Mehmet
Özay 04.06.2018
Hasan di Tiro’nun
vefatının sekizinci yıldönümü. 3 Haziran 2010 tarihinde Banda Açe’de vefat eden
Açe’nin yirminci yüzyılda yetiştirdiği önemli siyasetçi ve dava adamlarından
biri olan Hasan di Tiro’yu rahmetle anıyoruz.
Hasan di Tiro adı,
Türkiye’de geniş Malay dünyası dendiğinde akla gelen istisnai isimlerden biri
olduğunu söylememiz mümkün. Türkiye’de İslam dünyasının farklı köşelerindeki
topluluklara ilginin hem Türkiye’deki şartlar hem de ilgili ülkeler ve bundan
daha da öte küresel arenadaki gelişmelerden bağımsız olmadığını hatırlamak
gerekiyor.
Türkiye’nin içe
kapandığı, ulus-devlet sınırlarının komşu devletlerden başlayarak uzak
coğrafyalara doğru uzanan giderek kapandığı, yönünün Avrupa merkezli bir
çehreye büründüğü, zaman zaman ‘Doğu’nun kendine özgü şartlarında hatırlanan
birkaç ülke ve birkaç liderden öte bir anlam ve içerik sahibi olmadığı dönemler
yaşanmıştı. 1980’li yıllar bir yandan Türkiye’de farklılaşmaların öne çıkmaya
başladığı, bu çerçevede siyasi arenada yakın komşulardan uzak coğrafyalara
doğru bir yönelimin gündeme geldiği yıllardı.
Bu süreç küreselleşme
olgusunun salt kavramsal düzeyde değil, Türkiye’yi içine alacak şekilde farklı açılımlarla
pratiğe de geçirildiği yıllar olarak dikkat çekmektedir. İşte bu süreçte, yurt
dışına -ki yurt dışı derken özellikle de Batılı ülkeleri anlamak gerekiyor- öğrenci
gönderilmesi, farklı coğrafyalardan Müslüman öğrenciler, aydınlar arasındaki
iletişimin yolunu açan unsurlardan biriydi. Bir diğeri, yayıncılık faaliyetinde
özellikle dergi yayıncılığı özelinde İslam coğrafyası, çatışma bölgelerinin
gündeme taşınması, akabinde bazı eserlerin tercümeleri gibi çabalar aralarında
Hasan di Tiro’nun da olduğu isimlerin Türkiye’de anılmasına neden oldu.
Aslında bu gelişmeler
kendi başına bir olumluluk taşımakla birlikte, örneğin Hasan di Tiro’nun
içinden çıktığı Açe toplumu ile bağların nerede ne zaman başladığı, nerede ve
nasıl kesildiği ve yeniden gündeme nasıl ve ne şekilde geldiği meselelerinin
yakından incelenmesini gerektirmektedir.
Hemen burada Tiro
meselesine kısa bir ara verip Açe ile ilişkilerin, 26 Aralık 2004 tarihinde
yaşanan deprem ve tsunamiden bağımsız olarak bu sürecin ardından yani yaklaşık
on yılı aşkın bir süredir nasıl olup da bölgedeki iki ulus devlet yani Malezya
ve Endonezya ile kurulan siyasi ilişkilerde bir tür “hatırlanma malzemesi”
yapıldığını şaşkınlıkta izlediğimi belirtmeliyim. Tarihin erken dönemlerinde,
diyelim ki 16. yüzyılın ilk yarısında, yani 1530’lar diyelim, başladığı
varsayılan, 1560’larda ortaya konulan, 1610’larda kısa ziyaretlerle sürdürülen,
1850’ler ve 1870’lerde yeniden kurulmaya niyetlenilen süreçlerle, elbetteki Açe
Darüsselam Sultanlığı ile ve bu siyasi bütünün siyasi elitlerinin Osmanlı
Devleti nezdinde girdikleri kasıtlı ve niyetli teşebbüslere atıfta
bulunulmaktadır.
Ancak son dönemde
gözlemlenen ve tanık olunan husus ise bu uzun tarihi geçmişle anakronik bir
nitelik arz edecek şekilde bugün adına ulus-devlet denilen ve bu devletlerin
omurgasını oluşturmayan bir yapının, yani Açe’nin Türkiye ile yukarıda zikredilen
iki ülke arasındaki ilişkilere basamak yapılmak istenmesidir. Öyle ki, bu yaklaşım, Türkiye’nin Malezya ve Endonezya ile
ilişkilerinde her iki taraftan resmi heyetlerce yapılan açıklamalarda veya
protokol dışı konuşmalarda Açe vurgusu her iki cenahta da “yüzyıllarca önce
başlayan ilişkilere” dayanak teşkil edecek bir şekilde zikredilmektedir.
Burada dikkat çekmek
istediğim husus, Açe ile kaybedilen ilişkilerin kurulabilmesinin yolunun sağlıklı
bir şekilde ortaya konulamamış olmasıdır.
Hasan di Tiro ile ilgili
daha önce kaleme aldığımız kısa yazılarda onun Türkiye’ye nasıl taşındığına veya
tanıştırıldığına değinmiştik. Bunlardan biri olan ve Tiro’nun 1976-1978 yılları
arasında Sigli’nin Tiro bölgesindeki dağlarda bağımsızlık ilânından sonraki iki
yılında kaleme aldığı günlerden oluşan “Özgürlüğün Bedeli: Bitmemiş Savaş
Günlükleri” adlı çalışmadır. Bu eser bize, kendi ifadesiyle dile getirmek
gerekirse, “atalarından devr aldığı mirası devam ettirme sorumluluğu taşıyan” Hasan
di Tiro’nun siyasi mücadelesinin ilk birkaç yılında yaşadıklarını gündeme
getirmektedir.
Ancak Tiro, bir mücadele
adamı olmadan önce parlak bir üniversite öğrencisi, Endonezya Cumhuriyeti’nin
BM’deki ilk temsilcisi, başarılı ve saygın bir iş adamı gibi nitelikleriyle öne
çıkmaktadır. Tiro’yu önemli kılan hususiyetlerden biri bu saydığım özelliklerinin
birbiri ardına ortaya çıkmasından sonra, orta yaşların ardından, yaşının kemale
erdiği bir dönemde Açe mücadelesi diye bir sorunu kendine dert edinmesi ve bunu
pratiğe geçirmesidir.
1925 yılında doğduğu
dikkate alınacak olursa, 1976 yılında Açe-Sumatra Bağımsızlık Bildirgesi’ni
dünyaya haykırırken Tiro elli yaşını geçmiştir. Bu durum bize Tiro’nun o döneme
kadar, ne köyünde kendi halinde yaşayan bir kişi, ne elinde silahıyla dağlarda
gezinen bir meczup olduğunu gösterir. Aksine, yukarıda kısaca dikkat çektiğim
özellikleri çerçevesinde 1930’lu yıllarda Açe’deki erken dönem eğitimin
ardından Cogcakarta’daki üniversite yaşamı, akabinde ABD’de yüksek öğrenimi,
Endonezya Cumhuriyeti’nin dışişlerince BM’de görevlendirilmesi, iş hayatına
atılarak başarılı bir işadamı olması Tiro’nun her şeyin ötesinde son derece
bilinçli ve kendinde bir ‘adam’ olarak ortaya çıktığına işaret etmektedir. Mücadelesine
başlayana kadar geçen süreçte kaleme aldığı ve entelektüel birikimine kanıt
niteliğindeki çalışmaları ise halen Türkiye’ye taşınmayı ve tanıştırılmayı bekliyor.
Tiro’nun ilerlemiş
yaşında birdenbire kaybedilmiş vatan duygusu, uzakta kalmış bir geçmiş ile
bağlarının yenilenmesi gibi bir durumun ortaya çıkmasında nelerin rol oynadığı
kendi başına bir çalışma konusudur. Ancak giriştiği bu hareket, onun bir siyasi
ve toplumsal aktör rolü üstlenebilmesinde bir dizi özelliğe sahip olması gerektiğine
işaret etmektedir.
Tiro’nun eylemlerindeki bu
bireysel yönleri kadar hareketin ortaya çıktığı dönemin bölgesel ve küresel
konuşlarının da ele alınması gerektiğini düşünüyorum. Öyle ki, 1970’li yılların
sadece Endonezya Cumhuriyeti’nin batısında bir eyalet olan Açe’de değil,
Filipinler’in güneyinde Mindanao’da, Tayland’ın güneyinde Patani’de ve kısmen Myanmar’ın
batısındaki Arakan’da şu veya bu şekilde ortaya çıkan bağımsızlık ve otonom hak
talepleri ile birlikte değerlendirildiği bir süreçtir.
Tabii burada sadece
Güneydoğu Asya sınırları içerisindeki Müslüman kitleleri ve bu kitlelerin
etrafında şekillendiği mücadeleleri kastediyorum. Burada Açe hareketinin İslami
olup olmadığı hususuna getirilebilecek eleştirileri, Açe ve bölge siyasetine, toplumsal
hareketlerine ve tarihine mesafeli duruşun bir zaafiyeti olarak
değerlendirdiğimi söylemeliyim. Bununla birlikte, buna verilebilecek uzunca cevabı
burada ortaya koymayacağım.
Güneydoğu Asya
coğrafyasında verilen bu mücadelelerin post-kolonyal (sömürge sonrası) ve neo-kolonlay
(yeni sömürgecilik) bağlamlarıyla örtüşen ve hakiki bir duruşa işaret
ettiklerini söylemek istiyorum. Sömürgecilik süreçlerini yönetmiş olan Batı’nın,
20. yüzyıl üçüncü çeyreğinde bu sefer adına Post-kolonyal denilen ve bir anlamda
kendi sömürge geçmişlerine yönelik olarak içinde edebiyat, zihin, siyasi, dini,
linguistik vb. sömürgecilik(ler) gibi sosyal bilimlerin zenginleştirebildiği ne
kadar alan varsa tümünde hayata geçirilmiş sömürgecilik süreçlerine yönelik alabildiğine
eleştirel olduğu belirtilen bir tutuma kendi, yani Batı kampüslerinde bir bölümü
3. Dünyadan gelmiş akademisyenler eliyle çanak tutmalarının bir tuhaflık
olduğunu düşünüyorum.
Oysa sömürgeciliği
yaşamış, sömürgecilik sürecinde vatan ve din bağlamı başta olmak üzere ardından
yine Batının ürettiği ‘milliyetçilik’ çerçevesinde özgürlük mücadelesi vermiş
coğrafyaların siyasi ve toplumsal elitinin kaleme aldığı eserlerin Batı akademi
çevrelerinde okutulmaması oldukça tuhaf değil mi? Öte yandan, bu tür eserlerin özgürlük,
bağımsızlık süreçlerinin aktörü olmuş coğrafyaların üniversitelerinde örneğin
Türkiye’de, Malezya’da, Endonezya’da okutulmuyor olması çok şaşırtıcı gelmiyor
mu size?
Bu durumun gündeme
getirilmesinin bir aciliyet olduğuna şüphe yok. Bu bağlamda, Hasan di Tiro ve
Güneydoğu Asya coğrafyasında yetişmiş olan bu türden siyasi ve toplumsal
liderlerin hayatlarının, mücadelelerinin ve de eserlerinin ciddi araştırmalara
konu olmasına ihtiyaç var.
Yukarıda zikrettiğim
Özgürlüğün Bedeli gibi kitapların niteliği azımsamamakla birlikte toplumda sadece
birkaç ilgilisine hitap etmek yerine, kampüslerde sosyal bilim çalışmalarında
örneğin sosyoloji, siyaset bilimi, edebiyat gibi bölümlerdeki Post-kolonyal ve
ilintili derslerde ve yüksek lisans ve doktora tezleri gibi çalışmalara konu olacak
şekilde gündeme getirilerek toplumun geniş kesimlerine ulaşacak şekilde doğru
ve istikrarlı yayın politikalarıyla doğru yaygınlaştırılması gerektiği
kanaatindeyim. Bu bize örneğin Hasan di Tiro gibi mücadelesini vermiş ve bu
hayattan çekilmiş liderlerin mücadelelerinin temellerinin ve bugüne
yansımalarını anlamlandırmaya olanak tanıyacaktır.
Bu vesileyle Hasan di
Tiro’ya Allah’tan rahmet diliyorum. Ruhu şad olsun.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder