26 Eylül 2016 Pazartesi

Kuzey Kore Tehdidi ve Pasifik’teki Güç Dengeleri / North Korean Threat and Balance of Power in the Pacific


Mehmet Özay                                                                                                                           26.09.2016

Kuzey Kore (KK), nükleer füze denemeleriyle küresel medyada yer almaya devam ediyor. Bir başka deyişle, kapılarını dış dünyaya kapatan son birkaç ülkeden biri konumundaki KK’nın dünya kamuoyu için anlamı sadece deneyegeldiği füzelerle ilişkilendirilen bir ülkeden öteye geçmiyor. Bu füzelerin başta komşu ve ırkdaş ülke Güney Kore ile Japonya kadar ABD’yi de hedef alması, süreci başta ABD olmak üzere Batılı ülkeler için de önemli bir tehdit algısının ötesinde gerçek bir tehdide dönüştürüyor. Bu nedenle, 9 Eylül’de gerçekleştirilen beşinci denemenin bugüne kadarki en büyük deneme olması, özelde Kore Yarımadası, Doğu Çin Denizi ve genel itibarıyla Asya-Pasifik’de güvenlik politikalarının önemini giderek artırıyor.

Bu süreçte, uluslararası medya tarafından KK’nın küresel bir tehdit teşkil ettiği algısı oluşturulmasına tanık olunuyor. Bunun sebebi de KK’nin kendini dış dünyaya kapatması, bir başka deyişle içe kapanması ve bu siyasi korumacılık politikasının bir göstergesi olarak ve de Batı’nın ‘üzerine geldiği’ veya ‘köşeye sıkıştırmak istediği’ düşüncesiyle agresif bir şekilde füze denemeleriyle dünyaya meydan okumasıdır. Bu gelişme karşısında Batılı güçler ve bölgedeki müttefikleri de bu tehdidi bertaraf etmenin yollarını arıyorlar. Bu noktada, BM’de düzenlenen yıllık genel kurul toplantısı bölge liderlerinin görüşlerini dünya kamuoyuyla paylaşma noktasında önemli bir platform oldu.

Komünist elit sultası
Nükleer silah üretimi sürecinin ötesinde, komünist bir rejime konu olan KK’nın siyasi yapısı ve bürokrasisi gibi konularda bilgi kısırlığı mevcut. Yakın geçmişe kadar, başta üçüncü dünya toplumları olmak üzere küresel anlamda epeyce bir sempatizanı olduğu söylenebilecek komünizm ideolojisinin bugün temsil edildiği KK’ye ne somut ne teorik bir ilgi ve alâka beslendiği iddia edilebilir. Kendini Soğuk Savaş dönemi şartlarında Batı karşıtlığına endekslemiş ülkenin bugünkü siyasi duruşunu, Batı’nın ‘tehditleri’ karşısında kendi fiziki varlığını korumakta bulan ve bunu da nükleer silah üretimiyle gerçekleştirmeye çalışan bir siyasi elit mekanizması belirliyor. Öyle ki, küresel kamuoyu sadece atılan füzeleri izleyen ve ardından intikamcı duygulara bürünerek ‘sırıtan’ genç lider Kim Jong-un‘dan başka bir siyasi figüre de öyle kolay kolay tanık olamıyor.

Öte yandan, toplumsal ve kültürel yapısı hakkında birşeyler bilmek bir yana gündelik yaşamına dair de elle tutulur bilgilere ulaşmak ise neredeyse mümkün değil. Ancak çeşitli uluslararası kurumların değerlendirmelerine göre sosyal yaşamın komünist partisi lider sultasına endeksli bir yönelim sergilediği görülüyor. Bir kıstas olabileceğinden hareketle, ülkede sadece 28 internet sitesinin olmasının özgürlükler, modernleşme gibi komşu ülkelerin teneffüs ettiği süreçleri dahi izleme imkânından yoksun olduğu anlaşılan ülkede toplumun en azından bazı kesimlerinin açlık ve yoksullukla boğuştukları ortada. Dolayısıyla adında ‘Demokratik’, ‘Halk’ kavramlarının geçtiği bir devlet yapısının ve bunun toplumsal veçhesinin neye tekabül ettiği malum değil.

Kuzey Kore: izole ülke
Tam adıyla ifade edecek olursak Kuzey Kore Demokratik Halk Cumhuriyeti, yakın döneme kadar, dünyaya kapalı olması bağlamında adı Myanmar ve Küba, nükleer denemeleri sadedinde ise İran’la birlikte anılıyordu. Bununla birlikte, adı geçen bu ülkelerde iç ve dış faktörlerce yaşanan değişimlerin neticesinde KK giderek daha da yalnızlaştı ve belki de dünya genelinde yegâne ‘izole’ ülke görünümünde. Adı geçen bu ülkelerin çatışmacı bir dönemin ardından, uluslararası kabul edilen normları benimsemelerine karşılık KK yönetiminin üst üste ortaya koyduğu icraatlarla BM sözleşmelerini ihlâli, bu ülkeye yaptırımların artırılacağı ve hatta müdahalenin bile gündeme gelebileceğini akla getiriyor. Bu noktada, son dönemde tanık olunduğu üzere, KK’nın tehdidine maruz kalan ilgili ülkeler arasında askeri işbirlikleri artırılıyor ve askeri tatbikatlar şeklinde bir güç gösterisi sergileniyor. Öte yandan, BM genel kurul toplantısında Japonya ve Güney Kore temsilcileri yaptırımlar konusunu bir kez daha yüksek sesle gündeme getirdiler. Japonya Başbakanı Abe ‘artık dayanılmaz bir hâl alan KK tehdidine karşı bütünüyle farklı bir tepki verilmesi’ üzerinde dururken, Güney Kore dışişleri bakanı da KK’nin BM üyeliğinden çıkartılmasını önerdi.

Nükleer denemeler riski artırıyor
KK, farklı nedenlerle de olsa Batı’ya ‘kafa tutan’ yukarıda adı geçen ülkelerle aynı kategoride yer alırken, daha çok nükleer işbirliği çerçevesinde ilişkileri yoğun denetim altında tutuluyordu. Örneğin, Güney Çin Denizi, Malaka Boğazı ve Hint Okyanusu güzergâhı üzerinden İran’la yapılacak bir işbirliğinin tehdit boyutuna olduğunca dikkat çekiliyordu. Myanmar’ın demokratikleşme sürecini arşınlamaya başlaması, ABD-Küba ilişkilerinin normalleşme seyri, AB ve ABD’nin İran’la nükleer çalışmaları kontrol anlaşması sonrasında Batı’nın ‘Kuzey Kore artık tehdit olamaz’ denilebilecek bir argümana sahip olduğu düşünülebilirse de, aslında gerçek pek de böyle değil. Aksine KK, nükleer denemelerine giderek daha fazla ağırlık verirken, tehdit unsuru da buna paralel olarak artış gösteriyor. Bu noktada, KK’nin bu askeri varlığının arka plânında hangi ülkenin yer aldığı sorusu ortaya atılıyor.

Bu noktada, hiç kuşku yok ki, akla birincil derecede komşu ülke, belki de dış dünyayla doğrudan irtibatlı olduğu tek ülke, Çin geliyor. KK yönetiminin, yanı başındaki Çin’den aldığı şu veya bu ölçüdeki destek devam ettiği müddetçe hem kapılarını dış dünyaya kapatmaya hem de nükleer denemelere devam edecektir. Bu çerçevede, KK henüz yüksek kapasiteli nükleer, hidrojen bombaları üretememiş olsa dahi, son denemenin de ortaya koyduğu üzere bu yöndeki çalışmalarının ‘başarıyla’ devamı, Batı ve bölgedeki müttefiklerinin maruz kaldıkları risk oranı giderek artıyor. Batılı ülkelerin dış politikalarını temelde bu tür riskleri dikkate alarak yönlendirdikleri dikkate alındığında, başta ABD olmak üzere bu çevrelerin hedefinde KK’yi artık bir tehdit unsuru olmayacak bir yapıya evirmek olacaktır.

Çin ve ‘Altılar’ toplantısı
Bunun için sadece ABD-Güney Kore-Japonya askeri ve istihbarat işbirliği değil, KK üzerinde siyasi baskı mekanizması kurabilecek Çin bulunuyor. Çin yönetimi, Kore Yarımadası’nın nükleer silahlardan arındırılması politikalarına sıcak bakarken, aralarında ABD, Japonya, Çin, Rusya, Kuzey Kore ve Güney Kore’nin bulunduğu altılar toplantılarının yeniden başlatılmasında ve konunun ‘barışçıl’ yöntemlerle çözümünde ısrarcı. Ancak burada ciddi bir tenakuz olduğu da görülüyor. Geçen Temmuz ayında Pekin’de yapılan Kuzeydoğu Asya İşbirliği Diyaloğu (NEACD) toplantısına katılan KK dışişleri bakanlığı yetkilisinin ‘altılar toplantısının artık mümkün olmadığı’ yönlü açıklamasını ve KK yönetiminin geçen Mayıs ayında yapılan 7. İşçi Partisi Kongresi’nde aldığı, ‘nükleer silahlardan arındırılmasının anayasaya aykırılığı’ kararını Çin yönetimi göz ardı ediyor olamaz. KK yönetimi, ABD’nin altılar grubu toplantılarında ülkede nükleer silahlanmanın sonlandırılması talebine karşılık, bunu bir yaptırım olarak kabul ediyor. Alternatif olarak ise, ‘tüm dünyada nükleer silahların kaldırılmasını’ şartını masaya yatırıyor. Bu noktada, Çin’den ‘arabuluculuk’ beklentileri, öncelikle KK yönetiminin bu argümanı üzerinde yapıcı bir girişimde bulunmasıyla başlamasıyla ortaya çıkacaktır. Bu noktada Batı’nın ve de müttefiklerinin alternatif arayışları da yok değil. Örneğin, Japon Başbakanı Abe bu konuda destek arayışını ziyareti sırasında Küba yönetimiyle paylaştı. Bu süreçte, kısmen de olsa Rusya’nın da bir rol oynayabileceği düşünülebilir. Bu noktada Rusya’nın MIG 29 ve SU-25 savaş uçaklarıyla KK’ya askeri desteğine dikkat çekmek gerekir.

ABD ve bölgesel silahlanma süreci
Bununla birlikte, ABD, Uzak Doğu ve Asya-Pasifik’de güvenlik politikaları geliştirirken önceliği Güney Kore-Japonya gibi müttefikleriyle askeri işbirliklerini artırmaya veriyor. ABD Başkanı Barack Obama, Güney Kore devlet başkanı Park Geun-hye’nin geçen yıl ABD’ye yaptığı ziyarette bu hususa açık seçik ortaya koymuş ve ABD’nin Asya-Pasifik’de güç dengesi politikalarındaki merkezi rolüne dikkat çekmişti. Ancak bu sürecin Çin ve Rusya tarafından yeni bir tehdit algısına yol açtığına da tanık olunuyor. Özellikle ABD yönetiminin geçen Temmuz ayında, Güney Kore’de yeni füze savunma sistemleri yerleştireceğini açıklamasının ardından gelişmeler ilgili ülkelerce dikkatle izleniyor. Bu nedenle, söz konusu bu iki ülkenin bir anlamda KK üzerinden ABD ile Uzak Doğu bölgesinde mesafeli bir çatışma sürecini kollayarak sürdürülebilir bir hale taşıdıklarını söylemek bile mümkün. Özellikle Çin’in, Güney Çin Denizi’ndeki anlaşmazlıklarda bölge ülkelerinin ABD ile askeri ittifaklarını geliştirmeleri ve bunu pratiğe döken girişimleri karşısında ABD’yi bölgede barış ve huzuru bozacak faaliyetlerin müsebbibi olarak gösterdiği unutulmamalı.

Küresel ekonominin atardamarı olan ve bu hususta önemini devam ettiren Doğu ve Güneydoğu Asya bölgesinde KK, istikrarsızlık nedeni olarak görülüyor. Şimdilik kendinde bir değişim alameti göstermeyen KK, ABD karşıtlığından beslenen savunmacı bir siyasetle kendini nükleer silahlara teslim ediyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder