16 Ağustos 2012 Perşembe

Arakan’ın Erdem Beyazıt’ı Dahi Yok!


Mehmet Özay                                                                                                               15 Ağustos 2012

1980’lerin ilk yarısı bitmiş... Üniversite yıllarımız... Ankara Bentderesi’nde onbeş katlı Refah Apartmanı’nda kalıyoruz. İkinci ve üçüncü katlar öğrencilere yurt olmuş... Üst katta bir abi var, yaşı elliye yaklaşmış... Afgan cihadına gitmiş... Hikâyelerini dinliyoruz... Savaş sırasında gerçekleşen mucizeleri... Tam o günlerde yanılmıyorsam Erdem Beyazıt’ın Afganistan’a Ağıt’ıyla tanışıyorum... Kasetli dönemin başlarıydı herhalde... Dergilerde de çıkmıştı bu ağıt... Bugünlerde Arakan’ı ‘okumaya çalışırken’ birden fark ettim, dedim ki kendi kendime ‘Arakan o kadar yoksun ki, bir Erdem Beyazıt’ı bile yok, ağıt yakacak.” Ağla Arakan ağla, kaybettiklerine, seni unutanlara, unutturanlara, hatırlamayanlara ağla... Ağla ki, Erdem Beyazıt yok, sana ağıt yaksın... Ağla Afgan dağlarında çığlığını duyacak bir garip Müslüman dahi yok...

Dedim ya, bir süredir Arakan’ı anlamaya çalışıyorum. Ulaştığım metinlere, bölgeyi yakinen bilenleri sorularımla hırpalıyorum. Tam bu sırada Singapur’da bir akademisyenle tanıştım... Harika metinler kaleme almış. Anak bir tanesi çok ilginç... Arakanlı mültecilerin varoluş mücadelesini edebiyat, sanat bağlamında irdeliyor. Saha çalışmasına konu olan araştırması sırasında, Bengaldeş sınırında şu günlerde adı çokça geçen kamplardan bazılarını ziyaret etmekle kalmamış, zulümden köşe kucak kaçarak ormanın bir köşesine ilişmiş annelerle çocuklarla yüzleşmiş.

Öyle ya, mülteci bir yerden bir yere zorunlu göç etmiş kişidir. Ancak göçe neden olan hadiseler, ana yurdundaki yaşam elbette belleğinde derin izler bırakmış, tıpkı yaşadığı işkenceler, zulümler gibi... Belki de böylesi anlarda insan karşı karşıya kalır belleğiyle, hem de tüm açıklığıyla... Arakanlılar da pek de kimseden bulamadıkları duyuşu, okşayışı, hissedişi benliklerini tazeleyerek hayatta kalmaya, diri durmaya çalışıyorlar. Tarafınızdan “Nedir araçları peki?” diye sorulacaktır elbette. Araçları şiirler (tarana), ağıtlar ve de resimler... Bu insanlar her şeyden yoksun oldukları gibi onlarca yıldır bildik anlamda formel eğitimden de yoksunlar. Ancak bu ‘cahil’ olduklarını ortaya koymaz. Hayatı okuma, anlama biçimleri ve yaşamlarını bununla bileme iradesine sahipler. Naf Nehri’nin kuzeyi ve de güneyi düşman olmuşken Arakanlılara, ne diyelim dünyada bir tür ‘Araf’ı maddeden yaşarken nasıl sürer hayat onyıllarca kampta.

Bu şiirler, ağıtlar ve resimler süreklilik arz eden zulme sessiz başkaldırıyı temsil eder aynı zamanda... Topu silahı olmayan bir toplumun, varlık aleminde kaybolmamacasına verdiği mücadelede şiirdir ağıttır onu yegâne ayakta tutan...

İşte bu ağıtlardan biri... Ne kadar mümkündür çevirisi bilemem... Ancak bir nebze olsun belleğimizde yer etsin istedim.

Rohingya Ağıtı:  “Hayatımız ağlayarak geçti”
Günlerimiz geçti göz yaşlarıyla
Burma’da Magh’ların zulmüne maruz kalarak
Ana yurdumuzu terk ettik
Zalim devlet korkusuyla
İlkokul mezunu Magh’lar yönetici olmuş, ellerinde sopalar
Biz se, diplomalı sebze satıcısı
Niçin ölmeli kundaktaki bebeler, yavrular
Evimizi yurdumuzu terk ettik
Zalim devlet korkusuyla...

Bu ağıtta Arakanlıların yaşadıkları temsil etmesi anlamında “zulüm” (dor) kelimesinin sekiz defa tekrarlandığı görülür. Zulüm devletin sivil kanadından, asker kanadından yetmezmiş gibi, aynı ırka mensup Budist Maghların bir başka adıyla Rakhinelerin kıyımıyla da ortaya çıkar. Zulüm ki, her çeşidiyle musallat olmutur Arakanlılara... En temel insani değerlerden sayılan ne sosyal, ne dini ne de ekonomik varlıklarına izin vardır ana vatanlarında.

Bu ve benzeri şiirler yaşananlara bir itirazken, bir yandan da hayata tutunmanın geleceğe umutla bakmanın aracı kılınırlar bellekleri yenileyerek.

Kamp yaşamının belli zaman aralıklarında, özellikle Dolunay’da çadırlarının önünde küçük gruplar halinde biraraya gelen Arakanlılar ağıtlarını yakarken, geleneksel müzik enstrümanları olan juri ve tobla’yı da eksik etmezler... O enstrümanlar ki, ruhun en ince derinlikleriyle irtibatı kuran mucizevi araçlar....

Bir de çizimler var tarih yapan... Anayurtlarında maruz kaldıkları zulmü sergileyen. Dev sanat eserleri değil, zaten bundan da bahsetmiyoruz... Ancak bir kaybolmaya yüz tutmuş bir toplumun kendi tarihini yazışıdır bu resimler. Yemyeşil verimli topraklarda yaşam sürerken baskına, ayrımcılığa maruz kalarak durağan yaşamlarından koparılıp, Pol-potları andıran barınaklara tıkılmaları öykülenir bu resimlerde... Askerlerin ve Rakhinelerin nasıl işkence ettikleri...

Not: Bu yazıya konu olan çalışmasını kullanmama izin verdiği için Farzana’ya teşekkür ediyorum.

http://www.dunyabizim.com/manset/10706/arakanin-bir-erdem-bayaziti-dahi-yok.html

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder