16 Mayıs 2016 Pazartesi

Çin’de Kültür Devrimi’nin Ellinci Yılı / 50th Anniversary of China’s Cultural Revolution

Mehmet Özay                                                                                                                  16 Mayıs 2016

16 Mayıs 1966’da başlayan Kültür Devrimi’nin ellinci yılı. Kültür Devrimi, 1949 Komünist Devrimi’nden sonra, aradan geçen on altı yıllık süre zarfında Çin’de meydana gelen ve lider kadronun kültür yozlaşması olarak yorumladığı gelişmelerin önünü almak için gerçekleştirilen ve her yönüyle yıkıcı bir süreç oldu. Aradan geçen yarım asra rağmen, ne Kültür Devrimi ve ne de onun lideri Mao Zedong ülkede değerlendirilmeye tabi tutulmadı. Ancak, Kültür Devrimi’ne konu olan burjuvazi eğilimlerinin benzeri ve hatta daha ileri düzeyde yansımaları 21. yüzyıl başlarında Çin toplumunun başat özelliği haline geldi.  

Kültürel Dejenerasyon ve Çözüm
Kültür Devrimi, Batı burjuvazisinin tesirinden kaynaklanan ‘kültür dejenerasyonuna’ son verilmesi kadar, komünist devrimi yozlaştırıcı olduğu ileri sürülen kadim Çin geleneklerine ve dini yapılaşmalara, yani geniş anlamıyla Çin toplumsal kültürüne karşı da işletilerek, Maocu komünist ideolojiyi yeniden yapılandırma anlamı taşır. 1949 devrimi üzerinden pek fazla süre geçmemişken ve devrim lideri Mao da hayattayken ortaya çıkan bu “sosyo-kültürel erozyona” çözüm bulmak da ona düşüyordu. Biri içerden diğeri dışardan iki kültürel yapı ve göstergeleri, Mao ideolojisi ve bu ideolojinin temsilcilerince düşman ilân edildi.

Bu anlamıyla, dönemin Batı burjuvazisinin kültürel objelerinin ve kısmen de olsa ideolojisinin Çin’e nüfuz etmesine karşı verilen devlet merkezli bir devrimci kalkışma. Ve dönemin lideri Mao Zedong ile yardımcısı Lin Piao’nun öncülüğünde on binlerce gencin tüm ülke sathında mobilize edilmesiyle gerçekleştirildi. Lin Piao’nun yürüttüğü süreç, ülkede fiziksel baskılar, ölümler, intiharlar kadar bugüne kadar sarılamamış psikolojik yaralar açmasıyla modern Çin tarihinde yerini alıyor.

Hedefte Kadim Çin Kültürü de Var
Kültür devriminin doğurduğu ‘şiddet’, sadece ithal burjuvaziyi hedef almadı, aksine yalnızca Çin’de değil neredeyse tüm Doğu ve Güneydoğu Asya’ya nüfuz etmesiyle dikkat çeken kadim Çin kültürel unsurlarına da yöneldi. Çin devletinin, dönemin kültürel etkileşimi bağlamında ortaya çıkan burjuvazi eğilimli toplumsal değişimlere verdiği ideolojik tepkinin Mao ideolojisie bağlı yüz milyonlarca köylü kitlesinin var oluşsal dayanağı olan Çin gelenek ve kültür unsurlarını da kapsaması, hiç kuşku yok ki, devrim yapıcıların açmazlarından biriydi.

Mao, Batı toplumlarında ortaya çıkan ‘proleter’ sınıfına ait olmayan, ancak proleter yerine ikame edilen ve bir anlamda sanal ‘işçi sınıfı’ olarak da karşılık bulan köylü kitlelerini, ideolojisinin en önemli unsuru kabul ederek anlamlandırıyordu. Bunun dışında toplumsal yaşamın üretebileceği tüm unsurlar ikincil, hatta var olma şansı dahi tanınmayan olgular bütünüydü.

Kültür Odaklı Toplumsal Kıyım
16 Mayıs 1966’da başlayan bu süreç, Kızıl Muhafızlar adı verilen milis güçler tarafından ülkenin dört bir yanındaki ‘operasyonlarla’ gerçekleştirildi. Komünist Partisi başta olmak üzere tüm kurumlar, buralara nüfuz ettiği iddia edilen ‘burjuvazi’ ideolojisiyle bağlantılı kişilerden ‘temizlendi’. Yerlerinden, işlerinden olan milyonlarca insan kadar, yaklaşık bir buçuk milyon kişi hayatından oldu. Devrimin ruh halini ortaya koyması açısından bir örnek vermekte fayda var. Suçlananlar arasında, bugünkü Çin devlet başkanı Xi Jinping’in babası ve Mao dönemi bakanlarından Xi Zhongxun da vardır. Suçlanma nedenlerinden biri, o dönem Doğu Almanya’ya yaptığı seyahat sırasında dürbünle Batı Almanya’ya bakması gösterilir. Zhongxun işkence görürken, üvey kızkardeşi de baskılar karşısında intiharı yeğlemişti. 

Kültür Devrimi Tabusu
Aradan geçen elli yıl sonrasında Kültür Devrimi bugün Çin yönetiminde ve toplumunda neye tekabül ediyor sorusuna doğru bir cevap bulabilmek mümkün değil. Ellinci yıl dolayısıyla Çin’de bir süredir olduğu gibi kutlamalar yapılmazken, o döneme ait akademik, siyasi ve kültürel hesaplaşmaya da tanık olunmuyor. Sokaktaki vatandaş ve medya, komünist partisi  korkusundan konu hakkında görüş belirtmezken, Komünist Partisi organlarında da Mao’nun başında bulunduğu Kültür Devrimi girişiminin gerçekliği, nelere yol açtığı ve sonuçları gibi hususlarda derslerin çıkartılmasına matuf bir çabadan söz edilemiyor.

Özellikle Komünist Partisi açısından bunun ideolojik bağlamda anlaşılır yönü, Mao’nun Parti’nin ideologu ve kurucusu olması nedeniyle parti ile özdeşleştirilmesidir. Mao’ya veya onun Kültür Devrimi’ne yöneltilecek bir eleştirel yaklaşım, kuşkusuz ki, Çin halkı nezdinde partinin meşruiyetinin de zedelenmesi anlamı taşıyacaktır. Mao’nun kendisi ve bütüncül anlamda ideolojisini eleştirmek bile şimdilik Çin nezdinde dokunulmaması gereken bir tabudan başka bir şey değil. Bu nedenle, Çin yönetimi ve aydınları hem korkuya neden olan hem de kortukan bu tabuyla başbaşa yaşamayı tercih ediyor.

Komünist Partisi: Bir Varoluş Sorunu

Bir liderin ve bir ideolojinin tabu haline gelmesinin nedenleri olmalı. Bu noktada, Komünist Partisi’ni büyük kitleler için bu kadar önemli kılan sebeplerin kaynağını 19. yüzyılda aramak gerekir. Yanı başındaki komşusu Japonya gibi modernleşme sürecine adım atamamış; yönetim zaafiyetleri karşısında köylü kitlelerinin isyanları ve yaşanan devrimler; Batılı sömürgecilerin varlığı ve Japon ordularının Çin’i işgali gibi süreçlerin akabinde Çin’i ‘kurtaracak’ bir ideolojinin önderlik ettiği toplumsal ve siyasal hareket gelecek yüzyıla damgasını vuracaktı. Özellikle İngiliz ve Japon emperyalizmine karşı, Çin’in kadim geçmişinin bir karşılık veremeyişi, aksine çözümün Batı’nın ürettiği anarşizm, sosyalizm ve akabinde Marksizm’de bulması, uzun bir dönemin ardından bu ideolojinin, ‘Çin birliği’ni sağlayan yegâne siyasi yaklaşım olarak algılanmasını sağladı.

Marksizme biçilen bu kurtarıcılık ve ulusal birliğin sağlanmasındaki rol, yukarıda dile getirilen sürecin önüne kesen bir yöne işaret ettiğine kuşku yok. Şayet Kültür Devrimi ve akabinde Komünist Parti ideolojisi bir sorgulamaya tabi tutulursa, ortaya çıkacak ideolojik boşluk Çin devleti ve bu devletin yüz milyonlarca bağlısını, terk edilmiş Çin geleneksel yapısına dönüşünü olanaklı kılacak bir dönüşüme mi götürecektir, yoksa Batı kapitalizmine teslim bayrağı mı çekecektir soruları gündeme gelecektir. Bu nedenle Çin yönetimi, böylesi varoluşsal bir boşluğa sürüklenmek yerine, yukarıda dile getirilen tabunun şu veya bu şekilde ‘güç verici’ yapısına bağlılığını yeğliyor.

ABD ile Eğitim Kültür Anlaşması
60’lı yılların ikinci yarısında devrime neden olan ve ‘kendiliğinden’ bir sosyo-kültürel akışkanlık olarak da kabul edilebilecek olan burjuvazi nüfuzunun, bir başka düzeyde Çin toplumuna ‘enjektesinde’ devriden sadece birkaç yıl sonra iktidarın siyasi bir tercihi olarak
gündeme gelmeye başladı. Bu bağlamda, ABD Başkanı Richard Nixon’un 1972 yılı Şubat ayında Pekin’e yaptığı ziyaret, iki ülke ilişkilerinin etkisi bugüne kadar sürecek bir seyrin ilk ipuçlarını oluşturuyordu. Nixon’un, Çin’in dönemin belki de en önemli siyasi konusu olarak algıladığı Tayvan’ı siyasi bir argüman olarak da olsa kendi sınırları içerisinde tanıma söylemini kabul ederken, ABD ve Çin arasında sadece ekonomik değil, eğitim ve kültür alanlarında işbirliği konusunda anlaşma sağlandı. Çin, niçin bu kadar çabuk bir sürede ABD ile masaya oturdu acaba sorusu hakkıyla araştırılmaya muhtaç. Bu noktada, Kültür Devrimi’nde, milyonlarca insanın mağduriyeti kadar, ülke ekonomisinin aldığı yara ve gerileme, bir sonraki jenerasyonun pragmatik bir açılım ihtiyacını ortaya koymuş olmalı.

2000’li Yıllar ve Çin Orta Sınıfı
Şöyle bir kıyaslama yapmak da mümkün. 1960’lı yıllarda kültür devrimine yol açan ve bazı yönleriyle sadece sembolik düzeyde kaldığı kabul edilebilecek burjuvazi eğilimleri şeklinde tevarüs eden toplumsal değişimlerin içeriğiyle, 2000’li yıllarda artık bir orta sınıfın yaratıldığı ve bu sınıfın neredeyse tüm taleplerinin sınır tanınmaksızın karşılandığı bir Çin toplumu var karşımızda. Bu gelişmeyi, 1990’lı yıllardan itibaren baş gösteren ‘küreselleşme’ olgusu karşısında Çin’in tutunamadığı şeklinde yorumlamak mümkün. Tam da bu noktada, Çin zaten kültür devrimini bu nedenle yapmamış mıydı sorusu gündeme getirilebilir. Kimi sosyal bilimcilerin ileri sürdüğü üzere, her dönemin kendi şartları çerçevesinde bir tür küreselleşmeden bahsetmek mümkün. Bugün olsa olsa bunun hızı ve kapsam alanının umulmadık şekilde gelişmiş olmasıdır farklı olan. 1960’lı yıllarda Kültür Devrimi’ne giden süreçte ‘burjuvalaşma’ eğilimi sembolik ve pratik düzeyde karşılığını bulur ve Çin sınırlarında yer edinirken, bu gelişmeyi dönemin bir tür küresel etkileşimine bağlamak mümkün.

Dünkü devrimden bugüne kalan nedir sorusuna iki yöntemle cevap bulmak mümkün. İlki, Çin halkı nezdinde bu konunun nasıl algılandığının tespitidir. Çin resmi politikası, araştırma ve soruşturmaya yer verilmesine olanak tanımayan bir yapı olduğundan, halk katmanlarına inip bu noktada cevap bulmak mümkün değil. İkincisi ise dış gözlem. Ne kadar sağlıklı olduğu tartışmalı kabul edilse de, dışardan gözlemler Çin’in 1960’lardaki kültür devrimine neden olacak unsurları çoktan içselleştirdiğini ortaya koyuyor.

Bu içselleştirme, yurt dışında öğrenim gören Çinli öğrencilerden uluslarararası medyaya; sadece orta sınıflar için değil, belki daha çok ‘proleter’ sınıf için ‘yeni bir kazanım olarak’ futboldan, Çin devletinin reform olarak değerlendirilebilecek ekonomi alanında aldığı kararlara kadar bir dizi araçlarla gerçekleştiriliyor. Örneğin, 2015 rakamları dikkate alındığında, üç yüz bin civarında Çinli öğrencinin ABD yüksek öğrenim kurumlarında okduğu gerçeğiyle karşılaşırız. Bu eğilimin orta dereceli okullara kadar da yaygınlık kazanarak, ebeveynlerin yaşları küçük olan bu gruptaki çocukları için özel Katolik okullarını tercih etmeleri dini-kültürel boyutunda işin içine girdiğini gösteriyor. 2005 yılında orta dereceli okullarda okuyan Çinli öğrenci sayısı binin altındayken, 2013 yılında bu rakamın yirmi üç bine çıkması gibi hususiyetler dikkate alındığında, Çin’in 1960’lardaki Kültür Devrimi’nin gündeme taşıdığı argümanla çelişkiler taşıyan kayda değer sosyo-politik değişimler yaşandığı gözlemleniyor. Kültür Devrimi olgusu üzerinde ‘Çin Komünizmi ve Toplumsal Değişme’ veya benzeri pek çok çalışma yapmak mümkün. Ancak bu çalışmaların Çin toplumunun nabzını tutabilecek şekilde ortaya konulabilmesi için Çin’in biraz daha değişim geçirmeye ihtiyacı var.

Komünist Partisi Yola Devam
Bu durum, bizi artık ‘Komünist Partisi etkin değil’ sonucuna götürmüyor elbette. Ancak bugün Çin rejiminin savunabileceği alanların sınırının daraldığı da ortada. Örneğin, Batı kapitalist sisteminin ürünü kabul edilen sivil toplum kuruluşlarıyla birlikte dini gruplara yönelik yasa düzenlemesinin bir tür ‘demir yumruk’ göstergesi olduğuna kuşku yok. Xi Jinping’in parti mensuplarının yolsuzluklarıyla mücadelesi de takdire şayan. Ancak tüm bunlar Çin’in Kültür Devrimi günlerinden çok uzakta olduğunu görmeyi engellemiyor.

Aradan geçen yarım yüzyıl sonunda, Çin’de yaşanan Kültür Devrimi, kurucu liderin ve resmi ideolojinin ‘haklı eylemi’ olarak o günden bu yana meşrulaştırılıyor. Ancak devrimin başlarında, dört genç Kızıl Muhafız tarafından dövülerek öldürülen mühendis Chen Yangrong’un oğlu, “Geçmiş beş bin yıllık Çin tarihi böyle zulüm görmedi” diyerek Kültür Devrimi’nin neye tekabül ettiğini kısaca ortaya koyuyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder