Mehmet Özay 12 Mart 2012
Syuu Kyi’nin başkanlığını yaptığı Ulusal Demokrasi Cephesi (NLD), 1 Nisan’da yapılacak ara
seçimlerde parlamentoya girmeye hazırlanıyor. Çok büyük bir aksilik olmazsa, Suu
Kyi memleketi Yangon’a bağlı Kawhmu bölgesi milletvekili olarak ulusal
parlamentoda yerini alacak.
2011 yılında yapılan seçimleri, malum gerekçelerle protesto
ederek, seçimlere katılmama kararı alan NLD, aradan geçen bir yılı aşkın sürede
özellikle uluslararası çevrelerin taleplerine -biraz da süpriz şekilde- olumlu
karşılık veren asker destekli ve emekli generallerin yer görev aldığı ve
parlamentonun %70 çoğunluğunu elinde tutan Dayanışma ve Kalkınma Birliği
Partisi (USDP)’nin teşkil ettiği yeni hükümet, sergilediği reformcu adımlar
neticesinde aktif siyasete geri döndü. Mevcut hükümet demişken, bir tek
‘cepheden’ bahsedilemez elbette. Bu işin liberalleri kadar ‘şahinleri’ de var.
Şimdilik şahinler pusuda durmayı tercih ediyor; liberaller ise devlet başkanı
Thein Sein’in reform çabasına destek veriyor.
Bu reform sürecine şu veya bu şekilde “pozitif” katkı bağlamında
ele alınabilecek gelişmeler arasında şu hususlar dikkat çekiyor: ABD Dışişleri
Bakanı Hillary Clinton, kimi senatörler, İngiltere Dışişleri Bakanı William
Hague, Fransa Dışişleri Bakanı Alain Juppe, Japonya Dışişleri Bakanı gibi
önemli konukları ağırlayan Myanmar başkenti, aynı paralelde ülke
hapishanelerindeki siyasi mahkumların bir bölümünü serbest bırakmakla kalmadı, ‘Karen’
gibi önemli bir etnik özgürlükçü harekete karşı yürütülen askeri müdahalenin
nihayete erdirilip ateşkes kararı alırken, ‘Shan Ulusal Bağımsızlık Hareketi’
yönetimiyle de uzun bir aradan sonra masaya oturarak barış sürecine adım attı.
Peki bir zamanlar aslan postuna bürünmüş olan asker kökenli ve destekli
yönetimin bugün koyun rolünü oynamasının temel nedeni nedir? Aslında bu sorunun
cevabının uluslararası çevrelerde verilebildiğini söylemek güç. Bunun
göstergelerinden biri de, özellikle ABD liderliğindeki çevrelerin Myanmar’a
yapılan yaptırımları kaldırmaya henüz istekli olmadığı, aksine “bekle-gör”
politikasında karar kıldığı yönünde. İzlenen politika, ortaya konulan reformcu
yönelimlerin henüz başlangıç safhasında olduğu ve özellikle önümüzdeki Nisan
ayı başındaki ara seçimlerde hükümetin “reform dozuyla” yakından alâkalı. Yani
Batı, yukarıda değindiğimiz ‘şahinlerin’ hamlelerini kolluyor…
Mevcut Myanmar yönetiminin girişimleri, ülkenin II. Dünya
Savaşı’ndan sonra kayıp geçtiği ifade edilen 40 yılını telafi anlamı taşıyor
dersek yanılmış olmayız. 13 Ocak 2012 tarihinde devlet başkanının inisitatifi
ile aralarında eski başbakan Khin Nyunt, Shan Ulusal Birliği lideri Khun Tun
Oo’nun da bulunduğu kimi etnik bağımsızlık hareketi liderleri, gazeteciler ve
eski öğrenci liderlerinin bulunduğu 651 kişinin serbest bırakılmasıyla resmi
basında “ulusal birliğe” atıf önemli bir yer tutuyordu. Önceki yazılarımızda
bahsi geçtiği üzere uluslaşma sürecinin diktatörlerce biteviye sekteye
uğratıldığı Myanmar’da bugün artık, farklı bir mecraya doğru yelken açma
zamanının geldiği güç odaklarınca kanıksanmış gözüküyor. Myanmar gecikmiş
tarihini yaşıyor…
Serbest bırakılan ve sayıları 600’ü bulan 88 kuşağı olarak
adlandırılan siyasi tutuklular, bu ruhun yeniden diriltilmesinde meşale görevi
göreceği kesin. Meşalenin taşıyıcısı ise hiç kuşku yok ki, Suu Kyi olacak.
Batılı siyasetçilerin ve sivil toplum çevrelerinin baştacı ettiği ve kendisini
“demokrasi ikonu” olarak lanse ettiği, benimse “Myanmar’ın Demokrasi Kraliçesi”
demeyi uygun bulduğum Suu Kyi’nun yaklaşık bir ay sonraki seçimlerde
parlamentoda temsil görevini üstlenmesinin akabinde Batı, Myanmar’a uzun
süredir kapattığı ekonomi vanasını açacaktır.
Ocak ayı başında İngiliz Dışişleri Bakanı 2011 yılı Chatham
ödülünü Suu Kyi’e verirken, İngiltere adına da bir ilke imza atıyor ve bu eski
sömürgesine yarım yüzyıl sonra ziyarette bulunan ilk Dışişleri Bakanı unvanını
kazanıyordu. Suu Kyi’ni ödüle boğmada Fransa da geri kalmadı elbette. Fransa
Dışişleri Bakanı da Legion d’Honneur madalyasını takdim etti. Birleşmiş
Milletler de izlediği Hoşgörü ve Şiddet Karşıtı siyasetten ötürü UNESCO ‘Madanjeet
Singh Ödülü’nü sundu. İngilizi Fransızı olur da Alman’ı olmaz mı bu işin
diyenlere, ‘elbette o da var’ şeklinde. Alman Kalkınma Bakanı Andris Piebalgs herhangi
bir madalya sunmasa da, başında bulunduğu bakanlığın adından da anlaşılacağı
üzere çantasında ciddi projelerle geldiği muhtemel… Davutoğlu Hoca’ya göz
kırparak, acaba Türkiye de bir ödül takdim etse hoş olmaz mı diye içimden
geçmiyor değil. Hani Mandela’nın reddettiği ödülden bir tane…
Batılı diplomatların ziyaretlerinde bozulmayan bir sıra var. Gelen
önce, son otuz yılda siyaset merkezi haline dönüşen Suu Kyi’nin evini ziyaret
ediyor, akabinde başkent Naypyidav’da hükümet görevlileriyle görüşüyor. Suu
Kyi’nin ödülleri hak ettiğine kuşku yok. Üstüne üstlük zarafeti ve
ağırbaşlılığı ile bu ödülleri halkı adına kabul ediyor. Ayrıca, bu ödüllerin
sembolik olarak, ülkede göstergesel bir değere sahip olduğunu unutmayalım.
Fotoğrafın bir yanında, halka moral anlamı taşıyan bu ödüller, öte yanda,
askerin varlığına karşı bir vurguyu da içinde barındırıyor. Dünyanın kimi yerlerinde,
liderlerine ısmarlama ödüller peşinde koşanları görünce, inancından başka
dayanak noktası olmayan Suu Kyi’nin halkı için verdiği mücadelenin takdir
edilmeyecek gibi olmadığını söylersek abartmış olmayız sanırım.
Malumu ilân etmek babında anlaşılsa da şunu tesbit etmeden
geçmeyelim. Batı elbette ekonomi kurumları ve yardımları ile gelirken,
karşılığında beklenti listesini de masaya koyacaktır. Kanaatimiz o ki, bu süreç
kapalı kapılar ardında çoktan sahneye konuyor bile…
Peki 1 Nisan’daki seçimlerde ne değişir? Birincisi Suu Kyi’nin
seçilmesi kesin… İkincisi muhalefet 48 sandalyelik seçimde tüm adaylarının
seçilmesi halinde bile, 440 sandalyeli parlamentoda asker destekli hükümet
karşısında azınlık konumunda olacak. Ancak, pek çok olgunun geçmişten bu yana
sembolik anlamları ile işlediği Myanmar’da özgürlük ve demokrasi yanlısı
muhalefetin parlamentodaki varlığı kapı aralama işlevi görecek. En başta Suu
Kyi’nin parlamentoya girişi, son yirmibeş yıldır ülkede tek başına önemli bir
sembol olan bu kadının ülkedeki ezilmiş kesimleri “arzu edilebilir” değişime
odaklandıracağı beklenebilir.
Özellikle, bu tip toplumlarda, güçlü liderlik salt seküler bir
hadise değil, doğa-üstü bir öneme sahip olması, kazanımların katlanarak gerçekleşeceğini
ortaya koyuyor. Myanmarda bugünlerdeki manzara da bunun açık bir göstergesi.
Seçim kampanyası için tıpkı 1987’de olduğu gibi ülkenin önemli bölgelerini
turlayan 66 yaşındaki Suu Kyi onbinleri meydanlara çekebilecek bir karizmaya
sahip. Geçen hafta Mandalay’daki mitinge 100.000 kişinin katılması ifade etmeye
çalıştığımız olguyu biraz anlaşılır kılıyor olmalı. Mitingleri takip eden Min
Thu adlı gazeteci Suu Kyi’i pop star’a benzetiyor. Thu, halt etmiş… Bilmiyor ki,
modern dönemin pop starları yarı-tanrı veya tanrıça figürlerinden başka bir şey
değiller… Myanmar halkının mitinglerde Suu Kyi’ye dokunmak istemelerinin
sebebi, ‘tensel’ bir anlam değil, alabildiğine kutsanmışlıkla dolu yüce bir
bağlılığın ve bundan devşirilecek arınmışlığın ifadesidir olsa olsa… Bu
vesileyle beyaz perdeye aktarılan ve yeni vizyona girmiş Suu Kyi filminin de,
öyle şen şakrak, parıltılı bir film değilde, alabildiğine ‘gri’ renklerin hakim
olduğu bir formatta olmasını beklerdim. Çünkü Suu Kyi’nin tüm yaşamı ve
mücadelesi belgesel ağırlığında işlenmeye değer, yoksa popülerlik basitliğinde
değil…
1 Nisan’ı sadece seçim bölgesi Yangon’la sınırlamayan, aksine bir
“hep-hiç” olgusuyla denkleştiren Suu Kyi’nin ülkeyi bir baştan bir başa
dolaşması, halkın yukarıda dile getirdiğim “yarı-tanrıça” figüründen beklentilerine
karşılık geliyor. Çünkü bu kazanım, Suu Ki’nin değil, on yıllarca ezilmiş ve
horlanmış bir halkın yeniden gün ışığıyla kavuşması anlamı taşıyor. Yoksa
babasını derin devlete kurban vermiş, annesini bir hastane köşesinde yitirmiş, görece
genç yaşında dul kalmış bir kadının dünyadan beklentisi ne olabilir. Bekleyelim
ve görelim…
http://www.dunyabulteni.net/?aType=haber&ArticleID=201325
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder