15 Mart 2020 Pazar

Asya-Pasifik’te Koronavirüs ve ilgili gelişmeler / Coronavirus and related issues in Asia Pacific


Mehmet Özay                                                                                                                        15.03.2020

foto: mainichi.jp
Aralık ayı sonlarında tam da Çin yeni yılı kutlamalarına ve tatiline günler kala başgösteren koronovirus nedeniyle çeşitli ülkeler Çin’le ulaşım ve etkileşimi kesmeye yönelik önlemler alırken, Çin devlet kademelerinden, “bunun hesabının yakın gelecekte sorulacağı” minvalinde söylemler gündeme geliyordu.

O dönem sorunun bırakın bölge ülkelerine sıçraması küresel bir nitelik kazanacağı konusunda pek de dikkatlerin çekildiğini söylemek mümkün değil.

Dünya Sağlık Örgütü’nün (WHO) yaptığı bazı açıklamalar, Çin’deki salgının nasıl önlenebileceği veya Çin devletinin bu salgın karşısında ne tür tedbirler aldığı veya alması gerektiğiyle ilgiliydi.

Artık bu virüs İngilizcesi COVID-19 (Corona-virus-ID-19) adıyla tanımlanıyor. Bu salgının neye tekabül ettiğine dair bazı benzerlikler kurmaya yarayacak örnekler vardı, yani şiddetli solunum yolu sendromu (SARS) olarak bilinen ve 2003-2004 yıllarında görülen salgın...

Durum, bu şekilde seyrederken, salgın hastalığın en kısa sürede tıbbi tedavisinin bulunması da gündeme gelse de, aynı zamanda bir tıp dışlayıcılık sürecinin de işlemeye başladığına tanık olunuyordu.

Virüs üzerinde gizli/açık siyasal çatışma

Bunun ardındaki temel sebep, söz konusu virüsle mücadelede işbirliği yerine, “siyasal ötelemeci” bir yaklaşımın özellikle de, Batılı ülkeler tarafından Çin’e uygulanmak istenmesiydi. Veya en azından böyle bir görüntü hasıl oluyordu.

Bu çerçevede, WHO yetkilileri 30 Ocak günü yaptıkları açıklamada, virüs salgınının Çin dışında da risk oluşturduğunu ilânı üzerine ABD Çin’e seyahat yasağını uygulamaya koydu. Ve ardından diğerleri...

Çin yönetiminin, bu yalnız bırakılmışlık halini, belki daha çok bu virüsle tıbbi anlamda mücadeleden ziyade, zaten son birkaç yıldır yaşanan ticaret savaşları nedeniyle ekonomisinin giderek daha da kötüleşmesi ve/ya Batılı ülkelerin salgın hastalığı fırsat bilerek Çin’e bir ders vermek istedikleri şeklinde yorumlanmış olabilir.

Bugün Çin, söz konusu virüs tehlikesini büyük ölçüde atlatmış ve geriye sayım başlamış denilebilir. Öyle ki, karantinalar kalkıyor, kamusal alanlara girişler serbest bırakılıyor ve hayat normale dönmeye başlıyor...

Ancak dünyanın geri kalanı, özellikle de Avrupa ve Kuzey Amerika’da etkili olan virüsün kaynağı konusunda bir söylem gündeme geldi ki, Batı medyası kendi derdiyle meşgul olduğundan muhtemelen geçenlerde çıkan bir haberi gündeme ‘henüz’ taşıma fırsatı bulamadı.

Çin tıp çevrelerinin ne tür bir medikal çözüm buldukları konusunda en azından bizim ulaştığımız bir veri olmamakla birlikte, Çin’i temsil makamındaki bazı çevrelerden Wuhan Eyaleti’ne koronavirüsü getirenlerin ABD donanması olabileceği yönündeki iddia gündeme taşındı.
Bu iddianın sadece birkaç gün önce gündeme getirilmiş olması yukarıda dikkat çekilen ABD-Çin arasındaki stratejik soğuk savaşın bir sonucu.

Çin yönetimi ve/ya destek veren kurumların gündeme getirdiği bu husus, artık Çin’de vaka sayısının düşmesi ve normalleşmeye dönülmesine ve öte yandan ABD’de vak’a ve ölümlü vak’a sayısının artması sonrasında gelmesi dikkat çekici.

Çin’den sonra en çok ölümlü vakanın görüldüğü İtalya sorunla baş edemezken, Çin’den bir doktor heyetinin Roma’ya geleceği duyuruldu. Bu yaklaşım, örneklik olması hasebiyle kayda değer bir gelişme kabul edilmeli.

Bu noktada, dünya sağlık örgütü veya ilgili ülkelerin bu yöndeki çalışmaları niçin zamanında öncellemedikleri soruyu yine ortada duruyor. Bu yönde bazı çabalar olduğu ancak kamuoyu ile paylaşılmadığını da dikkate almakta fayda var.

Hijyen, alışkanlıklar ve yanlışta ısrar

Temizlik olgusu bir alışkanlığın ötesinde bir zorunluluk arz etmektedir. Bu zorunluluk, dini gerekçelerle olduğu gibi, adına hijyen denilen temizlik olgusu çerçevesinde uygulamada yer bulmaktadır.

Her halükârda, amaçlar ve hedefler bir dizi farklılaşmalar gösterse de, düzenli bir şekilde uygulanan ritüel, nitelikli temizlik süreçlerinin bireyin kendi temel sağlığı, aile ve kamu sağlığı açısından taşıdığı öneme kuşku bulunmamaktadır.

Bununla birlikte, ‘hijyen’ kavramı üzerinde belli toplumların geliştirmiş oldukları teorik ve pratik uygulamalar da dikkatle izlenmesi gereken bir hususu teşkil etmektedir.

Öyle ki, bu noktada Japonya ve Singapur’un öne çıktığı veya en azından kendi bölgelerinde yani, Doğu ve Güneydoğu Asya’da hijyen konusuna verdikleri önemli dikkat çekmektedirler.

2019 yılının son günlerinde Çin’in Wuhan Eyaleti’nde başgösteren koronavirüs adı verilen salgının varlığının tespitinden itibaren Çin’de başlatılan karantina tedbirleri, aslında bireylerin gerek aileleriyle gerekse kamusal alanlarda geniş kitlelerle temaslarının sınırlandırılmasını veya gerekli tedavilerinin uygun ortamlarda yetkililerle yapılması anlamı taşıyor(du).

Bununla birlikte, söz konusu virüs Çin’in başka eyaletlerine ve özellikle de, Doğu ve Güneydoğu Asya ülkelerine yayılmaya başlamasıyla birlikte, bireylerin sorumluluklarının neler olduğu konusunda resmi ve sivil makamların açıklamaları gizli açık bireylerin sorumluluklarını hatırlatmalar ve bir ölçüde empoze edici bir bağlamda gündeme gelmeye başladığına tanık olundu.

Bugün, benzer bir durumun Avrupa ülkeleri için ortaya çıktığı gözlemlenmektedir.

Vücudun enfeksiyon kapması sonucu tedaviye yönelik uygulanan tıbbı müdahale ile bu evreye geçilmeden enfeksiyonla mücadelenin ayrı şeyler olduğu geniş kitlelere bir kez daha anlaşılmaya çalışılıyor.

Bugün gelinen noktada, önleyici tedbirlerin ve hastalığa davetiye çıkaran eylemlerin sonlandırılmasına yönelik çabaların, hastalığın tedavisinin nasıl mümkün olacağına yönelik çabaları arkada bıraktığı söylenebilir.

İkinci durumun, daha teknik ve uzmanları ilgilenildiğine dikkat çekilerek haklılık payı olduğu varsayılabilir.

Bununla birlikte, örneğin Tayvan’da, Singapur’da, Malezya’da, Vietnam’da, Japonya’da ve diğer bazı ülkeler virüsle mücadelede, ölümlü vakaların az veya hiç olmaması bize virüsün bulaştığı kişiler üzerinde belirli tıbbi müdahalelerin yapıldığını ve bunda başarılı olunduğunu göstermektedir.

Bununla birlikte, -gözden kaçırmış olduğumuz hususlar var ise bunlar bir yana,- ilgili bölge yayın organlarında bu tedavi ve virüsle mücadele hakkında açıklamaların yapılmaması aslında bir eksiklik. Benzer hususun, karantina altında olan bölgelerde, bu özel koruma tedbirlerinin kaldırılmasında da görmek mümkün.

Oysa, burada iki önemli husus dikkat çekicidir. Başta ilgili ülke ve ardından küresel kamuoyunun bu tür gelişmeler karşısında moral beklentilerinin gerçekleştirilmesi oldukça mümkün ve önemlidir.

İkincisi ise, virüsün daha ilk haftalarda etkisini gösterdiği ilgili ülkeler arasında işbirliğinin ortaya konması ve bu anlamda laboratuar çalışmaları ve diğer ilgili bilimsel süreçlerin koordineli bir şekilde yürütülmesi, sonuca ulaşma açısından kayda değer bir husus (olurdu).

Bunun yanı sıra, Avustralya’nın daha virüsün ortaya çıktığı ilk haftalar içerisinde virüsün kopyasını üretmesi ve ilgili ülkelere ve/ya isteyen ülkelere dağıtılacağı yönündeki açıklamasının ardından açıkçası nasıl bir gelişme oldu ve Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) bu konuda ne tür işbirliklerinin kapısını araladı -en azından bize- malum değil.

Avustralya’nın ve/ya Çin başta olmak üzere ilgili ülkelerin bu yöndeki çabalarının ikili ilişkiler çerçevesinde değil, ASEAN gibi bölgesel ve WHO üzerinden yapılması dünya kamuoyu üzerinde hiç kuşku yok ki, sonuç almaya yönelik önemli adımlar olarak kabul edilebilir(di).

Çaresizlik, gelenek ve maneviyat 

Doğu ve Güneydoğu Asya bölgesinde Batılı modernleşmiş ulusların ötesinde konuya yaklaşımda, bir yanda kadercilik öte yandan, dini ve dinimsi / kültürel yapıların hakimiyeti bu gibi doğal sorunlar karşısında çözüm yollarını “modern tıbbı” aşan boyutlarıyla ortaya koymaktadır.

Bölgenin özellikle tropiklerin egemen olduğu topraklarda zaten dönem dönem ortaya çıkan bir tür sıtma vakası nedeniyle küçüğünden büyüğüne toplumun çok farklı kesimlerinin yıl içerisinde maruz kaldıkları, bedeni yorgun düşüren ve bazı durumlarda hastayı yatalak hale getiren ateşli hastalıklarla mücadelede çeşitli ham gıda veya türevlerinin bir tedavi yöntemi olarak işlev gördüğü bilinmektedir.

Bölge yayın organlarında 13 Mart’ta çıkan bir haberde, buna tıpatıp uyan bir açıklama Endonezya devlet başkanı Joko Widodo’dan geldi. Hükümetin resmi sitesinde yer alan açıklamada, başkan Jokowi, virüsün görülmesinden itibaren, bölgede yaygın olarak bilinen geleneksel bir ilacı günde üç kere içtiğini paylaştı.

Bölge topraklarında yetişen çeşitli bitkilerin karışımından elde edilen ve Jamu olarak adlandırılan karışım, bazı ilaç firmaları tarafından da üretiliyor.

Grip gibi yaygınlık kazanmış bazı salgınlar karşısında da halkın tercihi ettiği bu içeceği oluşturan bitkilerin fiyatlarının beş kat artış göstermesi, yerel ve geleneksel çözümlerin başvuru kaynağı olmaya devam ettiğinin bir başka kanıtı olarak ortada duruyor.

Bu ve benzeri geleneksel ilaçların veya ilaç hükmünde kabul edilen içeceklerin/meyvelerin, örneğin koronavirüs karşısında ne denli etkin olduğu ‘laboratuar’ çalışmaları ile kanıtlanmamış olsa da, kullanan kişiler için psikolojik ve moral bağlamı ile etki yapmadığı da söylenemez.

Örneğin Endonezya’da yarı resmi bir kurum olan ulema meclisi tarafından yapılan açıklamalarda “dua edin ve elinizi yıkayın” bir uyarı kadar, insanların gündelik pratiklerinde bir yandan dini bağlamı öte yandan, yine bu dini alandan bağımsız ele alınamayacak şekilde beden temizliğini öne çıkarıyordu.

‘Yeni’ toplumsal normlar!

Bedende ellerin öne çıkartılmasının ise, semptomun göründüğü kişiler ile bu kişilerin kullandığı objelerle temas ve bunun akabinde kişinin yüz bölgesiyle doğrudan temasının neden olabileceği ve virüsün bedene nüfuz edebileceği endişesi bulunuyor.

Bu süreçte, çeşitli toplumların davranış kalıplarına dair örnekler de gündeme getirildi. Belki ülke farkı gözetmeden şunu söylemek daha doğru olacak ki, insanların bu gibi durumlarda davranışsal farklılaşmalarının ve eğilimlerinin bencilleşmeye doğru yönelim sevk ettiğine tanık olunuyor.

Aslında bunun yeni bir şey olmadığı bırakın koronavirüs ve benzeri hastalıklar veya doğal afetler gündelik yaşamın içinde bizzat var olan ve afetler ve hastalıklar gibi geniş kitleleri içine alan durumlarda belirginlik kazanan koşullarda su yüzüne çıkan olgulardır.

Bu tür davranışların yaygınlığının, gündelik pratiklerde tekil olarak karşılaşılan boyutlarının ötesine geçerek aslında küresel bir boyut taşıdığı bir kez ortaya çıktı.

Normal günlerde, sosyal mesafenin kısaldığı toplu taşım araçlarında bireylerin hareket ve davranışlarından, aksırık, öksürük, esneme, geğirme vb. hareketlerin kayıtsızca ve umarsızca gerçekleştirilmesi bir ölçü olarak önümüzde durmaktadır.

Bu gibi bedensel hareketler kadar, örneğin kapalı alanlarda yasaklanan sigara içme eyleminin ilk fırsat bulunduğunda ortaya konmasında ölçünün sadece açık havada olduğunu düşünmenin içinde barındırdığı umarsızlık ve hatta gizli/açık bir tür intikamvari bir eylem olarak çevredeki insanlar üzerine püskürtülen üfürmelerin eğitimden ziyade, bugünlerde çokça gündeme taşınan “vicdan”, “toplumsal sorumluluk” vb. yaklaşımlarla anlaşılması gerekir.

Sosyolojik olarak, eylemlerinin farkında ve bilincinde olarak bireylerin gündelik yaşam pratiklerini ortaya koymalarının “kendinde birey olma” şartı özellikle doğal afetler, hastalıklar vb. durumlar da çok daha can alıcı bir şekilde kendini ortaya koyuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder