27 Ocak 2015 Salı

Yetim Projesi ve Yolsuzlukla Boyutuna Dair Kısa Bir Değini / An Orphanage Project and A Short Narration of Its Corruption Dimension

Mehmet Özay                                                                                                                    28 Ocak 2015

Bir süredir Endonezya’da Başkan Joko Widodo (Jokowi), Yolsuzlukla Mücadele Kurumu ve Emniyet Genel Müdürlüğü başta olmak üzere bir dizi kurum arasında süren yolsuzluk tartışmaları giderek farklı boyutlar kazanıyor. Bu gelişmeleri ele almayı bir sonraki yazıya bırakarak, yaşanan bu gelişmelerden hiç de bağımsız olmayan, hatta tastamam ilintili ve uluslararası boyutu olan bir hadisenin bazı detaylarını gündeme getirmekte fayda var. Bu yazıya konu olacak vakıa 26 Aralık 2004 tarihinde yaşanan deprem ve ardından meydana gelen tsunami sonrasında Endonezya Cumhuriyeti Açe Eyaleti’nde 2006 yılında resmen başlatılan ‘Tsunami Yetimleri Pilot Projesi’yle ilgili. O zamanki adıyla İslam Konferansı Teşkilatı, bugünkü adıyla İslam İşbirliği Teşkilatı’nın bu projeden gayesi, sadece Açe Eyalet’tindeki 25.000 yetimin 15 yıl boyunca bakımını üstlenecek olmasıyla sınırlı değildi. (Bu arada Açe’de 115.000 yetim olduğunu bir kez daha hatırlatayım). Proje’nin ‘pilot’ olarak adlandırılması kurumun en başındaki yetkiliden başlayarak Açe’deki projeden sorumlu olanların defaatle dile getirdikleri üzere İslam coğrafyasının değişik bölgelerinde süren çatışmalarda nedeniyle ‘yetim’ kalanları kapsayacak farklı projelere modelliğiydi.

Bu kısa girişin ardından, bir süredir başkent Cakarta’nın gündemine oturan ve öyle kolay kolay da biteceğe benzemeyen yolsuzluk soruşturmalarınn nesnesi konumundaki emniyet/polis şefleri bağlamında yukarıda zikredilen projenin yürütücülerinin karıştığı yolsuzluk iddiası ve kriminal vak’anın nasıl ele alındığından bahsedeyim. 7 ve 31 Aralık 2009 tarihlerinde başta Eyalet’in önde gelen yayın organı “Serambi Indonesia” olmak üzere çeşitli basın organlarında çıkan ve yolsuzlukla mücadele derneğinin yöneticilerince gündeme taşınan haberler konunun gündemde nasıl yer ettiğini açıkça ortaya koyuyor. Bu ciddi iddialar gündeme taşındığında, İslam İşbirliği Teşkilatı’nın o dönemki genel sekreterinin, Sudanlı genel sekreter asistanının emriyle merkezden, yani Cidde’den Açe’ye gönderilen İdari ve Mali İşler Müdür Yardımcısı Türk vatandaşı MD ile İnsani Yardım Bölüm Müdürü Senegalli AK, ofis çalışanlarıyla ‘görüşmeler’ yapmakla kalmamış, o dönem sürecin içerisinde olmamız nedeniyle üç kez Hermes Palace Oteli’nde bizimle de görüşmüşlerdir.

Bu görüşmelerde bu iki ‘yetkili’, ortaya konulan verilerden hareketle “gereğini yapacağız” türünden manipülatif yaklaşımlarının ardından, gereğinin yapılmamasından duyulan rahatsızlığın belirtilmesiyle MD’in, tehditvari bir yaklaşımı içinde barındıran “Ben bu işi nasıl çözeceğimi size göstereceğim” yollu cümlesi dikkat çekiciydi. Aynı günlerde bu iki ‘yetkilinin’ yolsuzluk iddialarını soruşturmakta olan Açe Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğü ile kriminal vaka üzerinde çalışan Banda Açe Emniyet Müdürlüğü’ye temaslarının ardından her iki vakanın üzerinin örtüldüğü gözlendi. Yolsuzluk iddialarına konu olan tanıklar ve belgeler Açe Eyaleti Emniyet Genel Müdürlüğü’ne sunulması, sürecin Cakarta boyutuna taşınmasına neden oldu. Bu anlamda, sadece merkez Emniyet Müdürlüğü bilgilendirilmekle kalmamış, ‘yetim projesini’ yürüten kurumun ‘uluslararası’ oluşu nedeniyle ‘Dışişleri Bakanlığı’ da sürece katılma aşamasına gelmişti. Ancak ne olduysa, bu iki ‘yetkilinin’ Eyalet emniyetindeki görüşmeleriyle her iki soruşturma da sonlandırılmadı. Yolsuzluk iddiası ile kriminal suçtan davalı olunan projenin başındaki kişi -ki hâlâ projenin başında bulunuyor- hakkında tüm iddialar açık-seçik ortaya konmasına, tutulan avukatın çalışmaları sonucu bu kişinin sadece kriminal vak’adan iki yıla varan hapis cezası alması gündemdeyken, yalancı şahidin gündeme getirilmesi ve sorgulama sürecinin yavaştan alınması gibi nedenlerle süreç akamete uğradı.

Yukarıda dile getirdiğim üzere kısaca bahsettiğim bu hadisenin çok boyutlu ilişkileri içinde barındırdığını belirtmeliyim. MD’in “Bu işi nasıl çözeceğimi size göstereceğim” cümlesi bu noktada anahtar konumunda. Daha önce de benzer konularla karşılaştığını söyleyen MD, anlaşılan o ki, polis başta olmak üzere çeşitli kurumlarla nasıl ‘iletişim kurulacağını’ iyi öğrenmiş olduğu anlaşılıyor. Herhalde aynı yaklaşımını genel sekreter değişiminden sonra Avrupa’da bir havacılık kurumundaki görevi sürecinde de gerçekleştirme kabiliyetini sergileyeceğine şüphe yok. Tabii burada, ne genel sekreterlikten sonra cumhurbaşkanlığı sürecine konu olan kişinin Türkiye Cumhuriyeti Devleti yöneticileriyle ‘ilişkileri’nde gerçek profilinin ortaya çıkması veya yetim projesinin başına kondurulan kişinin fıkıhçı babasıyla olan ilişkisi; ne de bu kişinin üniversiteden başarısızlığı dolayısıyla atılmışlığıyla yetim projesi gibi son derece önemli bir konudaki ehliyetsizliği gibi ‘yolsuzluk’ olgusunun sadece maddi yani parasal (tangible) ilişkilerle ilintili olmadığı, manevi (intangible) boyutlarının da bulunduğunu gündeme getirme gibi bir niyet içerisindeyiz. Burada konu, bir ülkenin ulusal güvenliğini sadece silahlı saldırılar değil, halkını zarara uğratacak tüm girişimlerden korumakla görevi birimlerinin nasıl olup da böylesi önemli bir konuda süreçleri değiştirebilecek yaklaşımlara tabi olduklarıdır.


Bugün, Emniyet Genel Müdürü ataması bağlamında başkent Cakarta’yı sarsan gelişmeler, polis şeflerinin bir orkestra halinde ülkenin en saygın kurumlarından olan ve Suhartolu yılların sonrasında ülke siyasal ve toplumsal yaşamında ‘reform’ çağrılarına bir cevap olarak, tüm yolsuzluk süreçleriyle mücadelede kurumsallaşmanın adı olan ‘Yolsuzlukla Mücadele Kurumu’ (KPK)’yı itibarsızlaştırma ve neredeyse etkisizleştirme çabaları ortada son derece hukuki, ahlaki dejenerasyonların olduğunu kanıtlamaktadır. Bu kurumsallaşmış yolsuzluk olgusunun Açe gibi hem ülkenin İslami yaşamı ile dikkat çeken hem tsunami gibi dünyanın gördüğü en büyük afetlere konu olmuş bir köşesinde adında ‘İslam’ kelimesinin geçtiği bir uluslararası kurumun icraatlarıyla ilgili ciddi iddiaları ‘es’ geçebileceğini 2009 yılından bu yana tanık olunmaktadır. Cakarta’da baş gösteren ve ülkenin en önemli kurumları arasında çatışmaların giderek artmakta olduğu bir dönemde, söz konusu kurumların, yukarıda kısmen zikredilen vakıaya konu olan kurum özelinden hareketle, uluslararası  kurumlarla olan bağlantıları, çıkar ilişkileri, manipülatif yaklaşımları da sadece gazetecilik anlamında değil, akademik ve de dini boyutlarıyla incelenmeye değerdir. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder