8 Aralık 2020 Salı

Kovid-19 salgınında insan faktörü / Human factor in the spread of Covid-19

Mehmet Özay                                                                                                                            08.12.2020

Kovid-19 salgını, neden olduğu tüm boyutlarıyla insanlık için önemli bir sınav olmaya devam ediyor. Salgının salt bir virüsle nasıl mücadele edileceği tartışmaları kadar, belki de bundan öte anlamları olduğuna işaret etmek gerekiyor.

Bireylerin alışkanlıklarından, bu salgını ulusal güvenlik noktasında değerlendiren ulus-devletlere, uluslararası belirleyiciliği ve tanınırlılığı olan kurumların küresel platformda ortak akıl ve sağduyu sağlamaya yönelik tedbir, teşvik ve yönlendirmeleri yeni bir ilişkiler ağının ortaya çıkmakta olduğunu ortaya koyuyor(du)!

‘Can alıcı’ süreç

Bugün, kovid-19 salgınının ortaya çıkışının neredeyse birinci yılına yaklaşılırken, salgının etki boyutu kendini giderek artan şekilde ‘can alıcı’ bir şekilde göstermeye devam ediyor.

Kısaca yakın geçmişe dönüp bakmakta fayda var.

Geçen Aralık ayı sonlarında kovid-19’un görülmeye başlandığı Çin’le aynı bölgede yani Doğu ve Güneydoğu Asya’da aradan geçen süre zarfında Japonya’da, Hong Kong’da, Malezya’da, Avustralya’da, Singapur’da ikinci ve hatta üçüncü dalganın başladığı yerler olarak dikkat çekiyor.

Haziran ayıyla birlikte, başta Avrupa ve Kuzey Amerika’da sıcaklar ve tatil olgularının birer alışkanlık olarak kendini ortaya koyarken, bu bölgelerdeki ulus-devletlerin kitlelerin yumuşak baskısını üzerlerinde hissetmeleriyle pek de kolay alınmayan tedbirlerin kolaylıkla gevşetilmesine neden oldu.

Asya-Pasifik bölgesinde Avustralya örneğinde olduğu gibi, Temmuz ayı başlarında yurt dışından gelen sadece iki kişide virüs görülmesi nedeniyle orduyu göreve çağırması, salgının ulus-devletlerce ulusal güvenlik boyutunda ele alındığının bir başka örneği olarak ortaya çıktı.

Avustralya ve Singapur örneklerinde sayısal veriler görece az olmasına rağmen, salgın sürecinin devam etmesi sorunun azalma-yükselme eğiliminin ötesinde varlığını ciddi bir şekilde sürdürdüğünü ortaya koyuyordu.

Bu durum, devletleri almaları beklenen önlemlerle gerek ortaya çıkan iklim özellikleri, gerekse bireysel özgürlükler noktasında nasıl bir politika izlenmesi gerektiği konusunda ikircikli bir konumda bırakmıştır. Bu süreçler, birey ve özgürlükler ile hayatın devamlılığı ve kamu sağlığı çelişkisinin yaşanmasına neden olmuştur.

Yılgınlık ve boşvermişlik

Mart ve Mayıs ayları arasında özellikle, test uygulamaları ve mobil takiplerle kontrol altına alınan salgın, yeni dönemde bu mekanizmaların varlığına rağmen artış göstermesi, insan unsurunun çok daha belirleyici olduğunu bir kez daha ortaya koyuyordu.

Örneğin bu noktada, ilk safhayı başarıyla atlatmış olan Japonya ve Güney Kore gibi ülkelerde mobil takip yöntemlerinin yetersiz kalınmasında, öngörülemeyen vaka artışlarının rolü büyüktür.  

Salgının son birkaç aylık dönemde varlığı ve geldiği nokta açıkçası toplumlarda, yılgınlık, boşvermişlik, kadercilik vb. gibi çeşitli anlam bağlamlarının ortaya çıkmasıyla yeniden şekillendiğini ileri sürebiliriz.

Tatil sendromu ve hazcılık

Salgınla mücadelenin görece kontrol altına alınma emarelerinin görüldüğü o günlerde, devletler kitlelerin yaygın alışkanlıklarını değiştiremeyecekleri düşüncesiyle tatil sendromuna engel olmak yerine, bunun önünü açacak girişimlerde bulundular.

Bunun sonucu, daha o günlerde tahmin edileceği ve ardından tanık olunduğu üzere salgının katlanarak artışı oldu.

Tam da bu şartlarda, yaz ortasında ABD’de sürecin bitmek yerine bir gün içerisinde binlerce kişinin hayatını kaybetmesi olağanüstü kabul edilebilecek bir durumken, yönetim tam aksi bir yaklaşımla, bu istatiki verinin açıklanmasından sadece günler sonra virüs kontral altına alındığı açıklaması, bu ve benzeri ülkeler nokta-i nazarında ulus-devlet politikalarına yönelik şüphelerin de artmasına neden oldu.

Bu kararda, sadece kitleleri memnun etmeye matuf, gayet ‘insani’ bir yönden bahsetmek mümkünse de, bu kararın ardından son derece rasyonel bir çıkış kendine yer buluyordu.

Ulus-devletler için bu kararın temel nedeni, yaz başlarına kadar neredeyse tüm ulus-devletlerin ekonomilerinde açılan yaralar ve bu yönde geleceğe dair belirsizlik, yavaşlayan salgını fırsat bilerek, kitlesel mobilizasyona olanak tanıdılar.

5 Ağustos’da Dünya Sağlık Örgütü, “İlla ki parti yapmanız mı gerekiyor?” bağlamında söylemle özellikle, Kuzey Avrupa ve Kuzey Amerika’da yaşanan yaz tatili nedeniyle genç kitlelerin eğlencelerinden taviz vermemelerinin neden olduğu virüsün yaygınlaşması sürecinin nasıl önlenebileceğine dair gizli/açık ipuçları veriyordu.

Bu süreçte, ulus-devlet yetkililerinin kitlelerin çok basit denilen üç kuralı yani temel temizlik, maske, mesafe kuralına riayet edecekleri öngörüsünün gerçekleşmemiş olması, bu pratiklerin sanıldığı gibi basit bir uygulama olmadığı tatil sezonu sonrasında yani, Sonbahar’ın başlamasıyla birlikte salgının yeniden yükselişe geçişiyle kanıtlandı.

Özellikle, ABD başta olmak üzere çeşitli Batı toplumlarının tedbirleri gevşetme ve üç basit kuralı dahi yadsıma eğilimlerinin, tatil ve eğlence hazcılığı ya da bir başka deyişle sendromuyla kendini ortaya koymuştur.

Yine bazı Batı ülkelerinde, kitlelerin meydanları doldurarak, ulus-devlet mekanizmalarının salgınla mücadele için öngördükleri uygulamaları insan hakları ve özgürlükler söylemiyle eleştirmeleri, sadece kamu sağlığını değil, bu “özgürlükçü tepkilerin” küresel bağlamda benzer eğilimler oluşturup oluşturmadığını sorgulatacak boyuttadır.

Bu gelişmeler, sadece söz konusu bu toplumlarla sınırlı olmayan küresel bir etkiyi ortaya çıkarmaktadır. Öyle ki, salgının bizatihi virüs özelinde küreselleşmesinden değil, aksine ve bundan da öte, virüsle mücadelede insan algısının ve pratiğinin olumsuz örnekler üzerinden etkilenerek benzer olumsuzlukların yaygınlaşmasına tanık olunmaktadır.

Aşıda küresel adaletsizlik

İnsan faktörünün öne çıktığı gelişmelerde kitleleri ferahlatan açıklamaların uluslararası ilaç firmalarından gelirken, bu sürecin yeni sorunlara yol açacağının emareleri de kendini ortaya koymaya başlamıştır.

Laboratuvar koşullarında başarı oranı yüksek olduğu ifade edilen aşıların dağıtımı ve kullanımında önceliğin Batılı ülkelerce belirlenmesi ve bizatihi bu ülkelerin yüz milyonlarla ifade edilen siparişleriyle ‘piyasayı belirlemeleri’, yeni bir küresel adaletsizlik ortamı ile karşı karşıya kalındığına işaret etmektedir.

Salgın boyunca neredeyse her gün küresel medyada görünürlük sağlayan Dünya Sağlık Örgütü’nun belirleyiciliği değil, kapitalist yapılaşmanın karar mekanizması ile karşı karşıyayız. Gelinen bu noktada, kayda değer bölgesel ve küresel işbirlikleriyle bu sürecin yürütülemediği aşı piyasasında söz sahiplerinin kimlikleriyle ortaya konuluyor.

Salgında virüsün yayılma hızında hazcı kapitalist toplumların davranış kalıplarının belirleyiciliği, insan faktörünün önemini bir kez daha ortaya koymuştur. Bunun karşılığı, milyonları bulan insan kaybına tekabül etmesi, bu davranış kalıplarının sorgulanmaya açık olduğunun bir göstergesidir. Salgından etkilenen dünyanın geri kalanı ise bu kez adaletsiz aşı paylaşımıyla karşı karşıya kalmaya hazırlanıyor.

https://guneydoguasyacalismalari.com/2020/12/08/human-factor-in-the-spread-of-covid-19/

 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder