13 Mayıs 2021 Perşembe

İsrail’in Filistin’e zulmü ve Batı’da değişen bir şey yok / Israel's persecution of Palestine and no any changes in the Western perception

Mehmet Özay                                                                                                                            12.05.2021

İsrail’in Filistinlilere yönelik olarak Ramazan ayının başında düşük yoğunluklu başlattığı zulüm, Bayramdan sadece birkaç gün önce meydana gelen yoğun saldırılara dönüşmesi İslam toplumlarını ve insanlık vicdanını sızlatmaya devam ediyor.

Yaşanan bu gelişme, sadece Ortadoğu’da bir Filistin sorunu olarak değerlendirilemez. İsrail’in devlet terörü bir mekân olarak Mescid-i Aksa camiini merkeze alırken, görünür bir toplumsal yapı olarak da orada yaşayan Filistin halkını hedef almaktadır.

Ancak Mescid-i Aksa’nın İslam toplumları için önemi, bu Kutsal mekâna yapılan saldırının dünyanın dört bir yanındaki Müslüman toplumları hedef aldığını gösterir. Filistin halkına yönelik şiddet ve zulmü de bu toplumla dindaş olan tüm Müslümanları aynı şiddet ve zulme maruz bıraktığını gizli/açık ilân eder.

Ortada bir sorun varsa, bu sorunun Filistin’den ve Filistin halkından bağımsız boyutları vardır. Bunlara aşağıda değineceğim.

Safta birlik

Saldırılar sırasında ve sonrasında gözler her zaman olduğu gibi, önce Arap Birliği’ne ve birliğe üye tek tek ülkelerin liderlerine ve aynı anda başta ABD, İngiltere, Fransa olmak üzere Batı’lı ülkeler çevrildi. Beklenti, İsrail’in lanetlenmesi, saldırıların kınanmasıydı.

Bazı palyatif yaklaşımların ötesinde böyle bir şey olmadı. Olmasını beklemekte mümkün değil(di). Küresel sistemi yönetme iddiasındaki ABD’den gelen mesajlar, tarafların artan şiddeti sona erdirmesi açıklamasının sınırlarını aşamadı.

Filistin toprakları ve Filistin halkı üzerinde gerçekleşen İsrail baskısının tarihsel boyutları kadar, günümüz gelişmeleri ile birlikte değerlendirilmesi gerekmektedir. Bu anlamda bu iki farklı dönemi birbiriyle bağlantılandıran husus hiç kuşku yok ki, İsrail’in şiddet içerikli siyasetindeki devamlılıktır.

Yıkıcı modernite bir söylem olamaz

Bununla birlikte, Filistin topraklarında ortaya çıkan ezen-ezilen ilişkisini, ne Marksist söylemle ne sömürgecilik ne sömürgecilik sonrası söylemle anlamlandırabilmek mümkündür. sömürgecilik sürecini kendi teorik yaklaşımını destekleyici mahiyette olması hasebiyle gizli/açık destekleyen, bunun ötesinde gizli/açık içinden doğduğu ve yaşadığı Batı Avrupa uluslarının sömürge topraklarındaki varlıklarını bir medeniyet bağlamı içerisinde değerlendiren Marx’ın yaklaşımlarıyla İsrail şiddetini ve Filistin sorununu anlamlandırmak büyük bir saflık olur.

Kendilerini hem Marksist addedip hem Filistin ve benzeri sorunlara empati besleyen ve beslemek isteyenler ve/ya siyasal destek çıkanlar ve çıkmak isteyenlerin bizatihi temel bir iç sorunla karşı karşıya olduklarını anlamaları gerekmektedir.

Bizatihi Marksizmin dayanak noktası olan Aydınlanma düşüncesi, felsefesi ve bu yapı üzerine inşa edilen modernizm, İsrail’in ortaya koyduğu modern savaş mekanizmasının sadece görünür yüzlerinden biridir.

Her ne kadar, bir din devleti hüviyetinde olsa da, ki bu konuda ciddi görüş ayrılıklarından bahsetmek mümkün, İsrail’in dayandığı temel siyasi felsefe kendini modernitenin yıkıcı doğasından almaktadır. Bu noktada, İsrail’in yetişmiş “entellektüel” kadroları veya İsrail adına dünyanın farklı yerlerinden söz söyleme hakkını kendinde bulan böylesi kadroların dayanaklarını oluşturan bilgiye, bilgi kaynaklarına göz atılmasında yarar var.

Subaltern söyleminin zaafiyeti

Bugün ABD’nin demokrat hükümetin başındaki Joe Biden ile yardımcısı Hindistan kökenli Kamala Harris, Afrika kökenli Amerikalılar (Afro-American) başta olmak üzere Amerika’daki beyazlar dışındaki tüm toplumsal yapıların haklarını savunma vaadiyle geldikleri yönetimde, kayda değer bir zaafiyeti ve samimiyetsizliği ortaya koymaktadırlar.

Katolik Hıristiyan Joe Biden ile Hindu köklerinden beslenen Kamala Harris’in ne tür bir dini ve etik dayanakları olup olmadığı sorgulanmayı hak etmektedir.

ABD’de seçim sürecinde, yaşanan ırkçılık temeli üzerine biçimlendiren ve bu anlamda “iktidara gelmeleri halinde” alternatif politikalar üretme çabası sergileyeceklerini ifade eden Demokratların, bugün İsrail’in devlet terörüne karşı tutumları onları kendi ülkelerinde başta Afro-Amerikalılar olmak üzere diğer tüm ‘Ötekiler’ (the Others) ile ilgili politikalarının dayanaksızlığına işaret eder.

Genel itibarıyla Batı’nın özelde ise ABD’nin karşı karşıya bulunduğu sorun, tam anlamıyla modernite krizinden öte bir şey değildir. ABD’deki siyasal yapı içerisinde “muhafazakâr” olarak adlandırılan Cumhuriyetçiler tarafından “sol/komünist” olarak değerlendirilen Demokratlar kendi içinde her türden “sub-altern” unsuru barındırmasıyla dikkat çekiyor.

Sadece yeni hükümetin oluşturulmasında bile adayların “etnik kökenleri”ne yapılan vurgu, bunu bizzat kamuoyunun algısını şekillendirmek üzere hazırlandığı görülür.

Bu durum bile, bizatihi kendi başına sorun arz etmektedir. Söz konusu sub-alternliği kendilerinde bir tür “aşağılık kompleksi” (inferiority complex) olarak görmeleri, içinde bulundukları Amerikan toplumunun değerlerine “sahip olamamanın” ızdırabından öte bir şey değildir.

Bu hâl, açıkçası, Beyaz Amerika tarafından işlenmiş, bir sub-alternlik durumu olarak tezahür etmektedir. Tıpkı, sömürgeciliğin sona erdiği dönemi ayrıştırmak adına icad edilen sömürgecilik sonrası (post-colonialism), modernitenin tüm kötülükleriyle arkada bırakıldığına inandırmak için icad edilen post-modernite (post-modernity) kavramlarının içkin olduğu şekilde bir hissiyat ve zihniyet zaafiyetinin ifadesidir.

Bu noktada, başta başkan yardımcısı Kamala Harris ve diğerlerinin sub-alternlik hazzını yaşamaya başladıkları bir dönemde, dünyanın farklı bölgelerinde ve başta bugünlerde gözler önünde cereyan eden İsrail devlet zulmüne sessiz kalmaları, tam bir Amerikan icadi sub-alternlikle uyuşmaktadır.

Öte yandan, aynı Amerikan yönetiminin Çin’i köşeye sıkıştırma projesinde yer verdikleri Doğu Türkistanlılara (Uygur) yapılan zulmü yüksek sesle dile getirirken, aynı politikayı dünyanın bir başka yerinde diyelim ki, Ortadoğu’da İsrail gibi terörü bir politika olarak izlemeyi gelenekselleştirmiş bir yapıya karşı kullanmaması, Amerikan çıkarlarının ve pragmatikliğinin bir sonucudur.

İsrail’in Mescid-i Aksa üzerinde gerçekleştirdiği politikaları, genel itibarıyla onun geniş Ortadoğu ve de küresel politikasından yalıtmak en büyük gaflet olur. İsrail devletinin varoluş dayanaklarının Filistin toprakları ile sınırlı olmadığı ortadadır. İçimizde, yanı başımızda olan bitenden, Filistin’e ve dünyanın belli başlı bölgelerinde süregiden çıkar çatışmalarının yıkıcı moderniteyi kendine temel almış bir devlet ideolojisiyle yakın bağı göz ardı edilmemelidir.

Hayatını kaybeden Filistinlere Allah’tan rahmet dilerim.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2021/05/12/israilin-filistine-zulmu-ve-batida-degisen-bir-sey-yok-israels-persecution-of-palestine-and-no-any-changes-in-the-western-perception/

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder