6 Haziran 2019 Perşembe

Toplumsal yapılaştırmada sömürgecilik ve kadın


Mehmet Özay                                                                                                                         06.06.2019
Kadın olgusu üzerinden toplumsal değişimlerin hayata geçirilmesi modern döneme özgü bir yaklaşım olarak karşımıza çıkıyor. Böylesi bir sürecin varlığına, eski sömürge topraklarında ve ardından adına sömürge sonrası toplumlar veya üçüncü dünya denilen coğrafyalarda toplumsal ve siyasal dönüşümlerin belirli aşamaları içerisinde kadın olgusu ve bu olgunun öncelleştirilerek toplumsal dönüşümün gerçekleştirilmesinde bir araç haline getirilmesi göz ardı edilemeyecek bir husustur.
Bugün içinde bulunulan dönemin kimi unsurları üzerinde belirleyici olarak, -Türkiye ve Türkiye toplumu burada dikkate alınsın veya alınmasın-, sömürgecilik süreçleri üzerinde kayda değer bir şekilde durulabilir. Bu noktada, Batılı sömürgeci siyasi yapıların ve bu yapıların uzantıları ve tamamlayıcıları olarak ortaya çıkmış yönetici, okur-yazar, misyoner vb. gibi bireylerin ve grupların ilgili kurumsal yapılar içerisinde araçsallaştırılarak sömürgeleştirilen toplumlarda niyetli ve kasıtlı bir şekilde kadını hedef alan bir yapılandırma dizisine atıfta bulunuyoruz.
Bu bağlamda, birkaç temel hususa değinmek mümkün. Bunlardan ilki, sömürgeci yapıların kadının özgürleştirilmesi adını verdikleri ve temelde bireysel bir duruşa tekabül ettiği yanılsamasını içeren, ancak derinden derine toplumsal ve siyasal dönüştürme hedefi olarak  anlaşılmaya matuf bir süreci ortaya koymalarıdır.
Bir başka neden olarak, kadının toplumsal yaşamın çeşitli tabakalarına ve aşamalarına nüfuz eden dolaylı ve/ya doğrudan etkinliği üzerinde belirleyici olma gibi daha açıktan bir hedef söz konusudur. Örneğin, kadının çocukları, evi, ev çevresinde örüntülenen toplumsal yaşamı yapılandırma bağlamındaki sorumluluğu çerçevesinde hem bireysel ve hem de yakın toplumsal eylem alanının dönüştürülmesi süreci kadının vasıta kılınarak gerçekleştirilebilmektedir.
Böylece, kadın eliyle hem yeni nesilleri hem de evi ve onun oluşturduğu sosyal evreni yeniden, ancak dönüştürerek yapılandırılmasıyla karşılaşılmaktadır. Bu süreç, basit bir gerçeklik olarak anlaşılma eğilimi gösterse de, gündelik yaşam içerisinde eğitimden başlayarak bireysel zaman ve uzamın genişletilmesine kadar genişleyen, bir şekilde kadının temelde siyasal bir dönüşüm mekanizması içerisine dahil olmasıyla icra edilmektedir.
Sömürgecilikte hâl böyle iken, sömürgeciliğin fiziki olarak bitişiyle birlikte, ‘sömürgecilik sonrası’ adıyla anılan süreç başlarken tastamam bir kopuştan değil, aksine bir açık/gizli devamlılıktan bahsedilebilmektedir.
Öyle ki, bu sürecin ne denli sömürgecilik bağlamından ve bu dönemden bağımsız ele alınacağını da sorgulatır unsurlarla karşı karşıya kalıyoruz. Bunlardan belki de en dikkat çekeni, akademi dünyası vasıtasıyla dışardan ithal edilmekle birlikte, Batılı toplumların nitelikleri üzerinden ortaya konmuş ve zamanla içselleştirilmesi kaçınılmaz olan anlama biçimleridir. Bunlar sahici ve kendinde bir süreç olmak yerine, dışarıdan ötekinin aidiyetliğiyle belirginlik kazanan ve bu anlamda yapay ve sahte süreçleri ortaya koymasıyla dikkat çekmektedir.  
Bu noktada, bu süreçleri yönlendirme gücünü ve imkânını elinde bulunduranlar sadece geçmişin sömürgeci yönetim ve bu yönetim için işlevselleştirilen okullar, medya vb. kurumları yürütenler değil, bizatihi sömürgeleştirilen toplumlarda elitlerden başlayarak giderek toplumsal bünyede yer bulan ilgili kişi ve toplumsal grupları da içermektedir.
Açık Medeniyet, Haziran, Yıl 2, Sayı 14, s. 68.


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder