6 Şubat 2017 Pazartesi

Asya-Pasifik’teki ‘Trump şoku’ Mattis’in ziyaretiyle yatıştı / Schock soothed after Mattis’s visit to Asia-Pacific

Mehmet Özay                                                                                                                         06.02.2017
ABD yeni yönetiminin Savunma Bakanı James Mattis, ilk önemli ziyaretini geçen hafta Asya-Pasifik’e yaptı. Bakan Mattis’in bu ziyaretinin Güney Kore ve Japonya’ya yapılmış olması kuşkusuz ki, ABD yönetiminde güvenlik konularının gene en ön sırada yer aldığına işaret ediyor. Bu ziyaret, bir anlamda ABD Başkanı Donald Trump’ın daha önce sarf ettiği bazı söylemlere rağmen, taraflar arasında güvenlik konusunun geçen yıl kaldığı noktadan devam edeceğini ortaya koyuyor. Bakan Mattis’in önce Seul ardından Tokyo’ya yaptığı görüşmelerde güvenlik ittifakının devamı konusunda verdiği güvence iki ülke yönetimince memnuniyetle karşılandığı gibi, ABD’nin bölgedeki varlığını önemseyen diğer ülkelerde de olumlu yankı bulduğuna kuşku yok.
Kuzey Kore’nin tehditleri
Bu çerçevede, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleriyle bölge ülkeleri için güvenlik tehdidi oluşturmaya devam etmesi, Çin yönetiminin Doğu ve Güney Çin Denizleri’nin büyük bir bölümünde hak iddialarından geri adım atma yönünde herhangi bir ciddi emare göstermemesi, ABD’nin bölgedeki Güney Kore ve özellikle Japonya gibi güçlü müttefikleriyle bu konuyu öncelikli olarak ele almasında temel nedenleri oluşturuyor. Bununla birlikte, ABD’de yeni yönetimin bir süredir küresel kamuoyuna vermeye çalıştığı ‘içe kapanmacı’ yaklaşımlara rağmen, Asya-Pasifik bölgesindeki bu ilk ziyaretinin nedenlerini ABD kamuoyuna açıklama konusunda pek de zorlanmayacaktır. Bu anlamda, bölgedeki mevcut güvenlik sorununun ABD’yi ve ABD halkını da yakından ilgilendirdiğine kuşku yok. Öyle ki, Kuzey Kore’nin nükleer füze denemeleri etki alanı birincil derecede Güney Kore ve Japonya’yı hedef almış gibi gözükse de, Kuzey Kore liderinin defaatle dile getirdiği tehditler dikkate alınacak olursa, açıkça hedefte Amerikan’ın da olduğu ortada.
Güvenlik işbirliği devam edecek
Bu çerçevede Bakan Mattis’in, “Tıpkı dün olduğu gibi bugün de iki ülkeyle güvenlik anlaşmalarının geçerlilidir” şeklinde yaptığı açıklama, görüşmelerin özeti mahiyetindeydi. Bakanın yukarıda dile getirilen açıklaması, Kuzey Kore yönetiminin bir süredir gerçekleştirdiği nükleer füze denemelerine yakında kıtalararası denemelerle devam edeceği ve Çin’in ise, Doğu ve Güney Çin Denizi’ndeki teritoryal hak iddialarından geri adım atmayacağı yönündeki açıklamalarına bir yanıt teşkil geliyor. Bu gelişme hiç kuşku yok ki, Donald Trump’ın seçim kampanyası ve sonrasında iki ülke savunma işbirliğinde maliyetlerin paylaşılması vurgusunun rafa kaldırıldığı anlamı taşımasa da, Savunma Bakanı’nın ağzından ittifak sürecinin devamı son derece önemli bir gelişmeydi. 
Bununla birlikte, Bakan Mattis’in bu iki ziyaretinde Tokyo ayağı, iki ülke arasında son dönemdeki gelişmelerin bir süreçte ilerlemekte olduğunu ortaya koyuyor. Japonya Başbakanı’nın, özellikle Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) konusunda doğan belirsizlik ve güvensizlik ortamını gidermeye yönelik olarak seçimlerden hemen sonra Washington’da Donald Trump’la iki saatlik görüşmesi hatırlanacaktır. Başbakan Abe, önümüzdeki hafta da, yine Washington’da Trump ile bir kez daha görüşecek.
Asya-Pasifik’de Trump tedirginliği
Savunma Bakanı Mattis’in Tokyo ziyareti, Abe’nin ilk ve ikinci ziyaretleri arasında bir bütünlük sağlamaya ve iki lider arasındaki buluşmayı birbirine yakınlaştırmayı ve anlamlaştırmaya dönük bir işlev görüyor. Hiç kuşku yok ki, Mattis’in ziyareti, ikinci Trump-Abe görüşmesi öncesinde iki ülke arasında ilişkilerin hangi alanlarda derlenip toparlanabileceğini belirlemeye yönelikti. Ayrıca, Savunma Bakanı’nın ziyaretinin, ‘Trump şokunun’ atlatılmasına ve başta Güney Kore ve Japonya kamuoyları ile belki de bölgedeki tüm ilgili ülkelere olumlu bir mesaj verilmesi gibi psikolojik bir boyutunu da hafife almamak gerekir. Mattis’in Tokyo’daki görüşmelerine biraz daha detaytan bakılabilir.
Savunma bakanının, Başbakan Şinzo Abe ve Dışişleri Bakanı Tomomi Inada’yla görüşmelerinde ABD’nin ‘dış tehditler’ karşısında Japonya’nın ulusal savunmasına desteğinin süreceğini açıklaması önemli bir gelişmeydi. Bu noktada, Bakan Mattis, iki ülke arasındaki ortak savunma anlaşmasının 5. Maddesi’ne atfen, “Bir yıl önce, beş yıl önce olduğu gibi, bundan on yıl sonra da geçerliliğini koruyacaktır.” açıklaması Japon yöneticilerin yüreğine su serpiş olmalı. Üstüne üstlük Doğu Çin Denizi’nde Çin’le yaşanan adalar krizi de bu madde kapsamında değerlendirilmesi Japonya nezdinde memnuniyeti bir kat daha artırmıştır.
ABD’nin bölgedeki askeri varlığı
Öte yandan, Japonya’nın savunması için bugüne kadar ABD’nin yüklendiği ‘mali külfetin’ ne kadarının Tokyo yönetimince karşılanacağına dair bir bilgi mevcut değil. Ancak bölgedeki ABD askeri varlığı salt ‘gider hanesiyle’ de ilintili bir husus değil. Bu güvenlik ağı ya da kuşağı sayesindedir ki, ABD ilgili ülkelerde siyasi rejimleri kendilerine ‘ittifak’ kıldıkları gibi, ABD’li şirketler vasıtasıyla ekonomilerini canlandıracak yatırımlara kapı araladılar. Dolayısıyla, Trump’ın daha önce yaptığı açıklamaları, ABD’nin askeri varlığı sanki bölgeden çekilecekmiş gibi algılanmış olsa da, bunun pratikte sorunlar yumağı haline gelecek bir politika olduğuna kuşku yok. Bu nedenle, Güney Kore ve Japonya yönetimleri, ABD destekli savunma süreçlerini tek başlarına ne kadar sürdürebilecekleri sorusu orta ve uzun vadede kayda değer bölgesel güvenlik açığına işaret edecektir.
İlişkilerin ekonomik boyutu
Başkan Trump’ın ABD’yi TPPA’dan çektiği hatırlanacak olursa, Japonya başbakanı Abe’nin ABD’deki seçim sonrasında gerek bölge ülkeleriyle alternatif ticari anlaşmalar ve birliktelikler oluşturulması konusundaki niyeti hala gündemde bir olasılık olarak yerini koruyor.
Öte yandan, ikili ticari ilişkiler noktasında Trump’ın Japon otomotiv sektörü başta olmak üzere iki ülke ticari ve yatırım ilişkilerini ABD menfaatlerine dönük olarak yeniden gözden geçirme kararının pratiğe nasıl yansıyacağını biraz daha bekleyip görmek gerekecek. Başbakan Abe’nin bu hafta Trump’la yapacağı görüşme bu sürece dair ipuçları verecektir. Kaldı ki, Abe’nin geçen hafta otomotiv sektörünün güçlü ismi Toyota’nın başkanı Akio Toyoda ile görüşmesi, ABD ziyaretine hazırlık anlamı taşıyordu. Öte yandan, Toyota başkanının gelecek beş yıllık süre zarfında ABD’ye on milyar dolarlık yatırım yapılacağı yönünde geçen ay yaptığı açıklama, Trump yönetimine gönderilen önemli bir mesajdı.
ABD’nin Asya-Pasifik’teki yeni rolü
Japonya hükümetinin hem Trans Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) hem de ulusal ve bölgesel güvenlik konusunda ABD ile bu denli yakın temasta bulunma arzusu, en basit ifadesiyle 1945 sonrası oluşan dünya sistemi alışkanlığının devam ettirilmesinden kaynaklanıyor. Bu alışkanlığı oluşturan da ABD’nin bizatihi kendisi. 2. Dünya Savaşı sonrasında önce Sovyet Rusya ardından Komünist Çin ve bir ölçüde de Endonezya ve Hindistan’ın başını çektiği ‘Bağlantısızlar’ girişimi karşısında rol alan ve bölgeye rol biçen ABD yönetimi hem ekonomi modelleri hem güvenlik çemberi olgularıyla bölgede kayda değer bir yer edindi. ABD yönetimlerinin bölgeyle ilgili belki de karşı çıktıkları tek unsur çeşitli ülkelerde neşet eden diktatöryal rejimler, ajandasında demokratikleşmeyi rafa kaldıran devletler, insan hakları yaklaşımlarına kulak asmayan hükümetlerdi. Ancak zaten Lee Kuan Yew, Dr. Mahathir Muhammed gibi liderlerin bizatihi gündeme taşıdıkları Asyalılık değerleri savunusu şeklinde ‘haklı’ bir gerekçeye dayandırılarak Batıdan gelen eleştirilere pek de kulak asılmıyordu.
Japonya-ABD ilişkilerinin geleceği
Ancak durum bu kadar da basit değil. 2. Dünya Savaşı’nın yeniden oluşan küresel dengeleri içerisinde mağlup Japonya, galip ABD eliyle dünya kapitalist sistemine eklemlendi. Bu çerçevede, Japonya hem ekonomik yapılaşması hem de piyasa düzeni ve tüketim toplumu özellikleriyle bölgede bir atardamar rolü üstlendi. Öte yandan, Japonya’nın askeri savunma sistemlerinin ülke sınırları dışında rol almasına mani olunur ve sınırlı bir askeri varlığa mahkum edilirken, aslında ABD ile Japonya öyle kolay kolay aşılabilmesi mümkün olmayan sıkı bağlarla birbirine bağlanmış oldu. Japonya’nın dış tehditler karşısında savunma hattını ABD garanti altına alırken, Japonya’da kurulan ekonomik sistem bu ülkeyi, ABD merkezli kapitalist yapılaşmanın Doğu Asya’daki temsilcisi olmak kadar, bir yandan da üreticisi ve tüketicisi konumuna getirdi. Temelde bu nedenlerden ötürü, yeni başkan Trump’ın ABD’yi TPPA’dan çekmesi, savunma harcamalarında kesenin ağzını kapayacağını ifade etmesi Japonya tarafında soğuk bir duş etkisi yarattı.
Çin faktörü
Japonya ve Güney Kore başta olmak üzere bölgedeki diğer bazı ülkeleri de Amerikan’ın varlığına ‘muhtaç kılan’ unsurlardan öne çıkan bir diğer olgu ise, Çin’in bölge ülkelerine güven vermeyen ve bu güveni verebileceğini ortaya koyan bir çaba içinde olduğuna tanık olunmamasıdır. Çin de 1980’lerden başlayarak küresel kapitalist sistemin gereklerine uyacağına söz vermiş olsa da, Çin’i bir model ülke konumunda ele alınmasına sebep olacak sosyal, kültürel ve de yönetimsel program ve pratikleri bulunmuyor. Bu nedenledir ki, örneğin Endonezya ve Malezya gibi ülke yönetimlerinin ekonomi ve yatırım ilişkileri noktasında Çin’le biraz fazla yakınlaşma eğilimi gösterdiğinde, ülke halkları tarafından halen ‘komünist’ ideolojiyle anılan Çin’e teslimiyet olarak yorumlanabiliyor.
Bakan Mattis’in Asya-Pasifik ziyareti, ABD yeni yönetiminin küresel politikalara ısınma evresinde bir önceki yönetimin bıraktığı yerden işleri ele almakta olduğunu gösteriyor. Bu sürecin benzer ziyaretlerle olgunlaştırılıp olgunlaştırılmayacağını bekleyip görmek gerekiyor.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder