaktadır. 

Bu süreçle bağlantılı olarak, hiç kuşku yok ki, görece taht kavgaları, bölgesel ve küresel ticarette rol kapma hedefindeki merkez ve çevredeki ticaret lobilerinin çıkar temelli mücadeleleri Açe’de siyasi ve ekonomik kalkınmanın yerine getirilmesi önündeki engelleri oluşturmaktadır. Bu noktada, sömürgeci Batılı güçlerin ‘böl-yönet’ taktiği gibi klişe bir yaklaşıma sığınarak Açe topraklarında olan biteni pasif bir alana hapsetmek anlamsız bir girişim olacaktır. Aksine, sadece 16. yüzyıl değil, İslamlaşma süreçlerinin erken dönemlerinden itibaren Takımadalar bölgesinde önde gelen bir siyasi, dini ve kültürel merkez olma özelliği sergilemiş bir mirasa sahip Açe devletinin, tüm bu birikimlere rağmen, zamanla duraklama ve gerileme dönemlerine geçişine dikkat çekmek gerekir. Hiç kuşku yok ki, bu sürecin adına İslam coğrafyası denilen bütündeki ‘kaymalar’la bağlantısız ele alınamayacak genele matuf yönleri olduğunu da ileri sürmek mümkün.

Bu ve benzeri mülahazaların kendi başına önemli araştırma konuları olduğunu söymeke gerekir. Aradan geçen 147 yıla rağmen, o dönemin şartlarındaki sorunların farklı vecheleriyle bugün de Açe toprakları başta olmak üzere bölgede varlığını sürdürmektedir. Açe özelinde 19. yüzyıl sonlarında başlayan savaşın incelenmesi o dönem kadar bugünü anlamlandırmada da önemli bir veri sağlayacağnı kuşku yoktur.  


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder