10 Ekim 2016 Pazartesi

Tayvan’da Ulusal Gün ve Bölünmüş Çin Tartışmaları / National day in Taiwan and Discussions of Disunited China


Mehmet Özay                                                                                                                         10.10.2016

10 Ekim günü, resmi adıyla ‘Çin Cumhuriyeti’ ya da yaygın bir şekilde adlandırıldığı üzere Tayvan’da ulusal gün olarak kutlanıyor. Bu günün önemi, 1911 yılında siyasi anlamda geleneksel Çin ile modern Çin’i birbirinden ayıran ve bu anlamda bir dönüm noktası kabul edilen ‘Wuchang Ayaklanması’na dayanıyor. Bu tarihi olayın ana kara Çin’de değil de Tayvan’da kutlanması sıradan bir hadise değil. Aksine Çin ve Tayvan gibi iki siyasi yapı arasında etkileri bugüne kadar devam eden bir siyasi dönüşümün temeli olmasıyla dikkat çekiyor. Kadim Çin hanedanlıklarının sonuncusu olan Qing Hanedanlığı’nın 10 Ekim 1911 tarihinde yerini ‘Çin Cumhuriyeti’ne bırakması, Çin kadar bölge tarihi açısından da önemli bir gelişmeydi.

İdeolojiler Çağı ve Çin
Söz konusu bu yıldönümünün uzun yıllardır komünist Çin’de değil de, Tayvan’da kutlanmasının nedeni de, ‘Cumhuriyet’e giden süreçte ana kara Çin’deki ideolojik ayrışmanın ve bu dönemin ideolojik hareketlerinin birbirleriyle olan mücadelelerinin bir sonucudur. Bugün Tayvan’ın resmi adı olan ‘Çin Cumhuriyeti’, aslında 1911 yılında hanedanlığın sona ermesiyle kurulan yeni siyasi rejimle organik bağı açısında kayda değer bir öneme sahip. 19. yüzyıl yani ideolojiler çağı’nın bir devamı olarak 20. yüzyılda Çin’de kendini ortaya koyan milliyetçilik ve komünizmin çatışmaya dayalı ilişkisi, 1911 sonrası süreçte siyasi gündemi belirledi. Bu çerçevede, Çin Komünist Partisi ile Milliyetçi Çin yapılaşması olan ‘Kuomintang’ (KMT) arasında yaşanan sivil savaşın ardından 1949 yılında Mao Zheng’in liderliğindeki komünistler ana kara Çin’de hakimiyet kurarken, Taipei Adası’na iltica eden milliyetçiler ise adına ‘Çin Cumhuriyeti’ dedikleri yeni bir siyasi yapıyı hayata geçirdiler.

Bu nedenle 10 Ekim günü her yıl Tayvan’da ulusal gün olarak kutlanmakla kalmıyor, aynı zamanda ana kıta Çin’deki ‘komünist’ yönetimle ayrışmaya ve bu siyasi rejime yönelik eleştirilerin gündeme taşınmasına vesile oluyor. Açıkçası, 1911 yılındaki gelişmenin siyasi mirası Tayvan tarafından üstlenilmesi ve ana kara Çin yönetimince bu döneme ait bir ‘hatırlama’ ve ‘hatırlatmanın’ olmaması bile kendi başına siyasi bir ayrışmaya gönderme yapıyor. Bu yıl da benzeri oldu ve kutlamalardan birkaç gün önce Tayvan devlet başkanı Tsai Ing-wen’in yabancı bir basın organına verdiği mülâkatta sarf ettiği sözler, komünist Çin yönetimi tarafından ‘ulusal egemenlik’ ve ‘bölgesel entegrasyon’ süreçleriyle uyuşmadığı eleştiri konusu oldu. Tayvan’da ulusal düzeyde gerçekleştirilen törenlere uluslararası çevrelerden davetlilerin de katılımı, bir anlamda Tayvan’ın Çin’e karşı siyasi ‘başkaldırısının’ dünya kamuoyuna duyurulmasına da hizmet ediyor.

ABD’nin yaklaşımı
Çin’de 1949 yılında komünist rejimin hakimiyetinin ardından ABD yönetimi komünist Çin’i uluslararası ilişkilerden izole eden bir politika geliştirirken, Taipei Adası’na yerleşen milliyetçilerin kurduğu Tayvan’la ilişkilere ağırlık verdi. ABD açısından bu politika, Uzak Doğu’da komünist rejimlerin önüne alma yönündeki çabaların bir parçasıydı. Ancak, Tayvan’ın 1971 yılında Birleşmiş Milletler’deki yerini komünist Çin’e kaptırması ve ardından ABD Başkan Nixon’un 1972 yılında Çin’e yaptığı ve bir anlamda büyük bir sürpriz olarak değerlendirilen resmi ziyaretinden birkaç yıl sonra Tayvan uluslararası arenada prestijini kaybetti. Bu süreçte, ABD yönetiminin Tayvan’la ilişkileri siyasi ve askeri destekten ziyade ekonomik ve ticari ilişkiler boyutuna evrilirken, Tayvan bugüne kadar, özellikle sergilediği ekonomik kalkınmışlık düzeyiyle siyasi varlığını daha da temellendirmiş durumda.

Tayvan siyasetinde Çin’e bakış
Tayvan’da tek parti yapılaşması bağlamında iktidarı yarım yüzyıl boyunca elinde tutan KMT aynı zamanda, Ada’nın ana kara Çin’le olan ilişkilerinde siyasi birleşmeyi bir olasılık olarak kabul eden bir siyasi hareket olarak dikkat çekiyor. Öte yandan, 1980’lerin ortalarında kurulan ve ilk kez 2000 yılında iktidara taşınan Demokratik İlerlemeci Parti ise (DPP) bağımsızlık yanlısı görüşüyle öne çıkıyor. Bu noktada iki siyasi hareketin ana kara Çin yönetimiyle olan ilişkilerinde belirleyici unsurların başında ‘kimlik politikalar’ geliyor. KMT ‘Çinlilik’, DPP ise ‘Tayvanlılık’ kimliği ekseninde politika yapıyor. Bunun sonucunda ise, Tayvan ve Çin ilişkilerinin çatışma ve birleşme süreçleri gündemi belirliyor.

KMT iktidarları döneminde, özellikle de 2008 yılından itibaren ana kara Çin’le ticari işbirliği anlaşmalarının artırılması DPP yönetimince Ada’nın Çin’e olan bağımlılığını artıracağı ve bunun komünist Çin yönetimince ‘tek Çin’ projesi için bir manivela olarak kullanılacağı endişesiyle dikkatle izleniyordu. Bu yıl başında yapılan seçimler sonrasında DPP’nin iktidarı ele geçirmesi, bağımsızlık söyleminin öne çıkabileceği ihtimali üzerine komünist Çin yönetiminin Tayvan politikalarına daha yakından eğilmesine neden oluyor. Bununla birlikte, DPP’nin bugün Tayvan’da öncü bir siyasi güç haline gelişi, ana kara Çin’le potansiyel gerginliği artırması kadar, iki tarafın siyasi ilişkileri sürdürülebilir kılmayı sağlayacak yeni imkânların araştırılmasına da olanak tanıyabilir.

Çin nezdinde Tayvan
Hong Kong’un 1997 yılında İngiliz yönetiminden Çin’e devredilmesinin ardından Çin yönetimi Tayvan’la da ilişkileri benzer bir boyuta taşıma düşüncesinde ve bunu kimi zaman güç kullanarak da olsa gerçekleştirebileceğini sıklıkla dile getiriyor. Öyle ki, bundan üç yıl önce, Çin Devlet Başkanı Şi Çinping Tayvan’la ilişkilerin daha fazla bu şekilde sürdürülemeyeceğini söyleyerek ana kıta Çin ve Taipei Adası arasında organik bir siyasi bağın tesis edilmesinin önemine dikkat çekiyordu. Otonom bir yapı olarak adlandırılmakla birlikte, Hong Kong siyasetinde Çin’in belirleyici rol oynaması ve son birkaç yıldır siyasi haklar, demokratikleşme süreçlerine müdahale, Tayvan yönetiminin ve halkının Çin’le ilişkilerde temkinli olmayı elden bırakmaması şeklinde karşılık buluyor. Bununla birlikte, Tayvan’da bu yıl başında yapılan seçimlerde iktidarı ele geçiren DPP’nin temelde bağımsızlık yanlısı söylemi açıkça dillendirmemekle birlikte, Çin’le ilişkilerin şekillendirilmesinde ‘şartsız’ masaya oturma argümanını yinelemesine, Çin’in ise bunu egemenlik sahasına bir tehdit kabul etmesine yol açıyor. Bu noktaya nasıl gelindiğine kısaca bakmakta fayda var.

1992 Konsensüsü ya da Statükonun oluşumu
Çin-Tayvan anlaşmazlığının 20. yüzyılın son çeyreğinde zaman zaman gerginleşmesine ve hatta sıcak çatışma riskinin yükselmesine rağmen, iki farklı siyasi yapı şeklinde ortaya çıkan ‘Çin’in ilişkilerinin sürdürülebilir kılınmasında anahtar unsur ise ‘1992 konsensüsü’ oldu. Yazılı bir anlaşmaya dayanmayan, bu çerçevede aslında somut bir varlığı da bulunmayan, aksine sözlü ifadeler ve teyitlere dayalı bu ‘konsensüse’ iki taraf da sıkı sıkıya bağlanmış gözüküyor. Bu konsensüsün doğurduğu ‘statüko’, çatışmanın önüne geçerek bir anlamda kurtarıcı işlevi görüyor.

Çin ve Tayvan siyasi yapılarını temsil ettiği ileri sürülen ‘yarı resmi’ unsurlar arasında 3 Kasım 1992 tarihinde gerçekleştirilen görüşmeler sonrasında varılan ‘konsensüs’, iki taraf tarafından farklı şekilde yorumlanıyor. Ana kara Çin yönetimi ‘tek Çin’ kavramı ile Taipei Adası’nın Çin’e bağlılığına ve özerk bir yönetim bölgesi olabileceğine atıfta bulunuyor. Bu bağlamda Pekin yönetimi, Tayvan’ı tıpkı Hong Kong’un bugün geldiği yönetim sistemiyle özdeşleştirme yanlısı bir siyasi duruş sergilemekle, ‘tek Çin’ kavramsallaştırması bağlamında Taipei Adası’nı kendi siyasi egemenlik sahası olarak addetmesine sebep oluyor. Bu bağlamda, Çin’in resmi yayın organı ‘global times’da da dile getirildiği üzere, 1992 konsensüsünü boğazın iki yakasında barışın sürekliliğini sağlayan bir anlaşma olarak değerlendirmesi de bu çerçevede ele alınmayı hak ediyor. Taipei yönetimi ise, adına Çin denilen devletin modern dönemdeki varlığını, işte bugün de kutlanmasına vesile olan 1911 yılındaki gelişmeyle başlatarak, ‘Tek Çin’ yanlısı bir görüşü temsil ediyor.

Öyle ki, o günden bu yana her iki siyasi yönetim de ‘anlaşmazlık üzerine anlaştığı’ izlenimi vererek bir anlamda oluşan bu statükonun devamını geçici bir avantaj olarak telâkki ediyor. Öte yandan, 1992 konsensüsünün 1949’dan 1970’lere değin Tayvan’a açık destek sunan, ancak Çin’le yakınlaşmasına rağmen, Taipei adasının mevcut siyasi rejiminin devamı noktasında pek de taviz vermeyen ABD yönetimi için de bir rahatlama imkânı tanıdığı söylenebilir. Doğu Çin denizinde ana kara Çin ve Taipei adasının ‘bir statüko’ üzerinde anlaşması, ABD yönetiminin en azından Çin’le daha az çatışmacı bir ilişkiye sevk ederken, enerjisini de şu veya bu şekilde bölgedeki diğer sorunlara vermesine yol açıyor. Tayvan’da bu yıl yapılan seçimler öncesinde Singapur’da ‘gayrı resmi’ sıfatıyla biraraya gelen Çin devlet başkanı Şi Çinping ile dönemin Tayvan devlet başkanı Ma Ying-jeou 66 yıllık süre zarfında üst düzey devlet yöneticilerinin ilk kez el sıkışması olarak gündemde yer işgal etmişti.

1911 ayaklanmasından sonra ana kara Çin’de ortaya çıkan ideolojik ayrışmanın geldiği nokta Çin ve Tayvan olarak iki farklı siyasi yapının ortaya çıkması oldu. Aradan geçen bir yüzyılın ardından ‘Çin’i temsil noktasında şu veya bu şekilde ortada iki siyasi rejim bulunuyor. Bu iki yapının, statüko belirleyici olarak addedilen 1992 konsensüsünü yeni dönemde ne şekilde yapılandıracakları ise, bölgesel ve küresel bağlamda karşılık bulacak önemli bir gelişme olacaktır.

http://aa.com.tr/tr/analiz-haber/tayvanda-ulusal-gun-ve-bolunmus-cin-tartismalari/661904

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder