22 Mayıs 2020 Cuma

Covid-19 sonrası paradigma beklentileri ve yakın geçmişten örnek / Expectations for paradigm shifts in post-Covid-19 and a model from recent past


Mehmet Özay                                                                                                             22.05.2020

foto: kişisel arşiv
Covid-19 adıyla bilinen ve küresel ölçekte etkili olan salgın hastalığın gündeme gelmesinden bu yana yaklaşık beş ay geçmiş durumda. Ne virüsün çıktığı ülke Çin’de, ne de virüsün en çok etkisini gösterdiği Batı Avrupa ve Kuzey Amerika’da çözüm anlamında bir gelişmeden bahsetmek mümkün değil.

Özellikle ABD ve Çin gibi iki küresel ekonomik gücün birlikte insanlık için tıbbi çözüm noktasında ortak bir çaba içerisine girmesi yönünde naif görüşler hiç kuş ku yok ki, göz ardı edilmeye mahkum gözüküyor.

Tıp dünyasının bu alanda önemli çaba içinde olduğu, daha Avustralya’nın Ocak ayı sonlarında söz konusu kopyalayıp ilgili ülkelerle paylaşacağı bilgisinden bu yana biliniyor.

Çözümlenemeyen virüs sorunu

İklime bağlı olarak salgının etkisini yitireceği konusundaki görüşler, örneğin Güneydoğu Asya tropiklerinde vaka sayısının görece az olması,  kısmen bunu doğruladığı şeklinde yorumlanabilir. Aynca, aynı tropik kuşağın öte yanında, yani Latin Amerika’da salgın alıp başını gider bir görüntüsü yine genelleme yapılmasına mani oluyor.

Adının önüne “pan” eki getirilerek küreselleştiğine dikkat çekilen salgınla mücadelede, bir başka açıdan bakıldığında akla hiç kuşku yok ki, Dünya Sağlık Örgütü (World Health Organization-WHO) geliyor.

Diğer ulus-aşırı küresel kurumlar bir yana, WHO çatısı altında çeşitli ülkelerdeki tıp otoritelerinin bazı çalışmalar yaptığı düşünülse de, bu uluslararası kuruluş çatışmacı küresel siyasetin aleti olmak gibi olumsuz bir görüntüye de ev sahipliği yapıyor.

Tüm bu görüntüler içerisinde özellikle, ekonomi ve siyaset dünyasında “Covid-19 sonrası yeni paradigma oluşur mu?” sorusunu sormaktan vazgeçip, mutlaka bir paradigma değişimi olacağında anlaşmış gözüküyorlar. Ortaya çıkacağı varsayılan paradigmanın ne yönde seyredeceği konusundaki görüşler ise, ideolojik tutumlara koşut bir seyir takip ettiğini söylemek mümkün.

Bu noktada, ‘acaba öngörülemeyen bir toplumsal ve siyasal evren karşımıza çıkar mı?’ sorusunun cevabı bilinemezliği kadar, daha önce yaşanmış benzer tecrübelerden hareketle bazı öngörülerin gündeme getirilmesine yol açıyor.

Tsunami: yakın geçmişteki tecrübe

Hint-Pasifik bölgesinde 2004 yılı sonlarında meydaha gelen deprem ve tsunaminin Hint Okyanusu’nu çevreleyen on bir ülkede etkisini gösterdiğini hatırlatmakta fayda var.

Bu ülkeler içinde deprem üssüne yakınlığı ve dolayısıyla tsunaminin en büyük hasarı meydana getirdiği coğrafya olan Endonezya’nın batı ucundaki Açe Eyaleti’nde olan bitenleri hatırlamakta fayda var.

Böylece, daha önce yaşanmış olan diyelim ki, İspanyol gribi, SARS, MERS ve H1N1 gibi akla gelen ve konuyla ilgili görüş beyan edenlerin atıfta bulunduğu sağlık kökenli afetlerden hem boyut olarak hem de doğurduğu sonuçlar itibarıyla ayrışmasıyla kendine özgü bir nitelik taşıyor.

Ayrıca, Açe’den hareketle ulusal ve uluslararası çevrelerde yankısını bulan değişimin, bugün yaşanmakta olan Covid-19’un etkisini yitirmesi ile gündeme geleceği varsayılan değişimler için bazı benzerlikler göstereceği öngörülebilir.

26 Aralık 2004 tarihinde Pazar günü sabah saat 8 sularında Sumatra Adası’nın kuzey-batı sahillerine bakan kesiminde meydana gelen deprem ve kısa bir süre sonra örneğin, 15-20 dakika içerisinde dev dalgaların sahil şeridini sarması ile yıkım etkisini göstermişti.

Dalgaların yayılım hızı ve gücü, mesafeye bağlı olarak azalmakla birlikte, Hint Okyanusu’nun ortasında Sri Lanka ve Maldivler ile okyanusun en batısında Somali sahillerine kadar ulaşmasıyla küresel dikkati çeken bir öneme sahipti.

Ancak bu tarihten önce Açe topraklarında yaşanan savaş ortamın anlaşılması halinde ne gibi değişimlerin ortaya çıktığı hakkıyla anlamlandırılabilir. Batı medyasının hayretini celbedecek şekilde tsunaminin, Eyaletin her şeyi yerle bir ettiği Güney, Batı ve kuzey Batı sahil şeridindeki yerleşim yerlerinde ayakta kalabilen ve belirli bölgelerde halkın sığınabileceği tek tük yerlerden olan camiler yaşanan doğal afetin ‘maddi’ boyutunu ortaya koyuyordu.

Büyük dönüşümün nedeni

Cakarta merkezi hükümeti marifetiyle eyaletin dış dünya ile irtibatının kesik olması, askeri rejimin varlığı, sıkıyönetim koşulları, uzun erimli savaş koşullarını eyaletin sosyo-ekonomik imkânlarını tarümar etmesi ve/ya bu tür imkânların geliştirilmesinin önünde en büyük engellerden birini oluşturması vb. gibi koşullar, tsunami ile birlikte Açe’de yaşanan dönüşümün önemini ve büyüklüğünü göstermesi açısından önemlidir.

Savaş nedeniyle Açe’yi vuran tsunami haberleri küresel medyaya geç ulaşmakla birlikte, bir tezat teşkil edecek şekilde kısa sürede, bölgesel ve küresel ölçekte insani yardım imkânları tekil devletler, ulus-aşırı kuruluşlar ve sivil toplum oluşumlarınca mobilize edilmesine tanık olundu.

Aslında bu mobilizasyonun maddi boyutu bile yeni bir sorun karşısında geliştirilen hiç kuşku yok ki, başlangıçta doğaçlama olarak ortaya konulan ancak, önemli olduğuna kuşku olmayan bir yöntem geliştirilmesine yol açıyordu.

Öyle ki, sınırları siyasi ve askeri karar mekanizmalarıyla kapatılmış bir bölgeye nüfuz etme çabası, ulus-devletin bir yanda acizliğini gösterirken, öte yandan uluslararası insani ‘baskı’ sonucu hızlı karar alma mekanizmasını ve adaptasyon sürecine uyumuna işaret ediyordu.

Ateşkes ve barış

Savaşa konu olan bölgede tarafların “ateşkes” kararının alınmasına rağmen, ulusal ordu birliklerinin Açe’deki varlığı bir handikabı ortaya koyuyordu. Bu bile kendi başına bir ilke işaret ettiğini söylemek mümkün.

Bir yandan ulusal, bölgesel ve uluslararası yardım kuruluşları insan ve maddi yapılarıyla Açe’de etkin olmaya çalışırken, gündelik edimler içerisinde yanı başlarından geçen ordu birlikleri neyin hangi güce karşı meydan okuduğunun bir anlamda karmaşıklaştığı bir görüntü çiziyordu.

Bu sembolik görüntünün tsunamiden yaklaşık sekiz ay gibi kısa bir süre sonra, yani 15 Ağustos 2005’te taraflar arasında barış anlaşmasının imzalanması, değişimin kısa sürede geldiği noktayı göstermesi açısından kayda değerdir. Bu tür çatışma bölgelerinde her daim barış adına yapılan çabalar olduğu göz ardı edilmemekle birlikte, doğal afetin zorlayıcı/teşvik edici yanını burada görmek gerekiyor.

Bu barışın, sadece dışarlıklı uluslararası kuruluşların, tekil devletlerin ve birliklerin yardım faaliyetlerinin arzu edilir bir şekilde sürdürülebilmesi için Cakarta merkezi hükümeti nezdinde oluşturdukları baskı ile açıklanmayacak safhaları bulunuyor.

Doğal afetin bölge halkı, bağımsızlık talebindeki temsilcisi siyasi hareketin lider kadrosu ile merkezi yönetimin çeşitli katmanları üzerindeki tesiri, tüm bu unsurların birbirinden bağımsız ve birlikte ele alınabileceği bir açıklama ihtiyacını ortaya koymaktadır.

Yeniden yapılandırma fenomeni

Savaşın sona ermesi ile acil yardım safhasının ardından bakanlık düzeyinde tesis edilen bir kurum çatısı altında sosyo-ekonomik, kültürel ve dini gibi toplumsal yapının neredeyse tüm unsurlarının temsil edildiği ve karşılık bulduğu bir yeniden yeniden yapılandırma ve inşa sürecine adım atılması ve bunun dört yıl gibi görece uzun bir döneme yayılması mümkün olabilmiştir.

İnşa sürecinin salt maddi inşa olarak algılanmaması, Açe toplumunun savaş döneminin neden olduğu tüm kayıplarının da içinde olacak şekilde kültürel, siyasi unsurlarının yapılandırılması noktasında ortaya bir laboratuarın çıktığını söylemek yanlış olmayacaktır.

Bu laboratuvar sadece sahada çalışan çok çeşitli insani yardım kuruluşlarının uyguladıkları metodları gözden geçirmeleri, yenilerini adapte etmeleri yani yeni bir teori/lere yol açacak denli mevcut şartların zorlamalarıyla hareket etmelerine neden olmadı.

Bu laboratuar, dünyanın farklı bölgelerinden ve denizcilikten toplum bilimcilere, iktisatçılardan insan haklarına değin farklı bilim disiplinlerinden akademisyenlerin Açe’de çalışmalar yapmalarına olanak tanıdı.

Bu noktada, doğal afetlerin periyodik olarak nüksettiği Güneydoğu Asya topraklarında benzeri felaketlerle mücadele için Güneydoğu Asya Ülkeleri Birliği (ASEAN) içinde insani yardım çalışmaları konusunda yeni yaklaşımların ortaya konduğuna tanık olundu.

Bu sürecin aktörleri olan Açe toplumu ile bu sürecin dışardan gözlemcileri ve katılımcıları olan yerli yabancı tüm kurumlar değişimin bir yanında yer alıyorlardı. Bu değişimi her bir sokakta, köyde, kasabada ve şehirde ortaya çıkması açıkçası Açe toplumunun yeniden örüntülenmesine işaret etmektedir.

Açe’de başlayan bu yeniden yapılandırmanın Açe ve Endonezya siyasetine etkisi ise, adına “özerk” denilen siyasi modelin uygulanması oldu.

Daha önce benzeri varsayılacak bir unsurdan bahsedilse de, yeni anlaşma çerçevesinde bölge halkının demokratikleşme süreçlerine daha da yakınlaşması, eyalet valisi ve parlamentosunu kendi oylarıyla belirlemesi, ekonomi, eğitim ve kültür alanlarında yeni kavramlar ve kurumların hayata geçirilmesi gibi bir dizi değişimin pratiğe geçirilmesine tanık olundu.

Uygulamada nelerin değişebileceği ve bunun teorileştirme çalışmalarına ne denli katkı yapabileceğinin boyutu Açe’deki bu değişim süreçlerinin, en azından demokratikleşme gibi bazılarının Endonezya’nın farklı bölgelerindeki Eyaletlerden de talep edilir hale gelmesidir.

Açe’deki dönüşümün uluslararası arenaya yansımasını ise, daha en başından Helsinki Barış görüşmelerinden başlayarak benzeri çatışma bölgeleri için örneklik teşkil etmesinde aramak gerekir.

Covid-19’un yerel bir salgın (endemik) olmadığının anlaşılması ile birlikte, küresel olarak harekete geçilmesi arasında pek fazla bir zaman geçmemişti. Bugün salgının boyutu küresel toplumun nerede hata yaptığını sorgulamasına el verecek bir ortam sağlamaktadır. Bu ortamı, en iyi şekilde değerlendirmek, yukarıda sunulan örnekte olduğu gibi “total yıkım”dan “total dirilişe” doğru çeşitli alanlarda olumlu gelişmelere yol açma potansiyelini içinde barındırıyor.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder