Mehmet Özay- 10 Şubat 2012
Açe, her ne kadar bugün modern Endonezya Cumhuriyeti sınırları içinde yer alan bir eyalet olarak anılsa da, tarihte üstlendiği ‘sorumluluklar’ nedeniyle farklı bir perspektiften ele alınmayı gerektiriyor. Açe’nin bu bağlamı üzerinde durmak, sadece Açe’yi değil, bölgenin, yani başta Endonezya’nın diğer bölgeleri kadar Güneydoğu Asya İslamı’na dolaylı bir vurguyu da ortaya koyacaktır. Öte yandan, Açe İslamı’na vurgu, merkezi teşkil eden ve tarihten tevarüs eden veya ettirilen üstünlük kompleksinin doğal bir uzantısı olan hegemonik yaklaşıma “sınır çekme” olanağını da üretmeyi amaçlıyor. Söz konusu bu “üstünlük kompleksini” sergileyenlerin görmekte zorlandıkları husus, tarihin bir başka boyutunda ortaya çıkmış ve sömürgeci güç olarak adlandırılan yapının, kasıt dışı da olsa “içerden devamı” mahiyetinde olması gibi bir tehlikeyi içinde barındırıyor. İşte bu nedenledir ki, dışarlıklıların Açe İslamını anlama çabası, yeni bir döneme ayak basan Açe’nin kimlik tetkiki, yenilenmesi ve canlanması süreçlerinde kaçınılmaz bir öneme sahiptir. Bu yaklaşım, bir yandan Açe halkının kendini yeniden kavrama, anlama ve anlamlandırma süreçlerinin gelişmesine aracılık ederken, hegemonik ve üstünlük kompleksi ile maruf “merkez güçlerin” de Açe’yle ilintisi dolayımında kendi tarihlerini yeniden ve farklı bir okumaya tabi tutmalarına yol açabileceği gibi, bugünkü duruşlarını da analiz ve tetkik mecburiyetine sevk edecektir. Bu sevk işinin yerine getirilmesi kaçınılmazlık arz etmektedir.
Evvel emirde, giriş babında da olsa niçin böylesi bir
yazıyı konu edindiğimize değinelim. Geçen altı yılı kapsayan sürece
baktığımızda Açe özelinde ile Endonezya ve Güneydoğu Asya genelinde gündeme
getirdiğimiz yazılarda ne gibi farklar olduğu şu veya bu şekilde ortaya
çıkmıştı. Ancak zaman zaman sahada karşılaştığımız gizli veya açık kimi
görünümler Açe İslamı’nın dinamikleri konusunda durmaksızın yazmayı kaçınılmaz
kılmaktadır. Bununla neyi kastediyoruz? Temelde işin kaynağında yer alan merkez
ile çevre ilişkisi boyutu kadar, merkezde yer alma iddiasındaki oluşumların,
bizatihi merkezdeki “çatışmalarını” çepere taşıma ve çeperi kendilerine mevzi
kılma gayretleri ile bağlantısı es geçilemez. Merkez-çevre ilişkisi ile, Ortadoğu
İslamı genelinde Türk-İslamı eksenli tarih perspektifinin modern döneme sarkan
biçimlenişlerini kastettiğimiz biliniyor. Tarihte Osmanlı Devleti özelinde doğu
veya bu yazıya konu olan coğrafya ekseninde düşünürsek Güneydoğu Asya ve onun
kaçınılmaz ‘damarı’ Açe’yle ilişkilerde hangi saiklerden hareket edildiği ve ne
gibi sonuçlar elde edildiği ile ilintilidir. Düne dair eleştirel
yaklaşımlarımızın kökeninde, atıfta bulunulan kaynakların söyleme dökülüş
biçimi “merkez” hegemonyasının dayatılması gibi bir surete bürünürken, doğunun sadece
İslam anlayışı değil, siyasi, ekonomik ve genelde medeniyet oluşumu ve bunun
İslam medeniyeti ile karşılaştırmalı çalışmalarına yer verilmemesini kanıt
olarak göstermek mümkün. Yazının ana konusu olarak dikkat çektiğimiz yukarıdaki
husus, yani bugün kendilerini Türkü temsil makamında olduğu iddiasındaki
oluşumların doğu’daki varlıkları, geçmişin “negatif yükünü” taşımaya aday
olduğu intibaını, salt duruş olarak değil, çeşitli somut örnekleri ile ortaya
koymaktadır. İşte bu duruşun sorunlu bir yapı oluşturduğu, sadece geçmişteki
“hataların” veya geçmişi anlama ve yorumlamadaki “hataların” tekrarı mahiyeti
taşımadığı, aynı zamanda, doğunun tarih ve medeniyet birikiminin bugüne
taşınmasının önünü kesmek gibi kayıtsız kalınamayacak bir ‘yuvalanmaya’ ve ‘yuvarlanmaya’
neden olduğuna dikkat çekilmelidir. Bu hataları aşmanın önemli bir kolunu, Açe
İslamı üzerinde durulması teşkil etmektedir.
Açe İslamı’nı kendine has kılan unsurların neler olduğunu
bir kez daha sormakta fayda var. Bugüne kadar, Batılı araştırmacıların öne
çıkarmayı tercih ettikleri paradigma “tüccarlar” eliyle İslam’ın bölgeye
dolayısıyla da Açe’de vücud bulduğu yönündedir. Ancak burada durup dünüşülmesi
gerektiğini hatırlatan Naqib Al-Attas’a kulak vermekte fayda var. Al-Attas, daha
birkaç ay önce yayınlanan son eserinde Batılı araştırmacıların paradigmalarına
meydan okuyan duruşunu devam ettirmekle kalmıyor, üstüne üstlük Malay
elyazmalarından referanslarla dikkatleri asli ve hakiki bir İslamlaşma sürecine
vurgu yapıyor. Bu minvalde, söz evvel emirde ‘Hikayat Raja Raja Pasai’de geçen
bir hadise dayanması nedeniyle Açe İslam’ının kökenlerini sağlam dayanaklara
oturtulduğu dikkat çekiyor. Elbette burada Al-Attas’ın kaynakları üzerinden
derinlemesine bir bakış sergilemeyeceğiz. Buna mukabil, ne demek istediğimize
dair yaşayan bir İslam felsefecisinin yaklaşımının, hem de bizatihi
“merkezdeki” İslami oluşumlarca es geçilme tehlikesi ile karşı karşıya olduğunu
hatırlatalım. Al-Attas’ın derinlikli analizini takiben, Açe İslamı’nın
yeşermesinde ve gelişmesinde dış unsurlar kadar iç dinamiklerin de
azımsanmayacak bir rolü elbetteki vardır. Aksi taktirde, geçmişte İslamlaşma
sürecinin içselleştirilememesi, bölgenin küresel bir dönüşüme evrilmesinin
önünde engel teşkil etmemesi mümkün değildi. Bu uzun sürecin her bir basamağını
teşkil eden gelişmeler muvacehesinde şehir devletleri şeklinde tezahür eden
siyasi yapılanmaların yanı sıra, ortaya konulan sadece İslami değil, edebi ve
kimi fen bilimlerine dair eserlerin oluşturduğu entellektüel külliyata dikkat
çekiyoruz. Bugünün bilim çevrelerinin ilgisini bekleyen ve herbiri farklı
yönelimlerle ele alınmayı hak eden bu eserlerin dikkatlere sunulması sadece
bölge halkının değil, daha çok da kendini “merkez güç” olarak tanımlayan
unsurların sorumluluğundadır. Bu sorumluluk, küresel boyutta, İslam kültür ve
medeniyet havzalarının neye tekabül ettiğini kendine sorun edinen kişi ve
kurumlara düşüyor. Peki pratikte böyle bir çaba var mı? Dahası, böyle bir çaba
sergileme taraftarı olma aşamasına gelmeden, doğu’nun böylesi bir külliatı
olduğundan haberdarlık söz konusu mu? Bu ve benzeri sorulara olumlu cevap
verebilmenin doğu’da kimi alanlarda aktör olma yarışına iştirak edenlerin
niyet, eylem ve amaç üçgeninde bulmanın mümkün olmadığı -en azından bugüne
kadar- aşikârdır. Buradan bir başka safhaya geçiş yapmanın yeridir.
Açe İslamı’nı kendine özgü kılan değerlerle bezenmesine
neden olan üç farklı “aralıktan” bahsetmek mümkün. Birincisi batı -bu batı
kavramı, Açe’nin tarihsel ve coğrafi olarak durduğu yerle kesişiminden
kaynaklanmaktadır-. Yani İslam medeniyetinin merkezi olma vasfını taşıyan
Ortadoğu ayağı, ötekisi ise doğu, yani Malay Takımadaları’nın oluşturduğu yerli
kültürlerin alabildiğine zengin kıldığı coğrafya ile etkileşim. Tabii, bu iki
“aralık”a doğrudan nüfuz eden ve Açe İslamiyetinin ticari, sosyal, ekonomik,
siyasi ve dini boyutlarının farklı bağlamlarda şekillenmesindeki rolü ile
Batılı sömürgeci güçlerle uzun erimli karşılaşmalara ve etkileşimlere konu olan
üçüncü aralık gözardı edilmemelidir. Bu üç önemli aralığı anlama çabasına
bürünmeyen hareketler ve oluşumlar Açe İslamını yerli yerine oturtma konusunda
açmazlarla karşı karşıyadırlar. Sahadaki gözlem ve incelemelerden hareketle,
böylesi bir karşılaşmaya bizatihi niyetli, olmak şöyle dursun, Açe İslamı’na
dışarıdan nüfuz çabalarının aracısı olmaya teşne girişimlerin varlığı söz
konusudur. Bu varlığın konuşlandığı alan kimi yönelimleriyle sözde Türk’ü
temsil makamında olduğu gibi, Ortadoğu eksenli dini/mezhebi, sosyal/eğitimsel
hareketler olarak somutlaşmakta ve Açe toplum yapısı içerisine nüfuz
kabiliyetini gene tarihten tevarüs edilen, hepsi olmasa bile bir bölümünün
“kurmaca” ya da mitsel söylemlere
dayandırıldığına kuşku yoktur. Bir adım daha ileri giderek, yukarıda zikredilen
girişimlerin Açe İslamını anlama gibi bir çaba içerisinde olmadıkları ve öznel
yaklaşımlarının mitsel söylemlerden beslendiği ifade edilebilir. Bu nedenledir
ki, bu mitsel söylemin söz konusu çevrelerde yabanıl şekilde yeniden üretilmekte
olduğu dikkat çekiyor.
Açe İslamı’nın şekillenmesinde ve özellikle 16. ve 17.
yüzyılda zirveye çıktığı dönem bölgenin İslam kültür ve medeniyetindeki yeri
konusunda bize bir fikir vermektedir. Ancak sanılmamalıdır ki, devam eden
yüzyıllarda bu şekillenişin çeşitli nüveleri ortaya çıkmış değildir. Merkezin
yaşadığı toplumsal sorunlar, değişim süreçleri çevreyi de kapsamı içine
almadığını iddia etme durumunda değiliz. Öte yandan, bu süreçlere direniş
kararlılığının nasıl ortaya konduğu da başlıbaşına bir mesele ve araştırma
konusudur. Şu kadarını söyleyelim ki, Açe İslamı’nın varlık koşullarının devam
şartı, önce bölge İslamı’nın dinamiklerinin yeniden keşfi ile her türünden
sömürgeci güçlerle mücadelenin kıyasıya sürdürülmesiyle mümkündür.
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=196638&q=mehmet+%C3%B6zay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder