27 Aralık 2013 Cuma

Bangladeş Siyasetinde Gerçeklere Bakış / Some Facts in the Politics of Bangladesh

Mehmet Özay                                                                                                       24 Aralık 2013
Seçimlere az bir süre kala Bangladeş’de neler olacağı konusunda farklı görüşler var. Bu süreç, hiç kuşku yok ki, Başbakan Şeyh Hasina’nın son dönem başbakanlığında yani, 2009’dan bu yana neler oluyor sorusuyla irtibatlı. Şeyh Hasina örneğin, ülkede ana akım siyasal yapıların kökleriyle ilgili kayda değer bilgiler açılımlar sağlamasıyla da dikkat çekicidir.
Hasina’nın, Halkçı Parti (Awame League)’in başına geçmesi, zannedilebileceği gibi demokratik rekabetin bir sonucu değildir. Aksine farklı siyasi fraksiyonları içinde taşıması nedeniyle parti içi birliği sağlayamamanın doğurduğu bir zorunluluğun akabinde, bir tür köklere dönüş olarak da kabul edilecek şekilde ordu marifetiyle ortadan kaldırılmış ve ardından idolleştirilmiş babasına referansla kızının parti başkanlığına getirilmesi sürecidir. Bu işin ülke içi siyasal yapılaşmasını ortaya koyarken, Hasina’nın hangi dış güçlerce manipülasyona açık olduğunu da ortaya koymak lazım. Çünkü son birkaç yıldır ülkede sürgit devam eden baskı ve zulüm ortamının salt Bangladeş iç siyaseti ile açıklamak mümkün değildir.
Bu noktada, kuruluş yıllarının ardından ülke yönetimini eline geçiren ve tek parti ideolojisi ile hareket eden babası Muciburrahman’ın öldürülmesi süreci yeniden hatırlanmalıdır. Muciburrahman’ın niçin ve hangi güçler tarafından öldürüldüğü üzerinde uzun uzun durulabilir. Ancak burada sadece özetle şu hususa değinebiliriz. O da demokratik seçimlerle başa geçmiş olan Muciburrahman’ın bir süre sonra ülkede siyasal partileri ve medyayı kısıtladı. Tüm memurların kendi partisine üye olmasını mecbur kılacak denli Sovyet sistemine eklemlenme hevesi taşıyordu. Bu ise giderek tek parti tek adamı misyonuyla hareket etmesinin ibareleriydi. Üstüne üstlük, kendine bağlı özel silahlı birlikler oluşturması da bağımsızlıkta ‘rolü’ olan ordu içerisinde huzursuzluklara yol açıyordu. Ancak öldürüldükten sonradir ki, kurduğu parti mensuplarının bile eleştirilerine hedef oldu.
Bu süreçte, arkasında ordunun olduğu güçler tarafından Muciburrahman, eşi ve üç erkek çocuğu ile saldırıda hayatını kaybetmesinin ardından Hasina’nın neler yaptığı önemlidir. 1981 yılında, dönemin devlet başkanı Ziyaurrahman’ın davetine kadar Hasina’nın kadar Hindistan’da olduğu biliniyor. Bu süreçten bağımsız ele alınamayacak bir diğer husus Hasina’nın ülkeye döner dönmez yaklaşık bir ay içerisinde Ziyaurrahman’ın öldürülmesi hadisesidir. Ziyaurrahman’ın kurduğu Milliyetçi Parti içinde de benzer bir sürecin gündeme geldiği görülüyor. Yani, ortadan kaldırılan Ziyaurrahman’ın yerine kızı Halida Zia parti başına getirilecektir. Bu anlamda ülkenin kısa siyasal tarihinde bu iki kadının mücadelesi şeklinde geçtiğini söylemek mümkün. Ancak bu kadın ‘liderlerin’ partileri içerisinde var oluşlarını  demokratik temayüllerle açıklamak mümkün olmadığı gibi, birbiri yerine Başbakanlık makamına gelirken ki süreçlerinde de pragmatik bir yönelim sergiledikleri aşikardır... Bu sürecin vazgeçilmez aktörü olarak ortaya çıkan Cemaat-i İslami’de partileşmeden ziyade bir sivil/toplumsal hareket öncellendiği görülür. Ancak Cemaat-i İslami ikincil bir düzeyde gördüğü siyasal süreçlerde yer alışında önce parti içinde demokratik yöntemleri ardında da ulusal düzeyde mevcut koşullar içerisinde mümkün olan azami düzeyde demokratikleşmeyi öncelleyen bir siyasi yaklaşımı ortaya koymasıyla belki de bazılarınca ‘ilerici’ denilebilecek bir akıma öncülük ediyordu. Cemaat-i İslami’nin daha 1980’lerden itibaren dillendirmeye başladığı seçim hükümetleri uygulamasına yukarıda zikredilen iki siyasi hareketin liderleri dönemin şartlarına göre destek vermiş veya vermemişlerdir. Bu anlamda siyasi ‘ikiyüzlülük’ malul oldukları açıkça ortadadır. Cemaat-i İslami, ülkenin belki de bağımsızlığı öncesinden başlayan bir anlayışla, siyasi hayatın yolsuzluklara kapı aralayan vechesini iyi okumuş, çatışmadan uzak ve halka arzu edilen liderlik konumunu taşıyacak en iyi mekanizmayı ortaya koymaya çalışmıştır. Öyle ki, Prof. Dr. Gullam Azzam’ın liderliği döneminde seçimler öncesinde ‘geçiş hükümetlerine’ vurgu sürekli gündeme getirilmiştir. Bunun temel nedeni de seçim süreçlerinin iktidar odaklarınca manipülasyona açık yapısıdır. Özellikle bu tür ülkelerin modern tarihinde neredeyse istisnasız denilebilecek süreçler Bangladeş’te de gerçekleşmiştir. Öyle ki, 1991 seçimlerinde geçiş hükümetine yanaşmayan Ulusal Parti lideri Halida Ziya, iktidar oluyordu. Akabinde yani 1995’de, iktidarın nimetlerini gören Halida Ziya, Cemaat-i İslami’nin seçim hükümeti kurulması talebini reddederken, iktidara gelmek için bundan ve Cemaat-i İslami ile ittifak olmaktan başka yol olmadığını gören muhalefette bulunan Halkçı Parti ve lideri Şeyh Hasina, Cemaat-i İslami’nin seçim hükümeti yaklaşımını desteklemiş ve kurduğu ittifakla iktidara taşındı. Aynı süreç, seçim hükümeti uygulaması sonucu Şeyh Hasina iktidarı kaybederken, Ulusal Parti ve Cemaat-i İslami seçim ittifakı iktidara gedi. Cemaat-i İslami’nin nasıl bir rol oynadığını burada iyi tahlil etmek gerekir. Tek başına iktidar ol(a)mayan, belki de böyle bir siyasi hırsdan yoksun Cemaat-i İslami ülkenin mevcut şartlarda en iyi yönetilmesinin yollarını arıyordu. Bu noktada öncellediği sosyal faaliyetleri ile üzerine düşeni yaparken, bir siyasi organizasyon olarak da azami katkısını ortaya koymaktan geri kalmıyordu. Ana akım siyasi partiler diyebileceğimiz Halkçı Parti ve Ulusal Parti’nin neredeyse birbirine eşdeğer oy oranları ki bunu %40 olarak zikretmek mümkün, parlamentoda çoğunluğu sağlamak için mutlak surette bir siyasi ittifak yapmaları gerekiyordu. Cemaat-i İslami bu noktada ortaya çıkıyor, sadece %10’a tekabül eden oy oranıyla değil, belki de bundan da öte ittifak yaptığı partiye katma değer katacak sosyo-siyasi mobilizasyonu üstleniyordu. Bu güçlü yapısı, üyelerinin ‘satın alınamazlığı’ ve güç karşısında ‘tehdit edilemezliği’ ile önemli bir yapıyı oluşturuyordu.
İşte bugün gelinen noktada, Başbakan ve Halkçı Parti lideri Şeyh Hasina, kısaca özetlediğimiz yukarıdaki süreci sona erdirecek ve ülke siyasal yaşamında yeni bir evreye girilmesine neden olacak ‘siyasi karalama kampanyasını’ yürürlüğe koymaya başladı. Temelleri 2006 yılı seçimlerine dayanır. Daha o dönemde Halkçı Parti’nin ordu desteğiyle Cemaat-i İslami üyelerine yönelik baskı ve sindirme operasyonları hapisler ve ölümlerle sonuçlandı. Gene ordunun desteklediği sivil hükümetlerin iki yıllık yönetim ülke siyasal yaşamında rol aldı. 2007-2008 yıllarındaki ordu destekli sivil yönetim sırasında Şeyh Hasina’nın “Bu bizim hareketimizin başarısıdır” açıklaması manidardır. Bu, Halkçı Parti ile ordu arasındaki bir ittifakın varlığını ortaya koymaktadır.
2009 yılı Ocak ayındaki seçimlerin hemen akabinde Şeyh Hasina çoktan hazırlanmış planını icraata geçirme şansı buldu. Ve Cemaat-i İslami’nin önde gelen dokuz liderinin ölüm cezasıyla çarptırılması gibi vahim bir duruma ulaştı. Şeyh Hasina’nın seçimlerde önceden hazırlanmış oylarla ve mevcut seçim sandıklarının sayılmamsıyla gerçekleşen manipülasyona dayanır. Öyle ki, hangi parti’nin kaç sandalye alacağı önceden belirlenmişti. Buna göre Cemaat-i İslami’yeye sadece iki sandalye verildi. Ancak normal şartlarda Cemaat-i İslami’nin 15-20 arasında milletvekillik kazanıyordu. Örneğin, en son en yüksek milletvekili sayısı 18’di. Hasina’nın partisi ise sandayelerin %80’ini kazandı.
Yakın dönemde başlayan ve bugüne kadar devam eden süreç, Cemaat-i İslami ile Ulusal Parti arasındaki ittifakı ortadan kaldırmaya yöneldi. Uzmanların ifade ettiği üzere Şeyh Hasina, Ulusal Parti’ye saldıramazdı. Çünkü Halida Ziya’nın babası, General Ziarurrahman partiyi kurarken ordu güçlerinden destek aldığı hatırlanırsa partinin köklerinin ordu artıklarına dayandığı ortaya çıkar. Cemaat-i İslami’yi kolay lokma yapacağı düşünülen argüman ise hazırdı... Yani bağımsızlığa karşı çıkan bir yapıydı...
Halkçı Parti’nin ülke siyasi haritasını değiştirecek girişimlerinde üç temel hedef vardır. İlki orduda değişiklik yapmak. Çünkü ordu ailesini öldürmüştü. Bu orduya beslenen bir intikamdı ve 2009 şubat ayında paramiliter bölümündeki ayaklanma ile uygulamaya konuldu. 57 üst düzey ordu mensubu öldürüldü.. Kimi gözlemcilerin ifade ettiği üzere Hindistan komandoların yönettiği bir operasyondu. Ordu mensupları vahşice katledildi ve cesetleri kanalizasyona atıldı... Olayı araştırmak üzere üç komisyon -ordu, içişleri ve hükümet kanadından- kurulduysa da raporlar yayınlanmadı. Buna ilave olarak, pek çok asker herhangi bir neden gösterilmeksizin ordudan atıldı. İkinci hedef yargı sistemiydi. Halida Ziya yönetiminin atama yapmadığı 251 yargıç partiye mensup yargı üyelerince dolduruldu. Bu süreçte tek kriter parti mensubu olmaktı. Ayrıca, gene boş olan kontenjanları doldurmak amacıyla 30.000 kişi polis gücüne alındı... Öyle ki, sağlık bakanı bile açıkça parti üyesi olmayanların alınmayacağını aleni olarak dile getirdi. Üçüncü hedef ise muhalefet bloğunu ortadan kaldırmaktı. Bununla, muhalefet ittifakına zarar vermek mümkünse ortadan kaldırmak amaçlandı... Cemaat-i İslami ortadan kaldırılırsa Ulusal Parti siyasi mücadele ortaya koyamazdı... Çünkü Ulusal Parti organize bir yapı arz etmiyor. Ulusal Parti’yi etkisiz kılmanın yolu Cemaat-i İslami’yi ortadan kaldırmaktı. Bunun en kestirme yolu da, Cemaat-i İslami liderlerini ‘savaş suçu’ işledikleri yaftasıyla pasifize etmek veya gerekirse ortadan kaldırmaktı. Şimdi bu süreç yaşanıyor.
http://www.dunyabulteni.net/haber-analiz/284240/banglades-siyasetinde-gerceklere-bakis

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder