Mehmet Özay 25.07.2016
Türkiye’de 15 Temmuz akşamı
gerçekleşen darbe girişiminin dikkatle izlendiği ülkeler arasında Endonezya ve
Malezya da bulunuyor. Güneydoğu Asya’da halkının kahir ekseriyeti Müslüman olan
bu iki ülkede Türkiye’ye karşı beslenen ilginin şu veya bu şekilde tarihi bir
gerçekliğe oturduğu malum. Bunun modern dönemde, farklı boyutlarda
gerçekleştirilmeye çalışılan bağlamlarıyla yeni bir rota çizilmekte olduğu
çabası da gözlerden kaçmıyor. Öte yandan, Türkiye’nin son yıllarda
gerçekleştirdiği siyasi ve ekonomik kalkınma çabasının da bölgede ‘heyecanla’
izlendiği gözleniyor. Bununla birlikte, son on gün içerisinde bölgede öne çıkan
basın yayın organlarında Türkiye’deki gelişmeye dair doyurucu bir bilgilendirme
ve analiz olduğunu söylemek mümkün değil.
Batı Medyası ve Yerli Algı
Bölge basınının gelişmeleri
doğrudan Türkiye’den öğrenmek yerine, batılı basın yayın organlarından aktarma
veya bu yayın organlarının Türkiye’deki temsilcilerince kaleme alınan haberler
bağlamında bir değerlendirme çabası içerisinde oldukları dikkat çekiyor.
Darbeyle ilgili haberlerin yanı sıra, bazı yazarların ve akademisyenlerin
kaleme aldığı yazılarda güncelliği devam eden darbe süreciyle birlikte,
Türkiye’nin son kırk yılını aynı anda değerlendirme çabası içine girmesi, genel
okuyucu kitlesini bilgilendirme hedefini ne kadar gerçekleştirdiği konusunda
şüphe uyandırıyor.
Bölge ülkelerindeki ulusal
basında Türkiye devleti ve milletinin 15 Temmuz’da karşı karşıya kaldığı
tehlike üzerinde durulmaz ve bu darbe gerçekleşseydi Türkiye devleti ve
milletinin neyle karşı karşıya kalacağı dikkate alınmazken, batılı
siyasetçilerin ‘darbeyle mücadelede’ Türkiye’ye demokrasi dersi verme çabasına
dair yazılar sayfaları dolduruyor.
Gene benzer yazılarda,
darbenin doğrudan hedefi konumundaki Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı, Batılı yayın
organlarının söyleminin tekrarı olarak, son 13 yıllık iktidarında ‘dikkatöryal’
eğilimlere sahip olarak resmederken, aynı Erdoğan’ın darbenin fark edilmesiyle
birlikte sosyal medya üzerinden Türk halkına ‘darbeye karşı durun’ çağrısına
yüzbinlerin karşılık vermesini geniş okuyucu kitlesinin bir anlam çerçevesine
oturtması mümkün gözükmüyor. Batılı yayın organlarının Türkiye devleti
Cumhurbaşkanı’na biçilen ‘diktatör’ ve ‘İslamcı’ sıfatlarının nasıl
örtüştürülebileceği konusunda da, İslami hassasiyete sahip olduğu görülen bu
toplumlarda bir düşünce pratiği sadır olmuyor.
Terör ve Karizma
Söz konusu yazılar ‘darbe’/’ordu’,
‘hocaefendi’/’hizmet’, ‘Erdoğan-Gülen çatışması’, ‘Türk halkı’ gibi alt
başlıklara ayrılıyor. Bu başlıklar bile, yazan kişinin konuya vukufiyeti,
tarafgirliği, önyargıları üzerine oturuyor. Bu noktada temelde yaygın bilgi
eksikliği kadar, FETÖ/PDY’nin bu bölgede yirmi yılı aşkın süren faaliyetlerinin
bir sonucu olarak kurduğu ilişkiler çerçevesinde ‘basın sektörüne’ nüfuzunun da
kayda değer bir payı var. Bu çerçevede yazarların, Türkiye’de bir geceye sığan
vak’ıayı anlamlandırabilmek için peşpeşe dizdikleri bu ve benzeri başlıklar
altındaki yazılarının sağlıklı bir zemine oturduğu söylenemez.
Hükümetle söz konusu grup
arasında geçmişte yaşanan ilişkilere atfın yer aldığı bu yazılarda, darbe ve
darbeye teşebbüsün arkasındaki söz konusu grubun nasıl bir dönüşüm geçirdiği ve
Türk devleti tarafından niçin “FETÖ/PDY” olarak adlandırıldığı konusu
dikkatlere sunulmuyor. Veya kendini ‘eğitime’ adamışlığıyla öne çıkartan bir
grubun, nasıl olup da iktidar aygıtıyla yarış içine girdiği, bunu yaparken de
genel geçer demokratik yol ve yöntemlere başvurmak yerine, gizli bir örgüte ve
bu örgütün liderine yönelik ‘kutsal’ bağlılıkla hareket eden bir yapıya
büründüğü üzerinde bir sorgulama gerçekleştirilmiyor. Eğitime adanmış bir
‘hareketin’, eğitim süreçlerinden geçen fertlerinin gün gelip yuvalandıkları
resmi ve de özel kurumlardan çıkarak devleti ve milleti hedef alacak bir hedef
birlikteliğiyle hareket etmelerinin nasıl bir rasyonalitesi olduğu hususu
akıllara getirilmiyor. Üstüne üstlük, aynı yazılarda FETÖ/PDY liderinin,
‘hocaefendi, felsefeci, karizmatik alim’ gibi sıfatlarla zikredilmesi;
Erdoğan’dan, söz konusu ‘alimin’ öğrencisi (murid)
olduğu söylemi, dini hassasiyetleri olan Endonezya ve Malezya genel okuyucu
kitlesinde Türkiye’de olan bitene dair kafa karışıklığının daha da artmasına
neden oluyor.
Etkin Bilgi ve Proganda
Bunun temel nedeni,
Güneydoğu Asya Malay toplumları olarak zikredilen Endonezya ve Malezya’da
Türkiye’ye karşı bir ‘ilgi’ ve ‘muhabbet’ten bahsedilebilse de, bunun sağlam
bilgi ve kaynaklar üzerinde inşa edildiğini söylemek oldukça güç. Tikel
ilişkiler çerçevesinde o da sınırlı alanlarda oluşan etkileşimlerin Türkiye
sosyolojisi, siyaseti, dini yapıları ve cemaatleri, sosyal değişimleri,
darbeleri vb. anlamlandıracak bir donanım söz konusu değil. Bunun olmadığını da
günlük gazete haftalık aylık dergi ve kitap okur yazarlığının oldukça düşük
olmasından; gündelik yaşam içerisinde ve kampüs yaşamında öğretim
görevlisi/öğrenci etkileşiminden hareketle sıklıkla karşı karşıya geldiğimiz
kitleyle etkileşimimiz bize gösteriyor. Bu nedenledir ki, bu ana alanları
temsil ettiğini söyleyebileceğimiz yukarıdaki alt başlıklar, okuyucular
nezdinde bir anlamlı ilişkiler dizini olmaktan daha çok, daha çok kafa
karışıklığına yol açıyor.
Aslında bu kafa
karışıklığının ‘darbe’ ile başlayan süreçten çok daha öncesine dayanıyor.
Dikkat çekici bir diğer husus, bölge halkı arasında, Türkiye Devleti ile Türk
vatandaşlarının oluşturduğu sivil oluşumlar arasında bir ayrım gözetilmemesiyle
ilişkili. Bu noktada, Türkiye’den çeşitli sivil oluşumlarının Türkiye devletine
ve milletine bağlılığının ötesinde, bu bağlılığı zamanla aşarak veya istismar
ederek kendini ‘devlet’ konumuna yerleştiren FETÖ/PDY’nin varlığı, Endonezya ve
Malezya halkının ‘darbe’ sürecini anlama ve anlamlandırmasını zorlaştırıyor.
Türkiye devletinin ve de
milletinin darbe girişiminden sorumlu tuttuğu ve bunu yaparken de son derece güçlü kanıtlara dayandırmasına ve
bu nedenle ortaya çıkan durumda -ki bu daha önceki süreçte belirginlik
kazanmaya başlamıştı- sorumluları FETÖ/PDY şeklinde tanımlamasına rağmen, söz
konusu medya organlarında terör başı Fethullah Gülen’i ‘hocaefendi’/’alim’ gibi
sıfatlarla anmaya devam ediyor.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder