16 Ocak 2022 Pazar

ABD’den Güney Çin Deniz raporu / The U.S. released the South China Sea Report

Mehmet Özay                                                                                                                            16.01.2022

Hafta içinde ABD’de kamuoyuyla paylaşılan bir belge ABD-Çin ilişkileri kadar, Asya Pasifik bölgesinde Güney Çin Denizi sorununun yeni bir safhaya girdiğini ortaya koyuyor.

Dışişleri bakanlığı’na bağlı “Okyanus ve Uluslararası Çevre ve Bilimsel Çalışmalar Ofisi”nce, Çin Halk Cumhuriyeti’nin Güney Çin Denizi’ndeki teritoryal hak iddialarına yönelik olarak yayınlanan 47 sayfalık belge, bu soruna dair, yeni bir sürecin ortaya çıkmakta olduğu anlamı taşıyor.

Uluslararası denizcilik yasaları ve Çin’in hak iddiası

ABD’de yayınlanan belge, Çin yönetiminin Güney Çin Denizi’ne komşu ASEAN’a üye beş ülkesinin teritoryal hak iddialarının ihlâline dayanıyor.

Güney Çin Denizi sorununun uzun bir geçmişi olsa da, özellikle Çin’de Şi Cinping’in devlet başkanlığı koltuğuna oturmasından kısa bir süre sonra yani, 2014 yılında gündeme gelmesiyle dikkat çekiyor.

Çin yönetimi, yeni bir aktif eylem plânı olarak hem uluslararası denizcilik ticareti hem de zengin kaynaklara ev sahipliği ile önem arz eden Güney Çin Denizi’nin yaklaşık yüzde 90’lık bölümünde hak iddia ediyor ve bu bölgeyi bir “iç deniz” olarak adlandırıyor. Bu durum, hiç kuşku yok ki, Vietnam, Filipinler, Malezya, Bruney ve son dönemde karşılaşıldığı üzere Endonezya gibi ASEAN’a üye beş ülkenin teritoryal hak iddialarının ihlâline dayanıyor.

Bu noktada, özellikle son on yılda giderek artış gösteren düşük yoğunluklu ancak, zaman zaman yükselen sıcak çatışma ihtimalini artırmaya yönelik söylem ve eylemlerin, 2013 yılında Filipinler örneğinde olduğu üzere uluslararası mahkemelere de taşınması ve 2016’da Çin aleyhine verilen kararın hiç kuşku yok ki, ABD’nin iddiaları açısından önemine şüphe bulunmuyor.

Hatırlanacağı üzere Haag’daki Uluslararası Mahkeme’nin, 12 Temmuz 2016 tarihinde verdiği kararla Filipinler’in başvurusunu kabul ederek, Çin’in Güney Çin Denizi’nde Spratly Adaları ve civarındaki suni adalarda sivil ve askeri alt yapı inşaatı sürecinin haksızlığına hükmetmişti.

ABD’de yayınlanan belge ile Uluslararası Deniz Hukuku’nu gündeme taşıyan ABD yönetimi, bugüne kadar Güney Çin Denizi sorununa dair en kapsamlı yaklaşımı ortaya koymuş gözüküyor.

Bununla birlikte, Çin yönetiminde gelen ilk tepki ise, bölgedeki deniz güvenliği ve bölge ülkeleri arasındaki işbirliğini zedeleyici yaklaşımın, bizatihi bölge ülkesi olmayan ABD tarafından ortaya konulduğu belirtilerek karşı eleştiri geliştiriliyor.

Çin’in eleştirilerinin en önemli bölümünü ise, söz konusu belgede atıfta bulunulan, 1982 yılına ait Birleşmiş Milletler Uluslararası Denizcilik Sözleşmesi’ne (United Nations Convention on the Law of the Sea-UNCLOS) ABD’nin imza atmaması oluşturuyor. Açıkçası, bunda haklılık payı yok değil.

ABD-ASEAN ilişkilerinin belirleyiciliği

Öte yandan, yukarıda da dikkat çekilen Güney Çin Denizi’ çevreleyen ülkelerle ABD arasındaki güvenlik ve stratejik işbirlikleri, ABD’nin bölgede var olmasını ve söz konusu bu ülkelerin Çin’le doğrudan karşılaşmaları halinde, bir anlamda doğrudan veya dolaylı olarak taraf olduğu anlamına geliyor.

Kaldı ki, bu belgenin yayınlanması sadece Pekin’de olumsuz bir tepki anlamında yankı bulmakta kalmadı.

Aksine, bölge ülkelerinin Manila, Kuala Lumpur, Jakarta, Singapur, Hanoi gibi başkentlerinde de ilgili ülkelerin kendi tekil ve ASEAN bölgesel birliği olarak Çin karşısındaki teritoryal hak iddiaları ve bu konuda yapılan görüşmelerde ellerini güçlendirecek bir dayanak teşkil etmesiyle de karşılık bulduğunu söylemek gerekiyor.

Belge: Niçin şimdi?

Bu belgenin niçin bugün yayınladığı kadar, bu belge ile ABD ne yapmak istiyor sorularını birbiri ardına sormak gerekiyor.

“Çin sorunu” olarak adlandırdığımız husus, ABD iç siyaseti ve dış siyaseti açısından gayet önem arz ediyor. Bu nokta, ABD kamuoyuna ülkenin hâlâ güçlü olduğunu teyit etme imkânı tanırken, böylece iç siyasette Demokratlar ve Cumhuriyetçileri ortak hedefte birleştirme gibi bir anlamı içinde barındırıyor.

Bu durum, ABD’nin ekonomik bir güç haline gelen ve bunu araçsallaştırarak teritoryal, siyasi ve askeri egemenlik alanını genişletmeyi, -en azından söylem ve kısmen ortaya koyan- Çin’in önünü almaya yönelik bir politika geliştirilmesi ihtiyacından doğuyor. 2021 yılı içinde tanık olunduğu üzere, ABD’de Joe Biden yönetimi, bu yöndeki adımlarını Asya-Pasifik kavramsallaştırmasından Hint-Pasifik kavramsallaştırmasına yönelerek ittifak imkânlarını ve güçlerini artırmayı hedefliyor.

Sabık başkan Donald Trump döneminde, Çin’le yaşanan ticaret savaşlarının yukarıdaki yaklaşımla ilişkili görülmekle birlikte, bizzat Trump’ın vulgar politikaları, Asya-Pasifik bölgesinde destekten ziyade belirsizliğin hakim olmasına yol açarken, bir anlamda Çin’in ekmeğine yağ sürmüştü.

O dönem, belki de Çin’i Asya-Pasifik bölgesinde bir yandan, kendi doğal sınırları içerisinde tutabilecek öte yandan, zamanla onu da içine alarak ya da Batılı bakış açısıyla söylemek gerekirse, ‘ehlileştirerek’ görece barışçıl bir süreç oluşturabilecek Trans Pasifik İşbirliği Antlaşması’ndan (Trans Pacific Partnership Agreement-TPPA) çekilerek ortadan kaldıranın da bizzat Trump olması, ABD ulusal güvenlik politikaları açısından büyük bir handikabını oluşturdu.

ABD’de bu süreci tersine çevirmeyi amaçlayan Joe Biden yönetiminin, geçen bir yıl boyunca sergilediği politikalara göz atıldığında, ‘Asya-Pasifik’ yerine ‘Hint-Pasifik’ kavramsallaştırmasına hızlı bir geçişine tanık olunuyor. Tabii, ABD nezdinde girişimleriyle Japonya, Singapur ve Avustralya gibi ülkelerin bu sürece aktif katkılarını da göz ardı etmemek gerekir.

Bu durum, küresel egemen bir güç olarak ABD’nin tek başına hareket etmediğini ortaya koyuyor. Aksine, Çin’in teritoryal egemenlik ve denizcilik politikalarının gizli/açık hedefi haline gelen ve/ya kendini tehdit altında hisseden yukarıda zikredilen ülkelerin yanı sıra, yakın ve orta mesafedeki coğrafyalardaki ülkelerle yakın işbirlikleri ve yeni stratejik askeri ve güvenlik antlaşmalarıyla bu sürecin yapılandırıldığı görülüyor.

ABD iddialarının sürdürülebilirliği mümkün mü?

Yüzyılın başından bu yana özellikle de, 2010’dan itibaren yaşanan gelişmeler, ABD’nin hem iç politikada hem de uluslararası arenada gücünün yeniden inşası açısından çelişkiler ve meydan okumalarla dolu.

Bu durum, Çin özelinde gelişme gösteren çatışma ortamıyla kendini ortaya koyarken, ABD’nin almakta olduğu önlemlerin belki günü kurtarma anlamında aksine, orta ve uzun vadede yani yüzyıl boyunca etkili olacak gelişmeler olarak değerlendirmek gerekir.

Ancak yukarıda dikkat çekilen politikaların ne denli sürdürülebilir olduğu da sorgulanmayı hak ediyor. Bu noktada, Çin’in küresel arenada kendine yer açma adına ortaya koymaya çalıştığı karşı politikalar kadar, ABD iç politikasındaki açmazların da engelleyici bir mahiyet taşıdığını söylemek gerekiyor.

Çin’in elini güçlendirecek unsurların başında hiç kuşku yok ki, ABD’nin iç politikasında yaşanmakta olan ve aynı zamanda, yakın gelecekte ortaya çıkacak gelişmeler bulunuyor.

Bir yandan, kovid-19’un çeşitli varyasyonlarla etkisini sürdürdüğü şu aşamada, ekonomik kalkınma hızının arzu edilir düzeye ulaşamamış olması ve -diğer nedenler bir yana- bunun neden olduğu yüksek enflasyon; 2021 Ağustos’unda Afganistan’dan çekilme sürecinde ortaya çıkan kaos ve kargaşa ortamı; bu gelişmenin, ABD açısından bölgedeki son yirmi yıldaki varlığının bir ‘hiç’ anlamına geldiğinin açık bir kanıtı olması; 6 Ocak 2021 Capitol Hill baskınının taraflar arasındaki çatışmacı yönelimin devam etmesiyle bir anlamda, rejim sorunu olmaya devam etmesi gibi hususlar ABD iç siyasetinin açmazları olarak ortada duruyor.

Bu ve benzeri gelişmelerden hareketle, 2023 yılında yapılacak ara seçimlerde Demokratların senato ve temsilciler meclisinde çoğunluğu kaybetmesini kazanmasından daha yüksek bir ihtimal olarak görenlerin oranı azımsanacak gibi değil.

Bu anlamda, 2024 sonundaki seçimlerde yeni bir “Trump adaylığı” ABD kamuoyunda bölünmüşlüğü körükleyecek bir gelişme olacaktır. Bu durum, ABD’nin genel itibarıyla dış politikasında, özelde ise Çin’le olan ilişkilerinde bir zaafiyet nedeni olarak ortaya çıkacaktır.

ABD’de Güney Çin Denizi özelinde yaşanan sorunlar bağlamında gündeme getirilen raporun dayanak noktasını ASEAN’ın merkezinde bulunduğu ilişkiler ağı oluşturuyor.

Bir yandan uluslararası deniz ticaretin önemli bir bölümünün hakim olduğu öte yandan keşfedilmeyi bekleyen yeni doğal ve deniz kaynaklarının varlığı Güney Çin Denizi’nin gündemde yer almaya devam edeceğinin işaretidir. Burada, temel husus sorunun, taraflar arasında aktif bir çatışmaya meydan vermeden uluslararası anlaşmalar yoluyla halledilip halledilemeyeceği meselesidir. 

https://guneydoguasyacalismalari.com/2022/01/16/abdden-guney-cin-deniz-raporu-the-u-s-released-the-south-china-sea-report/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder