24 Mart 2015 Salı

Lee Kuan Yew ve Açe / Lee Kuan Yew and Aceh

Mehmet Özay                                                                                                                  24 Mart 2015

Singapur’un kurucu babası Lee Kuan Yew’un ölümünün ardından, akla pek çok araştırma konusu geliyor. Kuşkusuz bunlardan bir bölümünün çoktan araştırmaya konu olduğu ve kaleme alındığını söylemek mümkün. Ancak bunlardan biri var ki, o da “Lee Kuan Yew ve Açe” başlıklı bir araştırma. Bu başlık nereden aklıma geldi acaba? Singapur’un kurucusu ve otuz yıla varan Başbakanlık görevinde bulunan LKY ile Açe’nin ne işi olur demeyin. LKY-Singapur demekse ve LKY’i anmak bize tartışmasız Thomas Stamford Raffles’ı hatırlatıyorsa, Singapur ve Açe ilişkisini egemenlik/bağımsızlık-‘eski/yeni’ sömürgecilik dikotomisinde gündeme taşımanın bir anlamı var demektir.

Aslında bu başlıkta bir yazı kaleme almayı LKY’nin 1999 yılında yaptığı bir açıklamaya yani, “Bağımsız Açe yalnızlaşmaya mahkumdur” ifadesine yıllar önce rastladığımda düşünmüştüm. LKY’nin Açe hakkındaki bu görüşü oldukça kışkırtıcı ve tartışmayı hak eden bir beyanat olduğunu düşünüyorum. Öncelikle LKY’nin niçin böyle bir açıklama yapma ihtiyacı duyduğuna değinelim ve ardından bu açıklamanın detaylarına bir bakalım.

Açe Özgürlük Hareketi (Gerakan Aceh Merdeka-GAM) ile Endonezya merkezi hükümeti ordusu arasındaki savaşın yoğun olarak devam ettiği bir süreçte, LKY 13 Aralık 1999 tarihinde CNBC Asya televizyonuna bir mülâkat verdi -ki bu mülâkat Fransız Haber Ajansı’nca da kullanıldı. 1999 yılı sadece Açe için değil, bütün Güneydoğu Asya için önemli bir dönemece işaret ediyordu. Öyle ki, 1997-98 Güneydoğu Asya Ekonomik Krizi, başta Endonezya olmak üzere Malezya, Tayland gibi bölge ülkelerinde rejim ve hükümet değişikliklerini gündeme getirmişti. 1998 yılı Mayıs ayında Endonezya Cumhuriyeti’nin 32 yıldır devlet başkanlığını yürüten Suharto iktidardan çekilirken, akabinde BJ Habibi’nin geçici Başkanlığı ve nihayetinde 1999’da yapılan belki de modern Endonezya tarihinin 1950’li yıllardan sonraki ilk demokratik seçimi sonrasında Başkanlık koltuğuna Abdurrahman Vahid oturmuştu. Vahid’in kamusal alanı sivil yapılaşmalara açan politikaları bağlamında hiç kuşku yok ki, Doğu Timor’da otonom ve bağımsızlık yanlısı grupların ‘referandum’ çağrısına yeşil ışık yakması oldu.

1975 yılında Endonezya’nın ilhak ettiği ve Endonezya ordusunun ve polisinin pek çok insan hakları ihlâline neden olduğu 24 yıllık işgal sonunda 1999 yılında yapılan referandum Doğu Timor’da bağımsızlığın yolunu açtı. İşte bu süreç gözlerin Açe’ye çevrilmesine neden olsa da, Abdurrahman Vahid, Açe’ye bağımsızlık verilmesinin söz konusu olmadığını  dile getirdi. Bazı yazılarımda dile getirmiştim, o dönem Vahid’in danışmanlarından biri “Açe, Endonezya’sız yapabilir, ancak Endonezya Açesiz yapamaz.” ifadesi Endonezya merkezi yönetimindeki siyasi elitin duruşunu açıkça ortaya koyuyor. Açelilerin 1999 yılında kadim başkent Banda Açe’de bir buçuk milyonu bulduğu ifade edilen katılımcılarla referandum çağrısını tüm dünyaya haykırdı. İşte bu süreç sadece Endonezya merkezi yönetiminden değil, aynı zamanda bölge liderlerinden de açık-gizli beyanların ortaya çıkmasına neden oldu. Bunlardan öne çıkanı LKY’nın demeci oldu. LKY, bu demecinde şunları diyordu:

“Bağımsız bir Açe yalnızlaşmaya mahkumdur, çünkü hiçbir ülke Açe Eyaleti’nin Endonezya’dan ayrılmasına taraftar değil. Ve böyle bir gelişme olması halinde hiçbir ülke Açe’nin bağımsızlığını tanımayacaktır.  Güneydoğu Asya’da hiçbir ülke Açe’nin bağımsızlığının tanımaz. Amerika’nın, Çin’in veya Rusya’nın da tanıyacağından şüphem var. Hiçbir ülkenin bağımsızlığını tanımadığı Açe, olsa olsa Biafra gibi olur... Açe’nin bağımsızlık kazanacağına ihtimal vermiyorum. Ancak bir olasılık olarak ortada duruyor.”

LKY’nin benzetme yaptığı Biafra, Nijerya’nın güneyinde 30 mayıs 1967 bağımsızlığını kazanan ancak sivil savaş sonunda bastırılan ve 15 Ocak 1970 tarihinde varlığına son verilen bir siyasi yapı.  LKY’nin örneği Biafra ile sınırlı değildi. LKY, Türkiye Cumhuriyeti tarafından 1974 yılında ‘işgal edilen’ Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’ni örnek göstererek Açe’nin bağımsızlığının imkânsızlığını daha da kuvvetlendiriyordu. Mevzu okuyucularca yakinen bilindiğinde, KKTC’yi burada uzun uzadıya bahsedecek değilim. Tabii, burada önemli olan LKY’nin KKTC’den ne anlayıp anlamadığıyla alâkalı ki, bu da ayrı bir yazı veya araştırma konusu. Ancak şu kadarını söylemek gerekir ki, LKY, “sadece Ankara’nın tanıdığını” söylediği KKTC için ‘uyuyan bir devlet’ (dormant) tabiri kullanarak, varlığı ile yokluğunun kimsenin umurunda olmadığı bir tür yarı-ölü bir siyasi yapıya atıfta bulunuyor. Ve Açe’nin de böyle olacağını söylüyor. Tam da burada, Türkiye Cumhuriyeti’nin modern Singapur devletini algılamama sendromu, acaba LKY’nin bu KKTC atfından mı kaynaklanıyor diye de aklamı bir soru gelmiyor değil. Ancak o dönemler Türkiye’nin temel iç politika sorunları başından aşkın olduğundan ne Açe’nin bağımsızlık çabasına dair bir yorumu ne de LKY’nin bu bağımsızlık olgusu çerçevesinde KKTC vurgusuna verecek bir cevabı olmalı. Bu benzetmelerin ardından, LKY, Açe’nin Endonezya Cumhuriyeti’nden kopuşunu kimsenin istemediğini ve kimsenin de bundan bir yarar görmeyeceğini ve nihayetinde Açe’nin yalnızlaşacağını dile getiriyor.

LKY, Açe’yle ilgili bu açıklamasını yaptığında, Doğu Timor’la ilgili olarak da “Endonezya’dan ayrılmasına gerek yoktu” demesi şaşırtıcı değil. Tabii bu noktada, 24 yıl boyunca Doğu Timorlulara reva görülen hayata dair LKY’nın söz söyleyip söylemediğini tartışmak kı, yoksa kahir ekseriyeti Müslüman olan Endonezya yönetiminin Doğu Timorluların hayatını kabusa çevirecek girişimlere nasıl onay verdiklerini mi gündeme getirmeli? Yoksa bugün Doğu Timor’un, on üye ülkeli Güneydoğu Asya Ülkeler Birliği’ne (ASEAN) gözlemci sıfatıyla katıldığı ve yakında kesin üyeliğinin gündeme gelebileceğini mi söyleyelim?

LKY’nin Açe’nin olası bir bağımsızlığını KKTC ile benzeştirmesini hatırlarsak, bugün KKTC’nin hangi bloklar ve hangi ülkelerce tanınırlığının gerçekleştiğine bakmakta fayda var.

Yukarıda dile getirdiğim sorulara cevap vermeyi erteleyerek, Singapur-LKY ve Açe dendiğinde acaba tarihi bir referans noktamız var mı sorusunu gündeme getirmek istiyorum. Öyle ya, günümüzde kaslarını gevşetmekle meşgul ülkeler ve onların bu edimlerinde destekcileri olan stratejistler, tarihi referanslardan hareket ettiklerini ve tarihin ‘geçmişte kalmış hikâyeler bütünü’ olmadığını herkesin gözünün içine soka soka göstermiyorlar mı?

Güneydoğu Asya tarihini herhalde en iyi bilen isimlerden biri LKY olmalı. Öyleyse aynı LKY, 26 Mart 1873 tarihinde işgal eden Hollanda Krallığı’nın Güneydoğu Asya’daki uzantısı ‘Doğu Hint Şirketi’ ordularının işgalinin siyasi bir anlaşmayla sona erip ermediğini, Açe’nin 1945-1949 yılları arasında tüm Malay dünyası içerisinde tek egemen/bağımsız bir devlet statüsünde olduğunu, Endonezya Cumhuriyeti’nin bağımsızlığının kararının verildiği ve bayrağının göndere çekildiği yerin Açe olduğunu da biliyor olmalıydı.

Bir de tabii, daha önce de söylediğim gibi, LKY’i düşünürken akla Thomas Stamford Raffles’ın gelmemesi olanaksız. Lee Kuan Yew, 2. Dünya Savaşı sonrasının genel siyasi eğilimi olarak kabul edilen sömürgecilikten kopuş ve ulus-devlet inşası bağlamında Singapur Cumhuriyeti’ni dünya sahnesine taşıyan kişi olması hiç kuşku yok ki çok önemli. Ancak modern Singapur’u var eden kişinin Thomas Stamford Raffles olduğu hatırlandığında, bu Ada ülkesinin varlığının bölgede kendisine rakip olabilecek bir toprak parçası yani, Açe’yle bağını da hatırlamak ve tartışmak gerekir.
Thomas Stamford Raffles’ın 19. yüzyıl başlarında, İngiliz Doğu Hint Sömürge yönetimi adına, Penang Adası’nın ardından, Hindistan ve Çin arasındaki ticarete lojistik ve güvenlik desteği sunacak bir liman arayışında olduğunda, o dönem adına ‘Açe Darüsselam Sultanlığı’ denilen egemenliğin kayıtsız şartsız Açelilerde olduğu bir siyasi yapıyla limanların kullanımı konusunu ciddi bir alternatif olarak gündeme taşımıştı. Raffles, dönemin Açe sultanıyla yazışmalarının ötesinde Açe’ye bizzat giderek yetkililerle yüz yüze görüşmeler yapması onun Açe’nin jeo-stratejik ve jeo-ekonomik önemini ortaya koyan bir delil hüviyetindedir. O dönem, Açe iç siyasetinin karmaşası Raffles’ı bir başka ‘liman’ arayışında Singapur Adası’na taşıdı. Ondan sonrası malum... Gelişen/geliştirilen Çinlisinden-Hintlisine İngiliz sömürge yönetiminin ihtiyaç duyduğu insan gücünü karşılaması, sadece Malay Yarımadası’nın değil, Hindistan’ın-Sumatra’nın-Cava’nın mallarının küresel aktarım organı haline gelmesi bugün bölgenin en gelişmiş Ada ülkesi Singapur’un temellerini oluşturuyordu. Şimdi bunu bilen LKY, 1999 yılında Açe’nin bağımsızlığa giden yoldaki demecini gelişigüzel söylemiş olamaz. Doğu Timor-KKTC benzetmelerinde bugün ortaya çıkan duruma göz attığımızda, Açe’nin ne olup olmayacağını tahmin etmek belki birileri için güç olabilir ancak bölgenin tarih ve sosyolojine dair vurguları olanların bu noktada hiçbir kuşkusu yoktur.

Tam da burada birkaç yıl önce, Muhammed Nur Djuli’yle bir sohbetimde kendisine şöyle demiştim: “Şayet Raffles, Açe’yi İngilizlerin Asya ticaretinde odak noktalarından biri yapma kararını nihayete erdirseydi, Açe -Singapur’un aksine- kimliğini koruyarak bugün bambaşka bir konumda olurdu.” Tabii buradaki vurgum, Açelilerin aidiyet olgusu kadar, iki bölgenin insan-kültür ve medeniyet kaynaklarınaydı.


Açe’de bağımsızlık sürecinde bulunduğu bir dönemde, LKY, “Açe bağımsız olup da ne olacak” diyerek Açe’nin önemini küçümsemesi, hiç kuşku yok ki, uzun erimli bölgesel yapılaşmaların değişmemesini öngören bir yaklaşımın izlerini taşıyordu. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder