26 Aralık 2016 Pazartesi

Cakarta protestoları ve Endonezya'da kimlik tartışmaları / Demonstrations in Jakarta and Identity Discussions

MEHMET ÖZAY                                                                                                                  24.12.2016

Geçen Eylül ayından bu yana Endonezya’da başkent Cakarta valisini konu alan gündem canlılığını koruyor. Her ne kadar, vali etrafında dönen bir gelişme olsa da, verilen tepkiler, tepki verenlerin siyasi ve toplumsal arka plânı, müslüman olup olmama yönündeki kimlikleri ile azınlık çoğunluk tartışmaları gibi hususlar bu konunun sadece başkent valilik seçimleri dolayımında değil, geniş Endonezya ulusal bağlamının yanı sıra, bölgesel ve bir ölçüde de küresel gelişmeler bağlamında değerlendirilmeyi gerektiriyor.

Farklı bir Vali
Cakarta Valisini gündeme taşınmasında önümüzdeki Şubat ayında yapılacak olan genel seçimler bulunuyor. Resmi kampanya dönemi başlamadan önce valinin etnik ve dini kökeninden hareketle bazı gruplar, vali Basuki Tjahaja Purnama'nın vali seçilmemesi için İslami referanslarla gündem oluşturma girişimine tanık olundu. Aslında böylesi bir teşebbüs ilk değildi. Çünkü, 2012 yılı seçimlerinde vali adayı Joko Widodo’nun yardımcısı olarak seçimlere giren ve kazanan Purnama’ya yönelik eleştiriler ve karşı çıkışlar yaşanmıştı. Ancak Joko Widodo’nun popülaritesi ve ‘yardımcılık’ görevi gibi faktörler bu eleştirilerin gündemde pek de fazla etkin bir yer edinmesine neden olmamıştı. Joko Widodo’nun 2014 yılı devlet başkanlığı seçimlerini kazanmasının ardından valilik de yardımcısı Purnama’ya geçmiş oldu. Bu durum, 1964-65 yıllarında dönemin devlet başkanı Sukarno tarafından atanan Çin etnik kökenli ve Hıristiyan Henk Ngantung’un valiliğinden sonra bir ilk olma özelliği taşıyor.

Purnama’nın 2017 Şubat ayında yapılacak yerel seçimlerde yeniden aday olacağını açıklaması karşısında kendisine yönelik eleştirilere verdiği bir tepki, bugüne kadar olduğu gibi ve seçim gününe kadar ki gündemi de belirlemeye aday. Vali Purnama Ağustos ayında, Jakarta açıklarındaki Bin Adalar adıyla bilinen adalar grubundan birinde küçük bir gruba yaptığı konuşmada, bazı grupların kendisinin Hıristiyan olduğunu gerekçesiyle Kur’an-ı Kerim’den Maide suresi 51. ayeti kanıt göstererek Müslüman seçmenlere kendisini seçmemeleri yönünde yaptığı eleştiriyi gündeme getirmişti. Vali bu konuşmasında İslam’a hakaretinin söz konusu olmadığını, aksine ayetleri kullanan bazı çevreleri eleştirdiğini söyleyerek özür dilemişti.

Ancak bazı çevreler, Valinin bu ifadelerle İslam’a hakaret ettiği iddiasını gündeme taşıyarak tutuklanması talebiyle gösteriler düzenlediler. Niceliksel olarak bakıldığında bu gösterilerin oldukça başarılı da olduğu söylenebilir. Bu gösterilerden amaç, valinin konuşmasının “Ceza Kanunu'nun 156 maddesi a fıkrası uyarınca herhangi bir dini kötüleyici, dinler arasında ötekileştirme oluşturacak söylemler suç sayılır” maddesini işletmeye matuftu. Nihayetinde valinin bu konuşmasında yer verdiği bazı ifadeler üzerine önce polis soruşturması açıldı ardından da yargı yolu. Şu ana kadar iki kez mahkeme önüne çıkan Purnama suçlamaları reddettiğini yine dile getirirken, yargı süreci de devam ediyor.

Cakarta valiliği bir atlama taşı
Bu vak’a çerçevesinde binlerce kişinin meydanları doldurmasından mütevellik niceliksel bir durum kadar, bundan çok daha önemlisi sivil, ‘dini’, siyasi ve polis ve güvenlik güçleri gibi aktörlerin değişik boyutlarda süreçteki varlığı bize Endonezya modern siyasetindeki işbirliklerinin, çatışmaların, çözülme ve yeniden yapılanmaların bir yansıması olduğunu ortaya koyuyor. Cakarta gibi ülke siyasetinin odağında bulunan bir şehri kimin, hangi partinin yöneteceği meselesi son derece önemli. Kaldı ki, 2012 yılında başkent valisi seçilen Joko Widodo, daha beş yıllık görev süresi dolmadan 2014 yılında yapılan başkanlık seçimlerine aday olması bile sembolik olarak valilik makamından devlet başkanlığı makamına nasıl çıkılacağının da bir göstergesi oluyordu.

Seküler devlet ve yönetim tartışmaları
Öncelikle söylenmesi gereken husus, vali Purnama’ya yönelik eleştirilerin başında “bir başka dine ve etnisiteye mensubiyeti” yaklaşımının ülkenin anayasal gerçekliğiyle tenakuz içeriyor oluşudur. Kahir ekseriyeti müslüman olsa da Endonezya Cumhuriyeti seküler bir devlet ve bu yapısını da Beş İlke (Panca Sila) ile 1945’den bu yana sergilemekle kalmıyor, aralarında son derece önemli dini kurumların da olduğu pek çok oluşum bu Beş İlke’yi ülkenin ve de kendi kurumlarının temel dinamiği kabul ettiğini beyan ediyor. Kaldı ki, vali Purnama ülke siyasetine ilk defa 2012 seçimleriyle girmiş değil. Aksine 2003 yılından bu yana siyasetin içinde ve 2005-2009 yılları arasında Doğu Belitung’da belediye başkanlığı, akabinde de 2009-2014 döneminde ulusal mecliste millekvekilliği hakkı elde etmiş bir isim. Purnama, 2017 Şubat’ında yapılacak valilik seçimi içinse, devlet başkanının yanı sıra, Cakarta Genel Meclisi’nde 28 üyeyle çoğunluğu elinde bulunduran Endonezya Mücadeleci Demokrasi Partisi’nin (PDI-P) adayı olarak yarışacak.

Valiyi hedef alan gösterilerin başlatıcısı konumundaki bir dini organizasyonun kısa bir süre öncesine kadar devletin resmi kurumlarınca ‘radikal’ kanatta gösterilmesine karşılık bugün devleti temsil makamındaki çeşitli kurumların yöneticileriyle yan yana poz vermesine dikkat çekilmeli. Bu grupla normal şartlarda yan yana gelmesi pek de muhtemel gözükmeyen diğer ‘ana akım’ sosyo-dini kuruluşların bu süreçte şu veya bu şekilde sahada ve medyada yer almaları ise yukarıda kısaca değindiğim, ülkenin modern siyasal hayatındaki girift ilişkilerin bir sonucu. Öyle ki, ana akım gruplardan bazıları öne çıkıp, Müslüman olmayan bir kişinin de valilik yapabileceği yönünde açıklamalar tanık olundu. Aslında bu açıklama, gene yukarıda değindiğim ülkenin ‘temelleri’ noktasını dile getirmekten başka bir yanı bulunmuyor.

İstiklâl Deklarasyonu ve koalisyon süreçleri
Endonezya müslümanlarının başkent Cakarta gibi ülke siyasetinin odağındaki bir şehri kimin yöneteceği konusunda kaygılar taşımaları doğal. Bu noktada, Vali Purnama’nın Bin Adalar’daki konuşmasından sonra meşhur İstiklâl Camii’nde bir araya gelen bazı ‘İslamcı liderler’in ‘İstiklâl Deklarasyonu’ olarak ilân ettikleri valilik seçimine bir Müslüman adayla girme düşüncesi son derece olumluydu ve de kayda değer bir heyecana yol açmıştı. Ancak sorun, adına İslamcı partiler denilen siyasi yapıların kendi aralarında birlik sağlayabilme konusunda irade gösterememiş olmalarıdır. Bunun en açık göstergesi ise İslamcı denilebilecek veya Müslümanların hassasiyetlerine uygun siyaset yapma biçimini benimsediği varsayılabilecek siyasi partilerin 23 Eylül’de tamamlanan adaylık gösterme sürecinde farklı siyasi koalisyon gruplarına ayrışmış olmalarıdır.

2000’li yılların başında büyük bir ümit olarak doğan Kalkınma ve Adalet Partisi (PKS), ordu eski komutanlarından Prabowo Subianto’nun başında bulunduğu Büyük Endonezya Partisi (Gerindra) ile koalisyona gitti. Ulusal Emanet Partisi (PAN) ise, 2004-2014 yılları arasında devlet başkanlığı yapan ordu eski komutanlarından Susilo Bambang Yudhoyono’nun (SBY) kurucusu olduğu Demokrat Parti ile koalisyon kurarak SBY’ın gene bir ordu komutanı olan oğlu Agus Harimurti’yi destekliyor. SBY’nin başını çektiği bu koalisyon grubunun diğer İslamcı kabul edilebilecek partileri ise Ulusal Uyanış Partisi (PKB) ile Birleşik Kalkınma Partisi (PPP) oluşturuyor. Bu koalisyon oluşumundaki parti sayıları yanlış bir algıya sebep olmamalı. Koalisyon sürecini kuran ve geliştiren bizzat SBY’dir. Öte yandan, SBY’nin 2009 yılında bir konuşmada askerlerin görevlerini terk edip sivil siyasete atılmamaları gerektiği yönündeki yaklaşımı hatırlandığında bugün bizzat kendisinin orduda görev yapan oğlunu istifa ettirip Cakarta valiliğine aday yaptırması arasındaki çelişki de dikkate alınması gereken bir husus. Kaldı ki, SBY’nin oğlunu valilik makamıyla sınırlı bir siyasi maceraya itmediği de aşikâr.

Bu fotoğraf içerisinde siyasi partiler üç blok koalisyonuna ayrılırken, kolasiyon oluşum süreçlerini ve de adayları domine eden yapıların ise Demokrat Parti kurucusu ve başkanı Susilo Bambang Yudhoyono ve Büyük Endonezya Hareketi Partisi (Gerindra) Prabowe Subianto gibi eski ordu komutanları ile milliyetçi sağın halen güçlü bir ismi olmayı sürdüren Megawati Sukarnoputri olduğu görülüyor. İlginç olan husus, bu süreçte İslamcı partilerin koalisyon süreçlerini yönetmekten ziyade ikincil rol alıp, eski ordu komutanlarının kurucusu ve başkanı oldukları siyasi partilerin vizyonlarına uygun bir yapılaşma içinde yer almalarıdır. Bu yapılaşma, İstiklâl Deklarasyonu’nun daha kurulmadan çöktüğü anlamı taşıyor.

Ulusal siyaset içinde Küresel gelişmelere tepkiler
Aslında İslamcı partilerin bu durumunun yeni bir sorun değil. Aksine, 1950’li yılların başlarında Nahdat’ul Ulama’ya bağlı kesimlerin, dönemin önemli İslamcı partisi Masjumi’den kopmalarla başlayan; 1998 yılında Suharto’nun iktidardan indirilmesinin ardından kurulan yüz elliye yakın parti arasından kırk ikisinin İslami hassasiyetler güden yapılar olmasına karşın birlik sağlamamış olmasını hatırlamak gerekir. Endonezya’da İslamiyetin diğer beş din gibi toplumsal yapıda bir yeri var. Ancak modern siyasal hareketler içerisinde İslamcı ideolojileri güden yapılaşmalara imkân verilmemesi de bir diğer gerçek. Cakarta valilik süreci bağlamında yukarıda dile getirilen koalisyon süreçlerinde, İslamcı olduğu veya böyle bir hassasiyetle hareket ettiği belirtilen siyasi kurumların temel aktör olamama ve birlikte hareket edememelerinin arkasında böylesi bir tarihi geçmiş bulunuyor. 

İslamcı partiler ve lider tabakalarının birlik ve koalisyon kurma yönündeki zaafiyetlerine karşılık, geçtiğimiz birkaç aylık süre zarfında binlerce Müslümanı meydanlara toplayan bir hassasiyet ve inisiyatifin sadece Hıristiyan vali Purnama’ya tepkiden başka nedenleri olamaz mı sorusu akla geliyor. Bu hassasiyetin, Güneydoğu Asya bölgesinde Arakan Müslümanları gibi grupların maruz kaldıkları şiddet ve zulme; Malezya’daki gibi Çin azınlığın ülke ekonomisindeki etkinliklerine ilâve olarak, örneğin Penang gibi bazı eyaletler düzeyinde ki siyasi yapılaşmaları ve nüfuzları ile bu süreci Federal siyasete taşımadaki kararlılıkları; Batı’daki İslamifobi’ya ve Çin’in bölge üzerindeki siyasi nüfuz kalkışmasına karşı geliştirilen yerel/ulusal düzeydeki tepkiler şeklinde algılamak mümkün. Böylesine önemli bölgesel ve küresel sorunlar ile Endonezya ulusal siyasetinin kendine özgü dinamikleri arasındaki bir tür girift ilişkilerin nasıl ortaya çıktığı ve kimler ve hangi kurumlarca yönlendirildiği üzerinde daha derinlikli durmak gerekiyor.



Hiç yorum yok:

Yorum Gönder