5 Ekim 2019 Cumartesi

Padang Depremi’nin 10. Yılı: Doğal afetler ve ‘kirlilik’ / 10th anniversary of the Padang earthquake: Natural disasters and ‘corruption’

Mehmet Özay                                                                                                                         06.10.2019

foto:asianitinerary.com
30 Eylül, Padang depremininin onuncu yılıydı. Endonezya’da Batı Sumatra eyaleti başkenti Padang’ın 32 mil açığında Meranti Adası yakınlarında deniz tabanında meydan gelen 7.6 şiddetindeki deprem eyalet başkenti Padang ve kuzeyindeki Pariaman’da etkili olmuştu. 2009 yılındaki bu depremde, bini aşkın kişi hayatını kaybettiği deprem, daha çok ses getiren ilginç olayları ile akıllarda yer etmişti.

Söz konusu insan kaybının depremin doğrudan etkisi ve/ya onun neden olduğu tahmin edilebilecek tsunamiden ziyade, aksine dağlık bölgede depremin tetiklediği toprak kaymaları sonucu bazı köy yerleşimlerinin toprak altında kalmasından kaynaklanıyordu.

Bununla birlikte, daha ilk arama kurtarma çalışmalarının tam anlamıyla başlamadığı ilk günlerde bölgedeki kayıpları yüksek gösteren özellikle, aralarında BM’nin de olduğu çeşitli uluslararası kuruluşlar ile basının etkisiyle bölgeye yardım kuruluşlarının akınına uğramıştı.

Akıllarda 2004

Gerek tahminlerin yüksek gösterilmesi gerekse yardım kuruluşlarının bölgeye akın etmesinin bir gerekçesi olduğu düşünülebilir.

Bunun temel nedeni 2004 yılında yaşanan ve aynı adanın kuzeyinde deniz tabanında meydana gelen yüzyılın felâketi olarak adlandırılan gelişmenin hâlâ akıllarda bıraktığı izdi.

Bu noktada Padang depremine dikkat çekmemizin bir nedeni var. Açıkçası, 2009’dan sonra başka depremler görülmedi değil Endonezya’da. Ancak Padang depremi, 2004’de aynı adada yani, Sumatra Adası’nın kuzeyinde Açe eyaletini vuran deprem ve tsunamiden sonra, bölgedeki doğal felaketlere karşı alınabilecek tedbirler için dönüm noktalarından biri olma özelliği taşıyordu.  

Endonezya’nın üzerinde yükseldiği Takımadaları’n, Hint-Avustralya ve Pasifik kıtalararası üzerinde bulunması dolayısıyla sık sık depremlere konu olan Endonezya özellikle 2004 yılında, aynı adanın kuzeyinde Açe Eyaleti ile Hint Okyanusu’na kıyısı olan on bir ülkeyi etkilemesi ile bir anda küresel basının gündeminde yer işgal etmeye başladı.

Öyle ki, 2004’ten sonra bir anda Endonezya küresel medyada duyulmasının bu depremler sayesinde olduğunu söylersek yanılmış olmayız. Bölgenin doğal hadiselerine doğrudan maruz kalan halkın bir tür alışkanlık kesbettiği özellikle depremler, başka bölgelerdeki depremlerden ayrılan özellikleriyle görece daha az yıkıcı etki bırakıyor.

Buna ilâve olarak, zaman zaman görülen yıkımların ise, insan etkisinin neden olduğu alt yapı eksikliğinden kaynaklandığı ise yakinen bilinen bir durum.

Halkın alışkanlık kesbettiği derken, temelde sadece Sumatra ve Takımadalar’ın diğer bölgeleri değil, neredeyse bütün Asya-Pasifik bölgesinin batı sahillerini etkileyen, yıl içerisinde meydana gelen periyodik doğal gelişmelerin zaman zaman felâket halini almasının yeni bir olgu olmadığını söylemek istiyorum.

Özellikle, adına Muson (mausim/season) denilen ve yılda iki defa gerçekleşen yağış dönemi farklı yönlerde esen sert rüzgârlar nedeniyle tayfun, kasırga halini alıp yerleşim yerlerini vurabiliyor, uçak ve deniz seferlerini durdurabiliyor; sel baskınlarıyla yaşam ve tarım alanlarında önemli hasarlara yol açabiliyor.

Bu anlamda, bölge halklarının depremlerin, tayfun ve kasırgaların içine doğduğunu söylersek yanılmış olmayız.

Padang depremi vesilesiyle bunları hatırlatmamızın nedeni, doğal hadiseler adı verilen gelişmelerin insan eliyle, gerek öncesinde gerek sonrasında alınabilecek tedbirlerin alınamaması, basit ihmalkârlıklardan aşikâr yolsuzluklara kadar uzanan yapısal bir nitelik arz ediyor.

Kalkınmacı modernleşme ve felâketler

Bununla birlikte, dikkat çekilmesi gereken bir diğer özellik, bölge ülkelerinin sanayileşme, şehirleşme, küresel talepler karşısında yağmur ormanlarının tarümar edilerek yeni tarım arazilerinin açılması, kısaca adına kalkınmacı modernleşme denilen süreçler çerçevesinde insan–doğa ilişkilerinin çoktan beridir değişmeye yüz tutmuş olmasıdır.

Daha çok bu, küresel mekanizmaların devreye girmesiyle iklim değişikliği şeklinde zuhur eden bu değişimin, aslında yerelden başlayarak insan-doğa ilişkilerinin tarım alanları, deniz ve nehirler, barajlar, yerleşim yerlerinin inşaası ve benzeri özelliklerle birbiriyle ilintili süreçlere konu oluyor.

Yıkıcı etkinin büyükçe bir bölümünün yukarıda zikredilen ikinci şıktaki gelişmelerle bağlantılı olması, insanın doğa ile olan ilişkilerini yeniden düşünmesini sağlayacak zeminlerin oluşmasına yol açıp açmadığı ise şüpheli.

Batı başkentlerinde zirveler üzerinden gündeme getirilen iklim değişiklikleri söylemlerinin, yine batı merkezli çok uluslu şirketlerin ürünü oldukları kapitalizmin körüklediği tüketimcilik olgusu, dünün sömürge toprakları, modern zamanların üçüncü dünya ülkeleri, bugünün ise gelişmekte olan ülkeleri ile anılan topraklarda aslında olumlu değişmelerin önünün alındığı bir sisteme gönderme yapıyor.

Yukarıda değinildiği üzere, bölge doğal afetlerle yeni karşılaşmıyor. Yeni olan bir şey varsa o da, adına küreselleşme denilen olgunun medya organları üzerinden kendini yeniden üretmesi ve bu üretim sürecinde doğal afetlerin araçsallaştırılmasıdır.

Medyanın ilgisi

Bu nedenle, doğal afetler neden olduğu zarar gücü, coğrafi etki alanının genişliği, olağanüstü görsel etkileri gibi faktörleriyle, küresel medyanın kaçırmak istemediği gelişmelerden biri.

Adına ‘en çok seyredilme’ denilen olgunun doğurduğu rekabetçilik -bir yerlerde yarar denilebilecek bir anlayışı gündeme taşısa da- sıradan gelişmelerin medya tarafından aslından uzak, abartılı, yanlış vb. şekillerde hazırlanması ve sunulmasını da beraberinde getiriyor.

Bir süredir gündemde olan ve adına yalan haber (fake news) denilen maharetin doğal afetlerle pek de mahir bir şekilde yeniden üretilir hale gelmesine dikkat çekmekte fayda var.  

Padang’a ilk ulaşan ve depremin etkilediği söylenen yerleri yakinen müşahade eden ilk gruplara mensup kişiler olarak, küresel medyanın bölgede nasıl bir rol oynadığına da şahit olma imkânı bulmuştuk o dönemde.

Deprem nedeniyle kara yolunda açılan yarıkların, görsel mahiyetini abartabilecek teknolojik imkânları ile bölgeye gelen uluslararası basın çalışanları, gece yarılarına kadar depremin yıkıcılığını küresel ortama aktarmanın mücadelesini vermelerini biraz da şaşkınlıkla izliyorduk.

Bilgisizlik ve yolsuzluk

Küresel medya rolünü icra etmenin memnuniyetini taşımış olduğuna kuşku yok. Ancak sürecin başka adımlarının da, bunun peşi sıra gelmesi hiç kuşku yok ki, bilgisizlik ile yolsuzlukların etkileşiminin ne denli güçlü etkiler doğurabileceğini de göstermektedir.

Eyalet başkenti Padang ve Pariaman’da görece az sayıda ‘yüksek’ binanın çökmesiyle oluşan enkazlara rağmen, bütün bölgenin önemli bir yıkıma konu olduğu haberi nasıl olsa ortalığı kaplamıştı. Genel sekreterinin yanlış yönlendirildiği aşikâr olan bir uluslararası kuruluşla adına uluslararası denilen naif bir sivil kuruluşun nadide işbirliğinin bir örneği olarak Medan’dan ambulansla yiyecek getirenlere; bölgeye gelip gözlem yapanların, “Bari ülkemize dönerken elimiz boş dönmeyelim, söyleyecek lafımız olsun” diyerek, Padang’daki açık marketlerden bölgenin standard yiyeceklerini alıp dağıtanlara; Körfez bölgesinin ultra-gelişkin Arap ülkelerinin kendini yeni yeni göstermeye başlayan yardım kuruluşlarının 4x4’lü full ekipmanlı araçlarıyla günler sonra bölgeye ulaşması ve yapacak pek de bir şeylerinin olmamalarıyla karşılaşmaları gibi bir dizi tuhaflıkları başka bir şekilde izah etmenin yolu olmasa gerek. Üstüne üstlük bir başka tuhaflık da vardı o dönem ortalıkta dolaşan. Türkiye’ye daha sonra darbe yapmaya yelteneceklerin el çabukluğuyla, “Acaba Padang’da nasıl okul açabilirizin” hesabıyla bir mezarlıkta kazara karşılaştıkları ‘Türk’ ismi üzerinden nasıl bir bilgisizlik ürettiklerini de da o zamanlar yazmıştık zaten.

Adına doğal afetler denilen süreçlerin kimileri için ne kadar verimli imkânlar olduğuna dair örnekleri akademik çalışmalarla destekleyecek akademisyenlere ihtiyacımız olduğu ne kadar da aşikâr.

Endonezya kendi mücadelesini kendi verebilir

Bir diğer tuhaf durum, Endonezya gibi sürekli doğal afetlere maruz kalan, bununla birlikte 2004 deprem ve tsunamisini tecrübe etmiş bir ülkenin, Padang gibi hem de ülkenin en gelişmiş alt yapısının olduğu bir bölgede nasıl olup da işin içinden çıkamamış olması bulunmaktadır.

2004’te bölgeye sadece yedi milyar dolar gibi bir meblağ yardım maksadıyla girmedi. Bununla birlikte, teknik bilgi ve yardım, eğitim, vb. süreçlerin Endonezya resmi ve özel kuruluşlarıyla paylaşıldığına tanık olundu.

Ancak adına gelişme denilebilecek bu süreçlerin nedense ülkede daha sonra baş gösteren doğal afetlerle mücadelelerde etkin kullanılıp kullanılmadığı şüphesi sürekli gündemde olmaya devam etti. Hemen burada ister istemez akıllara, 2016 yılı Aralık ayında Açe’de meydana gelen depremde sahil bölgelerine yerleştirilen tsunami uyarı cihazlarının çalışmadığı haberleri geliyor!

250 milyona yaklaşan dinamik ve giderek eğitim düzeyi yükselen, bürokrasisi merkezden en küçük adaya kadar intizamlı bir şekilde ulaşan, demokrasisi gelişmeye yüz tutmuş, kalkınmacı ekonomiler içerisinde yer alan Endonezya gibi bir ülkenin böylesi doğal afetlerle mücadele edebilecek kapasiteye sahip olmadığını kimse söyleyemez. Sorulması gereken, bu süreçlerin niçin hak ettiği şekilde işletilemediğidir.

http://guneydoguasyacalismalari.com/2019/10/06/padang-depreminin-10-yili-dogal-afetler-ve-kirlilik-10th-anniversary-of-the-padang-earthquake-natural-disasters-and-corruption/

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder