8 Ocak 2014 Çarşamba

PROF. DR. ABDULLAH AHSAN İLE BANGLADEŞ SEÇİMLERİ ÜZERİNE

Mehmet Özay                                                                                                                      8 Ocak 2014

Abdullah Hasan: Uluslararası Malezya İslam Üniversitesi, İslam Düşüncesi ve Medeniyetleri Merkezi (ISTAC) öğretim üyesi. Aslen Bangladeşli olan Prof. Dr. Abdullah Ahsan, Kanada’da öğrenim gördükten sonra Sudan ve Pakistan’daki üniversitelerde öğretim görevlisi olarak çalıştı. Son 24 yıldır da Malezya’da öğretim görevlisi olarak çalışıyor.

Prof. Dr. Abdullah Ahsan’la Bangladeş’teki seçimlerden hareketle ülke siyasetinin arka plânına göz atmaya çalıştık. Aynı zamanda, seçimler sonrasında ne tür gelişmeler olabileceğine dair projeksiyonda bulunduk.

Mehmet Özay: Sayın Ahsan, geçen Pazar günü Bangladeş’te 10. Genel Seçimler yapıldı. Ancak bu seçimlerin meşruiyeti gerek ülke içinde gerekse uluslararası camiada kaygı  uyandırıyor. Bu konuda neler söylemek istersiniz?

Prof. Dr. Abdullah Ahsan: Evet seçimler yapıldı.. Muhalefet seçimleri boykot etti. Öncelikle yakın geçmişte siyasal yaşamda neler olup bittiğine bakmakta fayda var. 1980’lerde ülke askeri yönetimleri gördü. O dönemde tüm siyasi partiler demokratik, şeffat ve adil bir siyasi yapı oluşturulması konusunda birleşti. Tüm partiler, beş yıllık herhangi bir iktidar sonunda seçimlere, ‘seçim hükümeti’yle gidilmesi konusunda anlaştı. Bunun akabinde 1996, 2001, 2006’de bu şekilde seçimler yapıldı... 2008’de seçimler ordu himayesinde yapıldı. Bu dönemde muhalefet ısrarla seçimlerin seçim hükümeti marifetiyle yapılmasını istedi. Ancak o dönemki hükümet bunu kabul etmedi. Son parlamento’da yani, Şeyh Hasina hükümeti üçte iki çoğunluğuna dayanarak, daha önce anlaşılan ve yasa maddesi olarak varlığını koruyan maddeyi değiştirdi. Ancak bu karar parlamento tarafından alınsa da, halkın genelinde kabul bulduğunu söylemek güç. Muhalefet buna kesinlikle razı değildi. Ve muhalefet 5 ocak seçimlerine mevcut hükümetle gidilmesine karşı çıktı. Bunun sebebi genellikle iktidardaki partilerce yapılan seçimler adil olmamasıdır.

Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılma süreci halen gündemde. Bugünkü yargılamalar ve idam cezaları da bunun göstergesi. Söz konusu bu ayrılma sürecine temas eder misiniz?

Bangladeş’in Pakistan’dan ayrılarak bağımsızlığını kazanması sürecinde yaşanmış acı bir tarihimiz var... Pakistan, İngiliz yönetimi şemsiyesi altında birlik görüntüsü çizen Hindistan’dan koptu. Bundan önce, Müslümanlar Hindistan’ı neredeyse 1000 yıldan fazla yönetti. Müslümanların yönetiminde bütün azınlıklar yararlandı. Müslümanlar, Hindular ve diğerleri... İngilizler alt kıtayı işgal ettiğinde, şu veya bu şekilde etnik gruplar arasında barış hakimdi. Ancak şu açık bir gerçek ki, İngiliz yönetimindeki son birkaç on yıl, Müslümanlar için çok güç bir süreçti. Çünkü çoğunluğu Hindu olan bir yönetimin altına girmeye zorlandılar. Nüfusun %80’i Hinduyda. Hindu yönetimindeki geçmiş tecrübelerden hareketle, modern dönemde Müslümanların nasıl bir yaşam sürecekleri konusunda şüpheler hakimdi. Evrensel şair Muhammed İkbal bağımsız Pakistan düşüncesini gündeme getirdi. Pakistan, İslami ilkelere bağlı bir devlet olacaktı. Din, etnik yapı, sınıf yapısı, kast vb. farklılıkları dikkate almadan insan onur ve haysiyetini öncelleyen bir yapı öngörüyordu.

Doğu Pakistan o dönemde büyük ölçüde Pakistan’ın inşası için çalışan “Muslim League”i destekledi. Ancak ne olduysa bu 25 yıl içinde oldu... Bu nedenle Doğu Pakistan’da ayrılık konusunda güçlü bir kanaat hasıl oldu. Şu nokta unutulmamalı: Şeyh Muciburrahman’ın partisi Doğu Pakistan’ın bağımsızlığı yanlısı değildi. Bu bağımsızlık söylemi, sadece 1971 yılı Mart ayında başlayan ve 1971 Aralık ayında sona eren sivil savaş sırasında gündeme getirildi. Bu dokuz ay boyunca ayrılma düşüncesi giderek ivme kazandı. Sonuç olarak bağımsız Bangladeş ortaya çıktı. Ancak bu süreç sivil savaşla başladı...

Şeyh Muciburrahman demokrasiye inanıyordu, zaten demokratik yollardan seçilmişti. Muciburrah’an'ın Partisindekiler de demokrasiye inanıyordu. Fakat bir yıl içerisinde Muciburrahman demokratik sistemi değiştirmeye başladı. Ve üç yıl içinde tek parti sistemi uyguladı. Bu tek parti yönetimi onun siyasi hayatına mal oldu. Bu tek partiye yönelik olarak toplumda büyük bir kin oluştu. Nihayetinde bu ordunun müdahalesi ve Muciburrahman’ın öldürülmesiyle sonuçlandı. Daha sonra ülkede yeni dönem başladı. Ve bu noktada Bangladeş milliyetçiliği iyi anlaşılmalı. 1971’den önce dil temelli bölgesel etnik farklılık düşüncesi milliyetçilik kaynağıydı ve Pakistan liderliğine, kontrolüne karşıydı.

Kuşkusuz ki bir de Hindistan faktörü var. Hindistan’ın bu süreçteki rolü nedir?

1971’den sonra Hindistan’a karşı çok güçlü bir kin ortaya çıktı. 1947’den yani Pakistan’ın bağımsızlığından 1971’e kadar, Hindistan’ın temel amacı Pakistan’ı bölmek oldu. Bu süreçte Bangladeş milliyetçiliğine nüfuz etmeye çalıştı. Böylece 1971’den önce Bangladeş milliyetçiliği Pakistan karşıtlığına dayanıyordu, ancak 1971’den sonra ise aynı milliyetçilik Hindistan karşıtlığına döndü.

BNP yani muhalefet partisi Bangladeş milliyetçileri olarak Hindistan’a, Hindistan’ın bölgedeki hegemonyasına karşıydı. Halkçı Parti de (Awame League) Pakistan’a karşıydı ve bu böyle devam etti. Bugüne geldiğimizde yani, son beş yılda Hindistan Bangladeş’den büyük bir kazanım elde ettiğine tanık oluyoruz. Sadece ekonomik anlaşmalar yoluyla değil, ticaret yollarıyla, öte yandan bazı ayrılıkçı Hint Eyaletleri üzerinde sağladığı kontrol ile. Bunlar Bangladeş’i günah keçisi olarak Hindistan’a karşı kullanıyordu. Bütün bu konulardaki başarısı Halkçı Parti’yi iktidarda tutulmasıyla sağlandı.
Şeyh Hasina’nın ana destekçisi komşu ülke Hindistan’dır. Hindistan, Halkçı Parti’yi iktidarda tutmak için büyük çaba gösterdi. Bugün ortaya çıkan gerçekler, sadece Şeyh Hasina’nın politikasıyla açıklanamaz. Bu Hindistan politikalarının bir sonucudur. 

Şeyh Hasina ile babası Muciburrahman arasında siyasi süreçler anlamında benzerlikten söz edilebilir mi?

Muciburrahman ile Hasina’nın aynı süreçleri yaşadıklarını söylemek güç. Çünkü Şeyh Hasina bahsettiğiniz gibi Şeyh Hasina asla tek parti yönetimini öncellemedi. Çünkü son otuz yılda önemli değişim geçiren ülke siyasal yaşamında bunu gerçekleştirmesine olanak yoktu. Ancak ne yapmak istediği ise muhalefeti baskı altında tutmak oldu. Bunu diğer on üç parti ile ittifak kurarak yaptı. Aslında pratikte bu tek parti yönetimidir... General Erşad’ın Jatiya Partisi bu partiler arasındadır. Bu partilerin Halkçı Parti’den farklı yönleri olduğu düşünülebilir. Ancak hükümetin Erşad ve Jatiya Partisi’yle olan ilişkisi bir tür Halkçı Parti’nin Jatiya Partisi üzerine uygulanan siyasi baskıya ve Halkçı Parti’ye tabi olmasına dayanır. Evet bu noktada Şeyh Hasina’nın uygulamasının babasının 1972-3’de izlediği politikayla aynı olduğu söylenebilir. Ancak mekanizma farklıdır.

Ülke siyasal yaşamında üçüncü bir güç var: Cemaat-i islami. Bu yapı hakkında neler söylemek istersiniz?

Cemaat-i İslami, Pakistan’da kurulmuş bir siyasi partiydi. 1971’de Halkçı Parti seçimi kazandığında Cemaat-i İslami Halkçı Parti’yi tebrik eden ilk partiydi. Ancak Batı Pakistan’da bir tür komplo teorisi gündeme getirildi.. Ve Şeyh Muciburrahman’a siyasi yönetim hakkı tanınmadı. Cemaat-i İslami bu noktada Pakistan’la işbirliği yapmadı. Çünkü bu yapının içinde Pakistan ordusu, mevcut bürokrasi ve Pakistan liderlik yapısı vardı. Cemaat-i İslami bu yapının içinde yer almıyordu.

Daha sonra Zulfikar Ali Butto’nun başını çektiği Pakistan’daki parti ve Doğu Pakistan’daki güçlü lider konumundaki Muciburrahman siyasi sorunların çözümü için birbirleriyle görüşüyorlardı. Bu dönemde iki üç hafta süren görüşmelerde Batı Pakistan ordularını Doğu Pakistan’a gönderdi.

Ve demokratik olarak seçilmiş yönetime karşı askeri harekat başlatıldı. Bu Doğu Pakistan’da sorunların temelini oluşturur. Ancak bu süreçte Cemaat-i İslami’nin rol aldığını düşünmek yanıltıcı olur. Ancak Pakistan’ın askeri operasyonu gerçekleştiğinde Halkçı Parti kadroları Hindistan’a kaçtı ve Cemaat-i İslami siyasi bir görev üstlendi. Halkçı Parti, Hindistan’ın desteğiyle bağımsızlık hareketine başladı. Ve bu yapılanmaya karşı Pakistan ordu gücünü kullandı. Bu Cemaat-i İslami için son derece güç bir durumdu.

Cemaat-i İslami, İkbal’in düşüncesine inanıyordu. Nihai olarak İslami prensiplere dayalı bi yönetim olabileceğine ve bunun toplum için faydalı olacağına inanıyordu. Her iki diğer çözüm de yanlıştı. İki seçim vardı. Ya Pakistan birliğini savunmak ve Paakistan ordusuna yardımcı olmak veya Bangladeş bağımsızlık hareketini savunmak. Ve Pakistan’dan ayrılmak. Bu siyasi bir karardı. Ve Cemaat-i İslami Pakistan’ın birliğinden yana görüş kullandı. Sanırım, bu benim bireysel görüşüm, o zamanlar gençtim ... Bangladeş bağımsız olsa etrafı Hindistan’la çevrili bir ülke olacaktı... Egemenliğini sağlamak son derece zor olacaktı. Pakistan’ın birliği uzun erimli süreçte Bangladeşliler için daha iyi olacaktı.

Cemaat-i İslami’nin söylediği zor bir karar almaları gerekiyordu.. Pakistan’a karşı savaşan Hindistan’ın desteğindeki halkçı parti yanında yer almak veya Bangladeşli sivillere karşı askeri gücü kullanan ordunun yanında yer almak. Cemaat-i İslami birleşik Pakistan’dan ve Pakistan ordusu’nun düzeni sağlamasından... Pek çok masum insan hayatını kaybetti. Öldürülen insanlar, ırzına tecavüz edilenlerin sayısı oldukça abartılmıştır. Çünkü Pakistan, İslam adına ortaya çıkmış bir devletti. Hindistan özellikle bu ölü sayılarının abartılmasında rol oynadı. Bangladeş hükümeti pek çok kez kanıtlar toplamaya çalışmış ancak hiçbir şekilde kamuoyuyla paylaşılmamıştır. Çünkü sayı son derece düşüktü. Bu sayıyı açıklamak istemediler. Gerçekte Şeyh Muciburrahman Pakistan ve Hindistan arasında bir anlaşmaya vardı. Ve suç işlemiş olan hiçbir Pakistanlı ordu mensubu yargılanmayacağı konusunda anlaşma yapıldı. Herkese af ilan edildi. İçinde Cemaat-i İslami de vardı.

Son yirmi yıllık tecrübenin ardından Halkçı Parti, Cemaat-i İslami’yi ortadan kaldırmadan Halkçı Parti’nin iktidarı elde etmesi mümkün gözükmediğini anladı. Cemaat-i İslami kimi desteklerse o iktidara geliyordu. Bunun sonucu olarak, Halkçı Parti, Cemaat-i İslamiyi ortadan kaldırmaya başladı. Bunun öncelikli sebebi de, 1971 hadisesi olarak gündeme getirildi. 40 yıl sonra yeniden gündeme getirildi.

Son dönemdeki yargılamalar ve infaz uygulaması nasıl anlaşılmalı?

Cemaat-i İslami mensupları yargılanmaya karşı değil, ancak bu yargılama uluslararası gözlemciler önünde yapılmalıydı. Ancak bu yapılmadı. Bangladeş Hükümeti, Uluslararası Suçlar Mahkemesi kursa da, gerçekte hem Bangladeş için de bile bu mahkemeye atananlar Halkçı Parti yanlısıdır. Cemaat-i İslami yargılamaların adil olmadığına inanıyor. Bu nedenle karşı çıkıyorlar. Amnesty International, Human Rights Watch, Cemaat-i İslami’nin argümanlarını kabul ediyor ve yargılamaların adil olmadığını söylüyor. Bu yargılamalar herhangi bir uluslararası suçlar mahkemesi kriterlerine uymuyor. Şu ana kadar bir lideri astılar. Ve diğerleri sırada bekliyor... aralarında ulusalcı liderler de var. Asma hadisesi başladığına göre, yönetim muhalefeti dikkate almıyor.. Birleşmiş Milletler, ABD Dışişleri Bakanı Bangladeş yönetimine bu idamların durdurulmasını söyledi. Cemaat-i İslami liderlerine kendilerini savunma hakkı verilmedi. Bu gelişmeler, Hükümetin eylemlerinin ardında bir hedefi olduğunu ortaya koyuyor. 1971’i meşrulaştırıyor diyebiliriz. Bugün uluslararası kamuoyu Bangladeş yönetimine medeni bir dünyada yaşamak istiyorsan medeni davranmasını söylemeli. Halkçı Parti, maalesef medeni davranmıyor. Son derece barbarik bir davranış sergiliyor.

Görüşlerinizi paylaştığınız için teşekkür ederim.

Ben  teşekkür ederim.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder