7 Temmuz 2023 Cuma

Filipinler’in Malaylılığı meselesi / The Philippines and the issue of their Malayness

Mehmet Özay                                                                                                                            06.07.2023

Filipinler denildiğinde aklımıza ne geldiği meselesi, bu ülkeye ve bu ülke toplumuna neden ve niçin ve nereden baktığımızla bağlantılıdır.

Genel bir ifade olarak, akademi dünyasının ve medyanın Filipinler’in içinde bulunduğu coğrafyayı ‘Doğu Asya’ olarak tanımlama eğilimi, coğrafi bilgimizin keskinleşememiş ve gelişememiş olmasına yorulabilir.

Bu noktada, şunu ifade etmekte yarar var ki, Filipinler’den bahsederken, tıpkı Endonezya gibi geniş bir Adalar topluluğu olduğunu hatırlamak gerekir.

Bir yandan Borneo veya Kalimantan Adası, öte yandan Sulavesi ile kesişen veya sınır teşkil eden yapısı Filipinleri bilinen tarih boyunca Endonezya/Malay Takımadaları ile ilişkili kılmıştır.

Sömürgeciliğin yanıltıcı etkisi

Bunun dışında, Filipinler’i modern dönemin getirdiği ilişkilerin ve yakın dönem sömürgecilik bağının bir sonucu olarak bir tür Amerika Birleşik Devletleri’nin uzantısı olarak görenler de olabilir.

Ya da, tarihsel olarak biraz daha geriye gidilirse, karşımıza Katolik İspanya’nın çıktığı görülür, ki bunun en azından ‘Filipin’ ile İspanya kralına atıfla, ‘Philip’ adının benzerliğine yorulmasında, kendinde bir doğallık olduğu söylenebilir.

Veya Filipinler detayında bilgi sahibi azınlık ilgili grubun zihninde İspanya’nın varlığını ülkenin güneyindeki Adalar’daki Müslüman topluma ad teşkil eden ‘Moro’ ile irtibatlandırmak da mümkün.

Geniş antropolojik birlik

Filipinler’in tıpkı bölgedeki diğer ülkeler gibi etnik zenginliğe sahip olan bir yapısının üzerinde durulduğunda, bu ülkenin ve halkının, kendi Takımadalar grubunun ötesinde ve dışında daha geniş bir antropolojik ve sosyolojik bir evrene ait olduğunu söylemek gerekir.

Bu evren geniş Malay dünyası olarak adlandırdığımız gerçekliğe tekabül ediyor. Manila’dan misafir olarak gelen Dr. Fernando Santiago’nun geçen gün ISTAC’da yaptığı konuşma bize bu gerçekliği bir kez daha hatırlatması açısından önemliydi.

Kendisi bir Katolik Filipinli olmasına rağmen, yukarıda dikkat çektiğim üzere, Katolikliği bölgeye taşıyan sömürge yapısının Takımadalar toplumları üzerindeki siyasi ve dini hakimiyeti yaklaşık beş yüzyıl öncesine dayansa da, Takımadalar toplumlarının bölgedeki yaşam süreçleri çok daha eskilere uzanıyor.

Bir tarihçi olarak Santiago Hoca, Filipinler toplumlarının bir medeniyet çerçevesinde Malaylılığına vurgu yapıyor.

Geniş suyolları

Madagaskar Adası’ndan Hawai’ye değin uzanan -bu ifadeyi diğerleri bir yana, Prof. Murad Merican Hoca’dan ödünç alıyorum- geniş suyolları üzerindeki Adalar kümelerinde yaşam süren toplumları, birbiriyle medeniyet evreninde biraraya getiren unsurlar bulunuyor. Bunların başında hiç kuşku yok ki, dil geliyor.

Bu suyollarının neye tekabül ettiğini bölge coğrafyasına ışık tutması açısından değinmekte yarar var.

Doğu Afrika sahillerinden başlayan ve Malaka Boğazı girişine kadar uzanan Hint Okyanusu; Malaka Boğazı’nın doğu çıkışından itibaren Güney Çin Denizi ile Java Denizi ile Takımadalar’ın doğu sahillerine uzanan suyolu Pasifik Okyanusu’na açılmasıyla suyolları devamlılığını sağlıyor.

Bu nedenledir ki, bu geniş coğrafya üzerinde yaşam süren toplumların kültür ve medeniyet evrenlerinde karadan ziyade denizlerin egemenliğinin başat olmasına şaşmamak gerekir.

Bu durum, bize bu bölgeyi akademi dünyasının her alanından çalışırken, nelere dikkat etmemiz, bulunduğumuz coğrafyadan ne denli ayrışmamız gerektiğini de bize hatırlatıyor açıkçası.

Bu anlamda iki büyük okyanus arasında yer işgal eden tüm Takımadalar, tarihsel ilişkileri, kültürel bağları ve yakınlıkları noktasında Malay dünyası olarak adlandırılmayı hak ediyor.

Lingua franca

Bölgenin lingua franca’sı olmaklığıyla öne çıkan ‘Malay dili’ diğer yerel ve etnik dillerin ötesinde bölge toplumlarının ticaret başta olmak üzere tüm etkileşimlerinde güçlü bir taşıyıcı araç olarak işlev görmüştür.

Malayca’nın bu işlevi kendini, uzun tarihi süreçler boyunca var olan bölgedeki yakın ve uzak neredeyse tüm kültürel değiş-tokuş, adaptasyon, difüzyon vb. yöntemlerle gerçekleşen etkinliklerde ortaya koymuştur.

Bununla birlikte, Santiago Hoca’nın akademik konuşmasında dikkat çeken hususlar, Filipinler’in bölgedeki diğer toplumlarla ilişkilerini yapılandıran tarihsel süreçlere dair anlatıların ağırlıklı olarak Batılı kaynaklara dayanıyor olmasıdır.

Tüm sunum sürecinde üzerinde durduğu İspanyol ve Amerikan kaynakları -akademik anlamda kabule şayan olsa da, acaba yerel kaynaklar bize ne söylüyorun cevabını bulmakta zorlandığımızı ifade etmeliyim.

Ve elbette, bunu soru olarak kendisine yöneltmek ve cevap aramak bir dinleyici olarak hakkımızdı ve bu hakkı da kullandık…

‘Hikayat’ yoksunluğu

Yerel kaynaklar noktasında örneğin, Malay dünyasının farklı yerlerinde ‘Hikayat’ başlığıyla -veya bölge dillerine göre farklı adlarla gündeme gelen- eserler, bölge tarihine, kültürüne, siyasal ilişkilerine, ticaretine vb. dair bize gayet önemli veriler sunuyor.

Bu noktada, söz konusu bu eserler arasında dikkat çekici bir yeri bulunan ‘Hikayat Aceh’nin UNESCO tarafından benimsenmesi -kanımca sıradan bir gelişme olmakla birlikte, bize bölge toplumlarının ürettiği kaynakların küresel düzeye taşınmasına vesile olması açısından önemliydi.

Santiago Hoca’nın, Filipinler özelinde ‘Hikayat’ veya benzeri yazılı eserlerin olmadığına dair ifadesini dikkate almakla birlikte, bölgedeki diğer toplumların benzer eserlerini dikkate alarak karşılaştırmalı bir yaklaşım sergilediğimizde ortada garipsenecek bir durumun olduğunu söyleyebiliriz.

Bu ısrarlı soru karşısında, ‘epistemolojik soykırım’ (epistemological genocide) kavramını gündeme getiren Santiago Hoca, aslında bir başka gerçekliğe temas ediyordu. Temelde Hikayat veya benzeri eserlerin olduğu/olabileceği ancak bunların günümüze kalmamasında dışarlıklı bir güç olarak sömürgeciliğin etkisine atıfta bulunuyordu.

Öte yandan, antropolojik olarak bize anlamlı gelen diğer bazı verilerin/kaynakların olduğuna işaret etmesi ise gayet açıklayıcıydı. Bu noktada, sözlü kültür (oral culture), mitolojik söylem (mythological discourse) vb. yapıların bize bölge toplumların geçmişlerine dair önemli veriler sunacağı gerçeğini dikkate almak gerekir.

Tam da bu noktada, Pasifik Savaşı öncesinde bölgedeki milliyetçilik hareketlerinin uyanışında ve gelişiminde ‘birlik’ adı ile yapılaşmaların ilk örneğinin Filipinler’de ortaya çıkması gayet ilginç bir durum.

Öyle ki, 1928 yılında ilk Malay Birliği (Persatuan Malayu) adı ile siyasal yapı Filipinler’de kuruldu.

Her ne kadar, bölgenin farklı yerlerinde bu ‘siyasal ruha’ işaret eden gelişmelere ve söylemlere rastlanamayacağı söylenemese de, fiili olarak böylesi bir yapının Filipinler’de neşet etmesinin ardında, yukarıda ‘sözlük kültür’ vb. bağlamda dikkat çektiğim derin antropolojik gerçeklik dersem hata yapmış olmam sanırım.

Malaylılık söylemini bir Katolik akademisyenden dinlemek önemliydi. Dr. Santiago Hoca’yı sadece Filipinler özelinde değil, geniş Malay dünyasını bir medeniyet çerçevesinde ele aldığı için kutlarım.

https://guneydoguasyacalismalari.com/filipinlerin-malayliligi-meselesi-the-philippines-and-the-issue-of-their-malayness/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder