16 Ağustos 2012 Perşembe

Cakarta Kime Emanet?


Mehmet Özay                                                                                                                9 Ağustos 2012

Cakarta yeni valisini seçmek üzere... Toplam 6.9 milyon kayıtlı seçmenin bulunduğu Cakarta’da seçimler için dörtü siyasi parti ikisi bağımsız olmak üzere altı aday başvurdu. Temmuz ayında yapılan birinci tur seçimlerde en çok oyu eski adıyla Surakarta yeni adıyla Solo Belediye Başkanı Jokowi Widodo (%42.6) ile son beş yılın valisi Fauzi Bowo (%34.5) aldı. Bu iki aday, 20 Eylül’de yapılacak ikinci tur seçimlerde trafik, konut, sel baskınları, eğitim vb. sorunlarla boğuşan Cakarta’da “iktidar” olabilmek için yarışacaklar.

Hemen yeri gelmişken belirteyim, elenen adaylar arasında Hidayat Nur Vahid de bulunuyor. Kimdir Hidayat Nur Vahid? Suharto sonrasının reform döneminde (1999) siyaset sahnesine çıkan pek çok İslamcı partiden biri olan Adalet ve Kalkınma Partisi (PKS)’ın kurucu başkanlarından. Türkiye’de de bazı kesimlerin takip ettiğini dikkate alarak kısaca bu gelişme çerçevesinde PKS’in duruşuna bir bakalım... Nur Vahid’in Cakarta gibi önemli bir şehirde valilik yarışını hele hele ilk turda kaybetmesi PKS’in politikalarını yeniden gözden geçirmesini gerektirecek boyutta. Hatta, Nur Vahid’in, bir önceki devlet başkanlığı seçimlerinde başarısız olmasının ardından Cakarta’da da saf dışı kalması, PKS adına ikinci büyük darbe olarak değerlendirilebilir. Yakın zamana kadar merkez siyasette önemli rol alacağı düşünülen ve özellikle şehirlerde güçlü olduğu izlenimi veren PKS’in bu kaybının ardında elbette önemli nedenler var. Bu konuyu hususi bir yazıya konu edeceğimizi belirterek Cakarta Valilik seçimlerine dönelim.

İkinci turda yarışacak iki adayın kimi özellikleri üzerinde durulmaya değer. Fauzi Bowo, Betawi’den, yani Cakartalı ve devlet başkanı Susilo Bambang Yudhoyono’nun başında olduğu Demokrat Parti adayı. Bu yönüyle adaylığının güçlü bir yanı olduğuna kuşku yok. Kendisinden önceki vali -eski general- Sutyoso’nun yardımcılığını yapmasına rağmen, yaptırım gücü sınırlı olması nedeniyle yöneltilen eleştiriler karşısında duramayan ve palyatif çözümlere yönelen bir isim olarak adlandırılıyor kimilerince. Tabii bunda eski patronu Sutyoso’nun direngen kişiliği ile karşılaştırılmasının rolü göz ardı edilemez. Elitist bir duruşu olduğu ifade edilen Fauzi’nin halk nezdindeki popülaritesinin bir diğer yönü ise kamu çalışanlarına “sahip çıkarak” ya da bir başka ifadeyle kamu çalışanlarına “bağlılık göstererek” merkezi hükümetten daha fazla maaş vermesi... Tabii bu politikanın yürürlükte olabilmesinin temel şartı olarak, şehir bütçesinin “temiz ellerde” bulunduğu izlenimi veriyor... Geçen beş yıl zarfında Cakarta’yı rehin alan sel, trafik, konut sorunları ile ne kadar boğuşabildiği şüpheli olan Fauzi, Endonezya siyasetinin önemli safhalarından biri olan Cakarta için çeşitli siyasi partilerin desteğini alma uğraşında. İkinci turda İslamcı partiler olarak da bilinen PPP, PAN’ın yanı sıra, Golkar ve Hanura gibi “devlet partilerinin” desteğini almış gözüküyor. Aslında bu hesaplar, merkez siyasette birlikteliğin valilik seçimine yansımış hali gibi gözüküyor.

Solo eski Belediye Başkanı Jokowi, Megawati Sukarnoputri’nin başında bulunduğu Endonezya milliyetçi partisinin adayı. Her ne kadar söz konusu parti son dönemde ülke genelinde başarılı olamasa da, Solo gibi Doğu Cava gibi güç merkezlerinden olması nedeniyle dikkat çekiyor. Ancak Jokowi’yi öne çıkaran unsur, siyasi parti bağlılığı değil, aksine sergilediği belediyecilik sayesinde sadece kendi kentinde değil, Cava Adası’nda adından söz ettiriyor olması. Örneğin, yoksul ailelerin çocuklarının eğitimine önemli katkı sağlayan “Akıllı Kart (kartu pintar) ve gene benzer kesimlerin sağlık hizmetlerinden faydalanmasına yönelik “Sağlık Kartı” (kartu sehat) gibi dar gelirlileri gözeten politikaları ve icraatları ile Solo’daki son seçimlerde %98 gibi inanılmaz bir oy oranı alarak başkan seçilmişti. İlk tur seçimlerde aldığı yüksek oy oranı dikkate alındığında Jokowi’nin şansı yüksek gözüküyor. Her ne kadar, Fauzi’yi destekleyen siyasi partiler çoğunlukta olsa da, Cakartalı seçmenlerin siyasi partilerle arasının hiç de “sıkı fıkı” olmaması nedeniyle valilik seçiminde siyasi partilere değil, adayların niteliklerine bakacağı vurgulanıyor. Pek çok sıkıntıyla yüzleşen dar gelirli Cakartalıların bu seçimi fırsat bileceklerine hiç kuşku yok.

Cakarta seçimleri ile ilgili bir diğer önemli gelişme, Valilik seçimlerine bağımsız aday katılımının ilk defa gerçekleşiyor olması. Bu, Cakartalılara verilen  bir imtiyaz değil. Pek çok kez dile getirdiğimiz üzere, Açe’de işlerlik kazanan siyasi gelişmelerin ülke başkentine yaptığı doğrudan bir ‘katkı’ olarak değerlendirilmeli. Açe’de olan biteni yakinen takip eden Endonezya’nın diğer eyaletlerindekiler, “Açeliler valilerini seçiyorlar da, biz niye seçemiyoruz” söylemini dillendirirken, nihayet beş yıl sonra Cakartalılar da valilerini seçme hakkı kazandırdı.

“Özgürlükçü” bir atmosferde geçen kampanya ve seçim sürecinin kentin dev problemleri karşısında tebessüm ettiren bir yönü olduğuna kuşku yok. Aşağıda detaylarına değineceğimiz üzere, mega kent hüviyetindeki Cakarta’nın sorunlarına yaklaşımda pek de sağlıklı işlerliğin olmamasının, merkezin yaptığı atamalarla bir ilintisi de sorgulanmayı hak ediyor. Mega kentin önemli bir kesim için önemli maddi getiri kaynağı olduğu dikkate alınırsa, atamaların bir dizi ilişkilerin sonucu olduğuna kuşku yok... Bu nedenledir ki, gündelik kent yaşamında sorunlarla doğrudan muhatab olan geniş kitleler nisbeten merkez dışı ve de başarılı olmuş bir adayı göreve getirmesi kuvvetle muhtemel.

Endonezya modernleşme projelesinin görünür yüzünde yer alan başkent Cakarta, özellikle içinde yer aldığı Cava Adası’nın simgesi olduğu kadar, maddi anlamda, yüzölçümü küçük ancak nüfusu kabarık Ada’da önemli göç alan bir kent. Bu anlamda, Cakarta dediğimizde akla tıpkı Mexico City, Sao Paolo, Kahire, Mumbai, gibi dünyanın en kalabalık ve yaşanması en zor şehirlerinden birinin geldiğine kuşku yok. Önümüzdeki yıl kuruluşunın 486. yıldönümünü kutlayacak olan kent, üç yüz yılı aşkın bir süre Hollanda sömürgeciliğine başkentlik etmiş, modern Endonezya Cumhuriyeti ‘nin 1947’de başlayan serüveninde, özellikle kalkınmanın babası lakaplı Yeni Düzen’in “kralı” Suharto’nun ülkeye egemen olduğu yıllarda kent kalkınma hamlelerinin en yüksek oranda gerçekleştirilmesine tanık oldu. Ancak bu geçmiş, kentte uzunca bir süredir kendini ortaya koyan sorunların üstesinden gelinebildiği anlamı taşımıyor. Sömürge kelimesi her ne kadar tüm etimolojik anlamıyla olumsuzluğa atıf yapsa da, Batı Avrupa’nın kent girişimciliğinin doğudaki yansıması olarak bugüne neler kaldığı şüphelidir. Öte yandan, modernleşme süreçlerinin en kaçınılmaz ve görünür kesimini teşkil eden kent yapılaşmacılığı Cakarta’ya ne kadar uğradığını da sorularımızı ekleyebiliriz.

Her büyük şehrin, özellikle de mega başkentlerin yöneticilerinin seçimlerinde adayların görkemli projeleri kent halkına sunmaları kanıksanmış bir gerçektir. Bundan Cakarta’yı azade tutmuyoruz. Ancak verilen her sözün ya da sözlerin büyük bir bölümünün hayata geçirilmesindeki kısırlık salt yöneticilerin ehliyetsizliği ile açıklanamaz elbette. Özellikle son dönemde interaktif yaşam süreçlerinin giderek gündemde yer işgal ettiği düşünülürse, kent varlığında yer alan bireylerin önemi yadsınamaz. Cakarta bağlamında da, kentin özellikle Cava Adası’ndan aldığı geniş iç göçün doğurduğu karmaşa, zamanla eğitim, uluslararası ticaret, turizm vb. ögelerin katkısıyla kozmopolit bir yapıya evrildiği dikkat çekiyor.  

Zaman içinde giderek kabaran nüfusun ihtiyacını karşılamaya yönelik talepler, çözüm önerileri ve adayların vaatlerinin ne kadarının gerçekleştirildiği aslında sadece Cakarta ile sınırlı değil. Cakarta’yı yönetebilme iradesini söylem bazında ortaya koymuş olan siyasi partiler ve liderler işin realite kısmında sergiledikleri başarısızlık ile belki de ülkenin diğer alanlarındaki sorunların başkent boyutunu ortaya koyuyorlardı. Ne demek istediğimizi izah babında yakın geçmişteki gelişmelere şöyle kısaca bir göz atalım.

1980’li yıllarda önemli iç göç alan Cakarta’nın trafik probleminin çözümü için önerilen raylı sistem, ülke siyasetinde baskın bir lobi gücüne sahip Japon otomobil şirketlerinin müdahalesiyle ortadan kaldırıldığı biliniyor. Akabinde Suharto’nun otobanlar, üst geçitleri kapsayan inşa dönemi başladı. Bu rekabette, ülkenin araba ihtiyacını karşılamak üzere önerilen “milli otomobil” projesi de bizzat Suharto’nun oğullarından birinin Güney Kore firmalarından birinin üretim hakkını almasıyla akamete uğradı... İşte o gün bu gündür kentin kamu taşımacılığının üstesinden gelinmesi bir yana, içinden çıkılmaz bir hâl aldığını Cakarta’ya yolu düşenler bilir. Kentin Suhartolu yıllarda aldığı darbenin bir diğer boyutu önceliklerle ilgili. Suharto, orta sınıf kalkınmacılığını tetiklerken, dar gelirlilerin ve onların yaşam alanlarını göz ardı etmesi, örneğin süreklilik arz eden sel baskınlarından en çok bu kesimlerin etkilenmesine yol açar. 

Son on yıldaki gelişmelere örnek vermek gerekirse, 2000’li yılların başlarında hafif raylı sistem inşaası girişiminin pek çok badirenin ardından hayata geçirilemeyerek, 2008’de projeden vazgeçilmesi gösterilebilir. Bugün ise gündemde hızlı otobüs projesinin yaygınlaştırılması projesi gündemde. Bir diğer örnek ise 2000’li yılların ikinci yarısına ait... Proje kentin merkezinden ve çeperinden geçen 13 nehrin aktif ulaşıma açılmasına yönelikti. 2007 yılında, yaklaşık 21 milyon Dolarlık bütçe ile başlayan proje başarısızlığa maruz kalarak iki yıl sonra vazgeçildi. Bunun temel nedenini tahmin etmek güç değil. Yeri gelmişken Cakartalıların bildiği bir ifadeyi paylaşayım... Malezya’nın başkenti Kuala Lumpur’da 3km otoban maliyeti ile Cakarta’da 1km otoban inşa ediliyor. Karşılaştırmanın boyutu, kaynakların kullanımı, gelişmişlik, temiz yönetim vb. bağlamlarla yakından ilgili değil mi? Hele bir de daha geçen gün ulusal yolsuzlukla mücadele biriminin açıkladığı üzere son dört yılda medyada çıkan yolsuzluk haberlerinin yüzde beşbin (%5000) artış gösterdiği dikkate alındığında yerel yönetimlerin bundaki payını hesaba katmak gerekir. Öyle gözüküyor ki, uluslararası Transparency International’ın ülkenin en önemli açmazı olan yolsuzlukla mücadelede üstesinden gelmesi gereken daha çok iş var.

Bir de siyasi husumetler var ki, Cakarta yönetimi bağlamında bir türlü aşılabilmiş değil. Örneğin, kentin alt yapı sorunlarının çözümü için merkezi hükümetin tahsis ettiği bütçelerin bir türlü hakkıyla kullanılamaması valilerin siyasi popülarite kazanarak öne çıkmalarının istenmemesiyle açıklanıyor. Nihayetinde merkezle yerel yönetim arasındaki bu çekişmenin faturası elbette ki doğrudan halka yansıyor.

Özellikle su yollarının kullanımının bir türlü hayata geçirilememesi kentin önemli bir baş ağrısı ile yakından ilintili. Yani Cakarta’yı bu imkânı kullanmaktan mahruz bırakan husus, kente akın eden kırsal nüfusun öncelikli yerleşim yerleri olarak nehir kenarlarını seçmesi ve aşırı nüfuslanmış kentin tüm atıklarının söz konusu bu nehirlere boşaltılmasıdır. Aslında yukarıdaki son örnek bu dev şehrin karşı karşıya kaldığı problemi bir başka boyutuyla ortaya koyuyor. Bu örnekte açıkça görüldüğü üzere, tarihte önemli işlev görmüş su yollarının günümüz gelişmiş teknolojik olanaklarına rağmen kullanılamaması kent yönetiminin karşı karşıya kaldığı sorunların karmaşıklığını sergilemesi açısından dikkat çekici. Son birkaç yıldır ise, bir yandan sayıları giderek artan yabancı çalışanlara ve turistlere şirin görünmenin yolu, öte yandan şu veya bu şekilde varlık gösteren eğitim sayesinde çevrecilik konseptinin gelişmesinin bir ürünü olarak “özel bisiklet hattı” çalışmasının da yukarıdakilere benzer bir akamete maruz kalmasıdır. Kaldı ki, varsılların araba lüksünden vazgeçmeyecekleri, yoksulların ise tropik güneşi ve neminde kalitesiz bisikletlerle yol alarak kan-revan içinde kalmak istemeyecekleri dikkate alınırsa bu projenin daha baştan işe yararlığı şüpheli olduğu görülür.

Muson yağmurları döneminde kentin sık sık sele maruz kalması da bir başka husus. Her ne kadar, Hollandalılar, kenti geniş kanallarla donatmış olsalar da, bugünkü yapılanma içerisinde ihtiyacı karşıladığı söylenemez. Düz bir satıhta gelişme gösteren kent, özellikle Bogor gibi dağlık bölgelerden doğan nehirlerin taşmasıyla “ulusal afet” bölgesi haline dönüşüyor.

Burada ülkenin dini aidiyetini dikkate alarak başkentteki dokuya dair birkaç cümleyi esirgemeyelim. Halkı Müslüman olan bir ülke ve devlet otoritelerinin, yeri geldiğinde övünmekten geri durmadıkları İslami kimliği ve nüfus kalabalığı ile İslam kültür coğrafyasının doğudaki önemli kalelerinden biri olması yönündeki beklentiler bugün karşı karşıya kaldığımız kent gerçekliğiyle örtüşmüyor. Cakarta dendiğinde kültür aidiyetine dair akla gelen herhangi bir yapı bulunduğu kolay kolay söylenemez. Kimileri “İstiklal Camii” diyor, biliyorum...  Ancak o da tarihi kiymeti harbiyesi olmayan, bağımsızlığı ve de ulus-devlet kuruluşunu temsil makamında bir yapı o kadar...  Bir başka vecheden ele alındıkta, bu cami, sonraki yıllarda Suharto’nun “devlet kontrolünde İslamileşmenin” uzantısı olarak devlet hiyerarşisinde “işlev verdiği” İslami dokulara belki bir ilk teşkil etme makamında. Öte yandan, kentin yüzyıllar boyunca Protestan Hollanda sömürgeciliğine konu olması da, özellikle kırsalda varlığını gösteren İslami kültürel dokunun başkent Cakarta’ya yansımadığı şeklinde bir yorumu da olanaklı kılıyor.

Bir yandan kanıksanmış trafik, sel, konut vb. sorunlar, öte yandan ülkenin son yıllarda tanık olduğu ekonomik gelişmişlikle birlikte yatırımlar ve sayıları artan orta sınıfın ideallerini gerçekleştirme arzusu genişleme sınırlarını çoktan doldurmuş Cakarta’nın yeni valisinin görevinin hiç de kolay olmadığını gösteriyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder