Mehmet Özay 3 Şubat 2012
Bugünlerde gelişmeleri sıcağı sıcağı izlemek ve çeşitli gözlem ve
tettiklerde bulunmak amacıyla Açe’de
bulunuyorum. Seçimlerin sıcak atmosferi bir ana, kimi görüşmelerimde
ilgililerin dikkat çektiği bir husus var ki, hiç de es geçilebilecek gibi
değil. Yok yok, yanlış anlamayın yetimler ya da yoksulluktan bahsetmiyorum...
Sözünü etmek istediğim Beytürrahman Camii’nin hemen yanı başında inşa edilmesi
plânlanan 14 katlı otel binası... Kimilerinin parlak bir isim olarak kabul
ettiği Banda Açe Belediye Başkanı Mawardi Nurdin’in otel inşaatına onay vermesi
şaşkınlığıma neden olmadı değil. Sayın Başkanla yaklaşık dört yıl önce yaptığım
görüşmede bir dışarlıklı olarak kendisine, şehrin içinden geçen nehrin
alternatif kullanımı örneğinde olduğu gibi, şehrin estetik değerlerinin
yeşertilmesine dair o günün koşullarında bazı aktarımlarım olmuştu. Aslında bu
naif önerinin, salt bir estetik yaklaşım olmak yerine, şehir yapılanmasını su
yolundan kara yoluna taşıyan sömürgeci Hollandalıların şehir ideolojisine bir
eleştiri olduğunu daha sonra fark edecektim. Her neyse... Bu konuda, tatminkâr
olmasa da, kimi girişimler olduğunu da yakinen biliyorum. Banda Açe şehir
mimarisini yakından ilgilendiren bu husus ortaya çıkmışken, kütüphanemde bir
süredir “sabırsızlıkla beni bekleyen” bir esere elim uzanıverdi. Bu vesile ile
kısaca da olsa bu eseri sizinle paylaşmanın zamanıdır diyorum.
Kemal Arif’in, “Multi-İmgeler Şehri Banda Açe: Tarih Yorumu, Kollektif
Hafıza ve Arketip Mimari” (Ragam Citra Kota Banda Aceh: Interpretasi Sejarah,
Memori Kolektif dan Arketipe Arsitekturnya) başlığıyla Endonezyaca yayımlanan
eserinin modern dönem Açe akademyasının çalışmaları arasında ayrı bir yere
sahip olduğuna kuşku yok. Günümüzde tarih felsefesi ve yorumuna en çok ihtiyaç
hisseden toplumların İslam toplumları olduğu konusunda hem fikiriz sanıyorum.
Bu noktada Güneydoğu Asya özelinde de bunun karşılığını Açe’de bulmakta güçlük
çekilmeyecektir. Yaşanan onca parçalanma, bölünme ve kırılmalara rağmen bugün
varlığını sürdüren Açe toplumunun yeniden dirilişi ve kendine gelişi Açe
entellektüellerinin topluma bizatihi kendini hatırlatacak çalışmalarla vücut
bulacağı şüphesiz. İşte Kemal Arif, böylesi bir niyet ve çaba ile Banda Açe
mimarisi ekseninden hareketle Açe tarihi ve bugününe bakışı, üzerinde durulması
gereken bir çalışma olarak önümüzde duruyor. 350 sayfalık kapsamlı eserin alt
yapısı, Açe halkının kollektif algısını tespit amacıyla mülâkatlara, geçmişin
derinlerinde kalan kimi ipuçlarına ulaşmak için gerek Açe ve Endonezya gerekse
Hollanda’daki arşiv belgelerine ve tüm badirelere rağmen bugüne kadar ulaşan
tarihi mirasa dayanıyor. Bu çerçevede, salt akademya dünyasına hitap eden bir
eser olmayıp, toplumun ilgili kesimlerinin ilgisine yönelik bir metodla kaleme
alındığı dikkat çekiyor. Bu elbette, özellikle, belediye başkanından
bürokratına, öğretmeninden, hocasına ve iş adamına kapsamlı bir tarih ve
felsefi donanıma ihtiyaç duyan Açe toplumunun her katmanının baş ucu eseri
olması gereken bir çalışma için önemli bir husus. Bu çerçevede, eserin bir
yandan Açe’deki yüksek öğretim kurumlarının ilgili bölümlerinde ders kitabı
okutulması konusunda acizane görüşlerimizi ilgililerle paylaşmaktan geri
durmadığımız gibi, buna ilâve olarak, bu tanıtım yazısıyla da, bir yandan
Açe’yi entellektüel boyutunu ve birikimini es geçmeden “hakkıyla anlamak
isteyenlere” bir girizgâh olması niyetinde ve Türkiye’de son dönemde yeniden
parlayan mimari-medeniyet ve modern yozlaşma tartışmalarına Güneydoğu Asya
özelinde kalıcı bir eserin varlığı ile dolaylı olarak katkıda bulunmak ve
Türkiye’deki ilgili çevreleri bu coğrafyanın ürettiği birikimlerden haberdar
etmek kastındayım.
Kemal Arif’le 2008 yılı Nisan ayında Kampung Java’da tanışmıştım. O dönem
faaliyet gösteren Yeniden Yapılanma ve Rehabilitasyon Merkezi’nin (BRR) ilgili
birimlerine danışmanlık yapan Arif, Banda Açe’nin kuruluşunun 802. Kuruluş
yıldönümü vesilesiyle inşa edilen naif bir anıtın açılışı çalışmalarını
yürütüyordu. Tam da o günlerde, 2005’de yayınlanan “Aceh Kembali ke Masa Depan”
başlıklı edit çalışmaya “Banda Açe Mimari Arketipi” (Arketipe Arsitektural
Banda Aceh) başlıklı makalesiyle ilgilendiğimden Kemal Bey’i arıyordum. Tevafuk
bu ya, Kampung Java’nın, kimsenin pek de yolunun düşmediği okyanusa açılan uç
bölgesinde küçük bir sahil kahvehanesinde dinlenirken buldum onu. Şehrin 1205
yılında ilk kurulduğu yer olması hasebiyle, bir anıt ile yeni nesillere Banda
Açe şehrinin geçmişini hatırlatacak bir anıtın inşasıyla katkıda bulunuyordu.
“Bustanu’s Arifin Araştırma Merkezi”nin kurucularından da olan Kemal Bey, son
dönem Açe’nin yetiştirdiği entellektüelleri arasında yer alıyor. Açe tarihine
şehir plânlaması noktasından ışık tutmaya çalışan Arif’in işi elbette kolay
değil. Ancak entellektüellerin işi zaten kolay olmayan işlere girişmek ve
mevcut dönüştrüücü ve aymaz statükolara meydan okumak değil mi? Buna rağmen,
tarihi gerçeklikle tenakuz arz eden girişimler ve gelişmeler de yok değil.
Tıpkı yüz yılı aşkın bir süre önce Açelilere tarihlerini unutturacak ve
dolayısıyla “tarihsizleştirme ve yabancılaştırma” süreçlerinin bir parçası
olarak Açe Sultanlık Sarayı’nın (Dalam) -Beytürrahman Camiini de kapsayacak
şekilde- içinde yer aldığı kadim yönetim merkezini dört parçaya ayıran ana
yollar inşasında olduğu gibi, tsunamiden sonra da şehrin çöp toplama merkezi olarak
Kampung Cava’nın seçilmiş olması büyük bir talihsizlik.
Arif, eserinde başkentin tarihi süreçte iç ve dış dinamikler bağlamında
şekillenişini Şehir İmgesi ve Çoğulcu Paradigma (Citra Kota dan Paradigma
Keragaman), Banda Açe Şehri Tarihi Mirası (Warisan Sejarah Kota Banda Aceh),
Kollektif Hafıza ve Mimari Arketip (Memori Kolektif dan Arketipe Arsitektur) ve
Teoriden Pratiğe (Implementasi Gagasan) dört ana başlığı altında ele alıyor. Bu
başlıklar altında şehir mimarisinden hareketle Açelilerin kollektif hafızasını
neyin teşkil ettiği sorunu üzerinde duruluyor. Örneğin, Beytürrahman Camii, Açe
Evi (Rumoh Aceh), Açe Kapısı (Pinto Aceh), Açe Hançeri (Rencong), Gunongan
bunlardan öne çıkanlar. Bu örnekler,
Açelilerin İslamla ve güçlü yerel kültürle bağlarını ortaya koymasıyla dikkat
çekiyor. Modernleşme süreci tecrübesine özellikle dış unsurların dejeneratif
özelliği ile hızla giren Açe toplumu, kaybettiği kimi kendi öz değerlerini hatırlamanın yanı sıra, yeniden toplumsal
yaşama damgasını vuracak bir niteliksel dönüşüme konu olması kaçınılmaz
görünüyor. Elbette yukarıdaki örneklerden bazıları, mesela rencong gibi kimi
unsurlar folklorik semboller olarak etnografya müzelerinde yer alsa da, diğer
pek çok unsurun bu dönüşüm aşamasında Açe halkının ve Açe topraklarının
niteliksel varoluşuna katkı yapacağına kuşku yok. Zaten Arif’in çalışması da
bunu öncellemesi ile dikkat çekiyor.
Açe Eyaleti’nin başkenti Banda Açe’yi tarihi serüveni içerisinde tanımlayan
beş isim var. Bunlar, Açe halkının dünya görüşünün (weltanschauung) nasıl
şekillendiğine dair ipuçları da veren Aceh Lhee Sagoё, Serambi Mekah,
Darusselam, Kutaraja ve de bugünkü adıyla Banda Açe. Bu isimlerin, şehrin kadim
tarihinin derinliklerinden bugüne uzanan süreçte geçirdiği evreler kadar,
şehrin gerek insan eliyle gerekse doğal yapılanmasına da atıfları içeriyor. Bu
bağlamda şehir tarihini İslam öncesi, İslam Medeniyeti, sömürge ve sömürge
sonrası gibi belli başlı dört döneme oturtan Arif, bununla şehrin geçirdiği
evrim kadar, toplumsal hafızanın temelleri kadar bu hafızanın dönüştürülmesi
yönündeki dış etkileşimlere de atıfta bulunuyor.
Eserin tamamlanma sürecinin tsunami ve sonrasındaki yeniden yapılanma
süreçleriyle eşzamanlılık arz etmesi,
şehrin yeniden inşası gibi insan yerleşimine doğrudan dış müdahaleye açık
olduğu zaman dilimine yönelik eleştirileri de gündeme getirmesiyle ilgi çekici.
Arif’in, bir Alman mimarından alıntıladığı “Modern mimari, insan yerleşimini
bozuntuya uğradan dev bir projeden başka bir şey değildir” (s. 36) cümlesi bu
süreçte gerçekleşen inşa faaliyetlerine de dolaylı bir atıf olduğuna kuşku yok.
Özellikle Açe gibi, Güneydoğu Asya İslam medeniyetinin kuruluşuna ve gelişimine
katkısı olmuş bir beldenin mimari bağlamı ile de bir model oluşturması
kaçınılmazdır. Bu modellik salt malzeme ve işlevsellikte değil, bundan çok daha
öte ve bütüncüllük kavramı altında toplanabilecek ontolojik, epistemolojik,
kozmolojik, antropolojik ve ekolojik bağlamları ile bir bütün teşkil
etmektedir. Bu hususları ibadethaneler ve parklar gibi kamusal paylaşım
alanları kadar, aile yerleşimine konu olan konutlarda yani geleneksel Açe
evi’nde görmek mümkün.
Bu nedenle, örneğin, şehri çevreleyen sahil şeridi boyunca uzanan ormanlık
bölgenin insan eliyle ortadan kaldırılması 2004 yılında yaşanan tsunaminin yıkıcı
boyutunun artmasındaki rolü gözardı edilmemeli. Aynı şekilde, şehri doğal bir
sur şeklinde çerçeveleyen bu doğal unsur, şehrin değişik dönemlerde dış
saldırılardan korunmasında başat bir rol oynadığı da bilinmektedir. Elbette
şehrin dokusunun, sahil şeridinden içeriye doğru genişleyen ovaya yayılmış
şehri kesen üç nehir bağlamında oluştuğu ve fiziki yapı ile estetiğin boy
verdiği bir mimariye neden olduğu gözlerden ırak tutulmamalı. Bu fiziki yapıya
ilâve olarak, şehrin Hint Okyanusu’nun odağında olması hasebiyle doğu – batı
etkileşimine de konu olduğu Çin İmparatoru’nun hediyesi Cakra Donya’dan veya
Hint mimarisinin kubbe inşasından ilhamla şehirdeki çeşitli yapılarında
somutlaşmış kimi örneklerde de görmek mümkün. Ancak modernleşme süreci ile
yaşanan kayıplara dikkat çekilmesi bu süreçte önem taşıyor. İşte bu nedenledir
ki, Kemal Arif’in eserinin bölgenin mimari özelliklerini medeniyet
perspektifinde ele alması bağlamında kaçırılmaması gereken bir eser.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder