11 Ağustos 2013 Pazar

Açe’de Bayram? / Id'ul Fitr and Social Perception of Happiness in Aceh

Mehmet Özay                                                                                                               10 Ağustos 2013

“Açe’de Bayramların kendine has özelliklerinin kayda değer sosyo/dini zenginliklerinden söz etsek de, henüz kalıcı bir ‘bayram sevincinin’ yaşandığını söylemek güç.”

Açe’de Bayram kutlamalarının kendine has bir atmosferi var. Bu atmosfer daha Ramazan ayı öncesi hazırlıklarıyla başlar; Ramazan boyunca bu ayda yoğunlaşan ibadetlerle çevrili bir gündelik yaşama evrilmesiyle şu veya bu şekilde her bireyi sarıp sarmalayan bir hale bürünür; arefe günü ‘meugang’ hazırlığı ve merkez camiler etrafında ve şehir merkezlerinde konvoylar halinde gerçekleştirilen ‘tekbir’, Bayram namazının açık alanlarda kılınmasıyla doruğa çıkar. Oruç gibi sosyal işlevi yüksek ibadetin ve akabinde bayramın bu anlamda Açe’de hakkıyla yerine getirildiğini söylemek mümkün. Açelilerin bu dini hassasiyetlerindeki istikrarı Suharto’nun bile ‘fark ettiği’ söylenir. Malum olduğu üzere, Ramazan ayının ne zaman başlanacağı konusunda Başkent Cakarta’da ihtilafların medyada gündemde yer tuttmaya başladığı dönemde Suharto’nun, “Bırakın taştırmayı da Açelilere sorun” dediği ifade edilir.

Açe halkının kutsal günlere ilgisinin ve katılımının olağanüstülüğüne rağmen, bu olumlu atmosferin yılın diğer aylarına yayıldığını söylemek güç. Bunda, tüm potansiyeline rağmen, Eyalet ekonomisinin halkın geniş kesimlerine içine alacak bir yapılanmasının gerçekleştirilememiş olmasının rolü büyük. Bu nedenle, bu Bayramı öncekilerden farklı kılan bazı hususlara dair kimi gözlemlerimizi burada paylaşmakta yarar var. Bunlar arasında Bayrak Kanunu’nun halen sürüncemede bırakılmış olması, 2014 yerel ve ulusal seçimlerine aylar kala adayların ‘Kur’an okuma testi’ ve seçim kampanyasına başlaması vb. yer alıyor. Hiç kuşku yok ki, bu hususların belki de önüne geçen bir olgu var ki, o da Açe ekonomisinin tüm potansiyel imkânlarına rağmen, kendi ayakları üzerinde durması konusunda çabaların henüz tatminkâr düzeylere ulaşmamış olması. Ekonominin saç ayaklarından olan Eyalet Bütçesi’nin sağlıklı bir şekilde uygulamaya konulamaması nedeniyle bu bütçeye endeksli yerel kalkınma odaklı yaklaşımların da aksamasına neden oluyor.

Zaman zaman Cakarta merkezi hükümetinden ilgili bakanların Açe’ye yaptıkları ziyaretlerle potansiyellerin hayata geçirileceği bağlamında bir ‘umut ışığı’ belirse de verilen vaadlerin yerine getirilememesi halk nezdinde güvenin sarsılmasına yol açıyor. Buna rağmen, Açe yönetiminin çabalarının ısrarla devam ettiğini de söylemek lazım. Bunun en son örneği, Merkezi Hükümet’te ekonomiden sorumlu koordinasyon bakanı olan Hatta Rajasa’nın bayramdan iki gün önce Kuzey Açe’nin önemli şehri Lhokseumawe’yi ziyaretiydi. Ziyaretin nedeni, bölgenin en önemli limanının uluslararası ticarete konu olacak yapılandırılması çalışmalarına hız verilmesiydi. Özel uçağıyla Lhokseumawe’ye gelen Hatta Rajasa, Vali Yardımcısı Müzekkir Manaf eşliğinde ilgili kurumları ve limanı ziyaretinin arzu edilen somut sonuçları doğurup doğurmayacağını zamanla göreceğiz.

Bu bağlamda Açe ekonomisindeki gelişmelerin iki dayanağı olduğuna değinmek gerekir. İlki 26 Aralık 2004’deki deprem ve tsunami sonrasında dört yıl faaliyet gösteren ve özel yetkilerle donanmış yeniden yapılandırma kurumunun özellikle alt-yapıların geliştirilmesi bağlamındaki girişimleri. Dört yıl boyunca ‘tsunami ekonomisi’ adını verebileceğimiz bir olgunun ortaya çıktığını söyleyebiliriz. Bu ekonomi içerisinde ulusal ve uluslararası kurumların kimi kısa kimi uzun vadeli ‘ekonomi’ öncelikli programlarının katkısı büyük rol oynuyor. ‘Tsunami ekonomisinin’ yardım faaliyetleri çerçevesinde neden olduğu bazı olumsuzlukların başında gelen enflasyonun sorununun bugüne kadar üstesinden gelinebilmiş değil. Bu olağandışı ekonomi faaliyeti içerisinde ‘yolsuzluk ekonomisinin’ de azımsanmayacak bir yeri olduğuna zaman zaman değiniyoruz. Bu hususta sadece iç aktörlerin değil, kimilerinin hiç ummayacağı şekilde dış aktörlerin de kayda değer rol oynadıkları ve bu rolün halen çeşitli boyutlarda devam etmekte olduğunu hatırlatalım. Bunu, tsunaminin onuncu yıl dönümünde detaylı bir şekilde tartışma fırsatı bulacağımızı şimdiden haber vermek isterim.

İkincisi ise, 15 Ağustos 2005 tarihli Helsinki Barış Anlaşması’nda Açe’de ekonomik kalkınmaya atıf yapan ilgili maddeler. Bu anlamda, Anlaşma çerçevesinde Açe’ye ne gibi haklar verildiği , bunlar içerisinde ekonomik kalkınmada hangi alanlara odaklandığını anlamak için anlaşma metnini tekrar tekrar okumak ve yorumlamak gerekiyor. Aradan geçen dokuz yıl gibi bir süre zarfında Açe’de çok önemli değişimleri beklemek mümkün olmamakla beraber, yönetimde yaşanan değişimler; mevcut insan potansiyeli gibi faktörler dikkate alındığında henüz kayda değer önemli girişimlerin de ortaya çıkarılamadığı bir gerçek. Yukarıda değinilen Hatta Rajasa’nın çokça gecikmiş ziyaretinin de bu çerçevede ele alınması gerekiyor.

Bu olumsuzluklara rağmen, Açe Eyaleti’nin ekonomik olarak neye ‘muktedir’ olduğunu, bununla birlikte Açe halkının nelerden mahrum bırakıldığını göstermesi açısından bir örnek üzerinde durmakta fayda var. Lhokseumawe şehri 1970’li yılların başında işletmeye açılan petrol ve doğalgaz üretimi nedeniyle ‘petro-dolar’ lakabıyla anılan bir şehir. Amerikan kuruluşu olan Exxon-Mobil ortaklığında işletilen ve gelirlerinin Amerika ve Cakarta’ya aktığı bu önemli ekonomik etkinliğin Açe’ye herhangi bir katkısı olmadığını tarih çoktan yazdı bile. O yıllardan bu güne Açe’de köprülerin altından epeyce su akmasına rağmen, Açe halkı ne petrol gelirlerinden ne de potansiyel olarak sahip olduğu diğer zenginliklerden payını alabildiğini söylemek güç. Zaten bu nedenledir ki, Özgürlük Hareketi’ni (GAM) doğuran çoğul faktörler arasında ekonomi alanında petrol gelirlerinden mağduriyet öne çıkıyordu. Buna ilâve olarak, kimi gözlemciler, Lhokseumawe ve çevresindeki petrol rezervlerinin kurumaya yüz tutmasının merkez yönetimini Barış Anlaşması’na  imza atmaya sevk eden faktörlerden biri olarak değerlendirmesi de hayli ilginç.

Açe halkının ekonomik zenginlikten bir türlü istifade edemeyişini veya nelerden mağdur bırakıldığını bir gözlem üzerinden ifade etmek mümkün. Lhokseumawe’deki Arun Petrol Tesisleri’ne bağlı lojmanlar şehrin tam ortasına konuşlandırılmış olmakla birlikte, tahmin edilebileceği üzere lojman sakinleri dışında girişlerin ‘yasak olduğu’ bir bölge. Yakın döneme kadar lojmanların tümü Batılı çalışanlara hasredilmiş konumdaydı. Yukarıda ifade edildiği üzere, üretim kapasitesinin büyük ölçüde bitmesiyle birlikte artık ortalıkla ‘beyaz’ çalışan görmek mümkün değil. Lojmanlar, mimari itibarıyla altmışlı yılların gelişmekte olan Amerikan şehirlerinin çeperlerinde yapılanan ‘uydu kentleri’, kimi açılardan da Batı üniversite kampüslerinde öğretim görevlilerinin kaldığı lojmanları hatırlatıyor... Bu anlamda, geniş caddeleri, tek katlı-bahçeli müstakil evleri, alış veriş merkezi, stadyumu ve golf sahasına kadar imkânlarıyla küçük bir Amerikan kasabası dense yeridir. Tabii bu imkânlar bölgenin özellikle Cava kökenli ‘siyasi, idari ve ordu elitinin’ de içinde olduğu ‘beyazlara’ eklemlenmiş bir seçkinci gruba da hizmet ediyor(du). Burada vurgulamak istediğim, yarım yüzyıla yaklaşan geçmişine rağmen, Açe halkının bu önemli işletmeden bir türlü istifade edebilmesinin yolunun açılmamasıdır. Bir de etrafı çitlerle çevirili bu kompleksin yanı başında neler olup bittiğine bakalım. Bu sınırın bir yanında yer alan ‘Ujong Pacu’ Köyü (Kampung Ujong Pacu) boydan boya geçen ve köyü çevreleyen tarlaları ikiye kesen Geukuh Nehri (Krueng Geukuh)’ne rağmen, başta çeltik tarlaları olmak üzere tarım faaliyetlerinin sulama imkânlarına konu olmaması. 

Aynı Belediye sınırları içerisinde olmakla birlikte, bu iki mekânın birbirinden sosyal, kültürel ve ekonomik ayrımının kasıtlı bir sürecin sonucu olduğuna kuşku yok. Geniş bir tarım sahasına sahip bu bölgedeki köylüler kendi olanakları ve çabaları ölçüsünde istifade edebildikleri sulama çabasının ötesinde, ürünlerinin kalitesini artırma, ulusal ve uluslararası pazara ulaştırma süreçlerine ulaştıklarını söylemek güç. İlgili devlet kurumlarının ve Açe’de bunlara bağlı müdürlüklerin, düne kadar çatışma olgusunu öne sürerek araya mesafe koydukları bu ve benzeri üreticilere barış döneminde de ne kadar ulaşabildikleri konusunda ciddi kaygılar var. Bizzat kendileriyle görüştüğümüz çiftçilerin dile getirdiği bu sıkıntıları paylaştığımız üst düzey yöneticiler de yapısal sorunları aşmak için, özellikle Eyalet’teki müdürlüklerde önemli reformların ve insan kaynaklarının ciddi bir şekilde gözden geçirilmesi konusunda hem fikir. Ancak bu konuda henüz bir siyasi ve kamu yönetimi iradesinin ortaya çıkmadığı da bir gerçek. Bunda kimi Eyalet içi açmazların varlığı göz ardı edilemese de, büyük ölçüde Cakarta odaklı yapılanmaların yönlendiriciliğinin kayda değer bir rolü var.

Açelilerin dini algılarının ve bunun pratikteki zenginliğinin neden olduğu toplumsal birliği daha da pekiştirecek ve bunu benzer düzeylerdeki toplumlara örnek kılacak bir ekonomik yapılanmaya olan ihtiyaç bugün kendini çok daha güçlü bir şekilde hissettiriyor. Halen geçiş sürecinde bir toplum olma özelliği sergileyen Açe’nin, bu süreci en az hasarla atlatmasında siyasi ve ekonomi bağlamlarında Eyalet’e verilen hakların pratiğe geçirilmesi büyük önem taşıyor. Halkın beklentisi bu yönde. Peki ya Cakarta’nın?

http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=270416

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder