Mehmet
Özay 12 Aralık 2011
Avrupa Kıtası'nda II. Dünya Savaşı olarak bilinen
ve ardından önemli siyasi ve toplumsal dönüşümlere ve değişimlere yol açan
gelişme, Güneydoğu Asya coğrafyasında Pasifik Savaşı olarak kitlelerin
hafızasında yer alır. 7 Aralık 2011 tarihi, II. Dünya Savaşı'nın devamı
mahiyetindeki ancak bitişinde çok önemli rolü olan Pasifik Savaşı'nın
başlangıcının 70. yıldönümüydü. Savaş'ın yani, Japon jetlerinin Amerika
Birleşik Devletleri'nin Pasifik'deki dev hava ve deniz üssü Pearl Harbour'u
bombalamasının akabinde gelişen insanlık dramı... Bu savaşa dair izlediğimiz
filmlerde hafızalarımızda yer edinen kamikazeler, Amerika'nın Pasifik'deki
varlığına önemli bir darbe vurmuştu. Japonlar, geçmişteki bu "acı
hatırayı" pek de hatırlama yanlısı olmasalar da, kaçınılmaz gerçek herkesi
kuşatıyor. Bu vesile ile bu ay içerisinde vizyona girecek yeni bir film söz
konusu savaşla ilgili bazı ilginç ayrıntılara yer vermesiyle ilgi çekeceğine
kuşku yok. Dönemin Japon Amirali Isoroku Yamamoto'yu konu alan bu film,
amiralin ismiyle yani Isoroku adını taşıyor. Filmin alt başlığı ise "70.
Yılında Pasifik Savaşı Gerçekleri"... Isoroku'nun Pearl Harbour'a
saldırısını onaylamamakla beraber, kaçınılmaz olarak yürüttüğünü ortaya
koyuyor.
Yıldönümü vesilesiyle sadece Pearl Harbour'da
değil, Güneydoğu Asya'da da sessiz sedasız törenlere konu oldu. Ancak 7 Aralık
da değil, 8 Aralık'da. Japonlar Pearl Harbour'un akabinde, 8 Aralık 1941'de
Güneydoğu Asya topraklarına girmeye başladılar. İşte bu nedenle, Singapur'da
Changi Mezarlığı, küçük ancak anlamlı bir törene konu oldu. Savaşı bizzat
yaşamış birkaç Singapur'lu Çinli'nin yanı sıra, Avustralya, Yeni Zelanda ve
İngiltere'nin askeri ateşelerinin katıldığı tören yaşananların bir kez daha
gündeme gelmesine vesile olduğuna kuşku yok.
Bu bağlamda, Pasifik Savaşı'na dair hafızamızı
yenilemek daha doğrusu, pek de yakından bildiğimizi düşündüğümüz II. Dünya
Savaşı'nın Güneydoğu Asya'da nasıl bir seyir izlediğine kısaca değinelim
istedik bu yazımızda. Söz konusu küresel savaşta, Doğu Asya bağlamında
hafızalarımızda yer almasını sağlayan, elbetteki savaşı sona erdiren Nagazaki
ve Hiroşima'ya atılan atom bombaları oldu. Peki Japonya'yı saf dışı bırakmayı
amaçlayan bu sürecin son halkasına gelmeden önce Güneydoğu Asya halkları
nelerle karşılaştılar? Kahir ekseriyeti Müslüman olduğu dikkate alındığında
bölge halklarının bu acı tecrübesine dair neler bildiğimizi de sorgulamamız
gerekiyor.
Japonya'nın modernleşme süreçlerine daha 19.
yüzyılın ortalarında başlaması, Çin ile süren tarihi rekabetinin savaşa
dönüşmesi ardından, yeni bir süreci "Asyalılığı" ön plana çıkardı.
Japon ordusu 1942 yılında, "Asya Asyalılarındır" sloganı ile Çin
Denizi'nden başlayarak Güneydoğu Asya'ya kadar uzanan geniş bir coğrafyayı
"hakimiyeti altına" alma gayesini bir anlamda Batılı sömürgecilerden
kurtulma projesi olarak ortaya koyuyordu. Bu nedenledir ki, Japonlara karşı
"yerli halklardan" büyük bir direniş sergiledikleri söylenemez. Ne
de, 12 Eylül 1945'de Japonların teslim olmasının akabinde, Singapur'da ve
Malaya'daki Çinliler ve geri dönen İngilizlerin aksine Malaylar sevinç
çığlıkları atmazlar...
Avrupa'da Fransa'nın "düşmesinin"
ardından, Fransa sömürgesi topraklar olarak bilinen Hind-Çin'ine nüfuz eden
Japonlar, aynı zamanda Güney Çin Denizi'nden Singapur, Cava ve Sumatra Adası'na
çıktılar. Japonlar 8 Aralık 1941 tarihinde kapılarını sonuna kadar
kendilerine açan dönemin Tayland yönetiminde ülkenin güneyinde Patani
sınırlarındaki Songkhla'ya ve Kelantan Eyaleti'nin liman şehri ve başkenti Kota
Bharu'ya denizden çıkarma yaparken, döneme tanıklık eden Dr. Mahathir bölgede
bir tek İngiliz varlığı gözükmediğini ve Japonların memleketi Alor Star'a
ilerlediğinde ise savaş öncesinde şehirdeki kafelerde bira içerek eğlenen
İngiliz askerlerinden eser kalmadığını söyler. İşte bu özelliktir ki, yüzyıllar
boyunca İngiliz ve Hollanda sömürgeciliğine maruz kalmış "yerli halkları"
Japonlar karşısında köklü bir direnişten ziyade, biraz da "Beyaz
adama" alternatif bir dönüşüm talebinin ifadesi olarak
"davetkâr" bir tutum takındıklarını söylemek yanıltıcı olmayacaktır.
Direniş gerçekleşmedi mi? Direnişin temelinde Japonlar ile Çinliler arasında
tarihsel çekişmenin bir ürünü olarak Güneydoğu Asya topraklarındaki Çinlilerce
gerçekleştirildiği dikkat çeker. Örneğin, Singapur'da ve o zamanki adıyla
Malaya'da Japonlara karşı direniş güçleri mevcut ingiliz birlikleri kadar, hem
bu toprakları "vatan" edinmiş hem de tarihi düşmanları olması
hasebiyle Japon ordusuna karşı gerilla savaşı veren Çinliler olmuştur. Bununla
birlikte, resmi söylemin aksine, kimi çalışmalarda, Japon Karşıtı Malay
Halkları Birliği (Malayan Peoples Anti-Japanese Army -MPAJA) adı verilen
gerilla yapılanmasında Malay ve Hintli unsurlara da rastlandığına atıf vardır.
Örneğin MPAJA'nın Perak'daki Malay Sadakat Ordusu (Askhar Melayu Setia) ile
Pahang'daki Vatan (Wataniah) adıyla bilinen Malay örgütleri ile işbirliği
vardı. Öte yandan, Japonların bu topraklara ayak bastıklarında ortadan
kaldırmayı hedefledikleri kitleler arasında, sadece 'beyazlar' değil, Çinliler
de vardı. Örneğin, Singapur'a giren Japon birlikleri 17 Şubat - 3 Mart 1942
tarihleri arasında beş bin Çinlinin hayatına son verdiği biliniyor. Bu süreçte
Savaş Esirleri'nin (Prison of War) yanı sıra, Burma'daki "Ölüm
Demiryolu" adıyla bilinen demiryolu inşaatına veya Japonya'daki bakır
madenlerine gönderilenlerin insanlık trajedisinden bugüne sadece "acı
hikâyeleri" kaldı. Java'daki bir toplama kampında esir tutulan ve o
günlere tanıklık eden bir Çinli, İngiliz, Avustralyalı, Yeni Zellandalı ve
Hollandalı askerlerin ve sivillerin bu kamplardaki ağır koşullara adapte
olamayarak, kısa sürede çeşitli hastalıklara yakalanıp hayatlarını
kaybettiklerini, oysa kendilerinin bölgenin iklimine ve zorluklarına alışkın
olmaları nedeniyle içinde bulundukları koşullara direnç gösterdiklerini yazar.
O dönem Malay topraklarından ayırt edilemeycek
Singapur nasıl ki, İngilizler için bir "karargâh" konumunda idiyse,
aynı topraklar Japonlar için de bir üs niteliği taşıyordu. Bu savaş, yerli
halklar ve özellikle de Malay toplumunun "beyazların" üstünlüğüne
karşı algılarında önemli bir değişime yol açmasıyla da önem taşır. Okullarda
"Üzerinde Güneş Batmayan" bir imparatorluk algısına
"alıştırılmış" ve böylesi bir naifce bir yaklaşımla "efendiye
köle olmakla" gurur duyan yerliler, kendileri gibi Asyalı bir millet olan
Japonların kısa sürede kuzeyden ve güneyden Malaya Yarımadası'nı çevirmeleri ile
bu imparatorluğun nasıl bir kumdan kale olduğuna tanıklık etmişlerdi. Bu bir
şaşkınlıktı aynı zamanda, Malayların karşı karşıya kaldıkları... İngilizler
savaşın 70. Gününde Singapur'dan çekilirken ve Malaya'nın diğer önemli
şehirlerinden de çekilmekte gecikmeyecek ve soluğu Hindistan ve Sri Lanka'da
alacaktır. Bu denizler hakimi milletin Repulse ve Prince of Wales adlı iki
önemli savaş gemisi doğu Malaya'daki Kuantan şehri açıklarında yani, Güney Çin
Denizi'ndeki birbuçuk saatlik deniz savaşında batmaları ile adeta teslim
bayrağını çekmişti. İngilizler elbette kolay pes etmeyecekti... Malaya'daki
savunma savaşında İngilizlerin "biricik müttefiki" tabiri caizse yarı
çıplak Çinli komünist çeteler oluşturacak ve ittifak 31 Aralık 1943 tarihindeki
resmi bir belge ile Anlaşma olarak tarihe geçecektir.
İngilizlerin Asyalı bir millet karşısında
uğradığı hezimet, yüzyıllar boyunca bölgedeki yerli halklar karşısında
sömürgecilik ideolojisinin zihinlere işlediği "üstün beyaz" olgusunun
çöküşünü de beraberinde getirdi. Bu öyle bir ideolojidir ki, bağımsız
sonrasında ülkelerin başına geçecek lider kadroların bile yetişme dönemlerinde
"imparatorluk hayranı" olmalarına yol açabilmiştir... İşte bu
çöküştür ki, görece geç bir dönemde Malay milliyetçiliğinin ortaya çıkmasına
neden oldu. Savaşın sona ermesi ile yeniden Malaya topraklarındaki eski
hakimiyetlerini kurma hayaliyle dönen İngilizler daha savaş bitmeden
hazırladıkları 'Malaya Plânı'nı hayata geçirme arzuları, Yarımada'daki
neredeyse tüm unsurlarca gerçek bir muhalefetle karşılaştı. Dr. Mahathir'in
dediği gibi "uyuyan dev" Malaylar uyanmış ve kendi öz
yurtlarında Malayları yok sayan Malay Birliği projesine karşı milliyetçi
direniş ruhu şahlanmıştır.
Peki Japonların 1942'deki bu girişiminden önce
Güneydoğu Asya coğrafyası kimlerin hakimiyetindeydi bir bakalım. 1824 Londra
Anlaşması bölgenin iki önemli sömürgeci gücü İngiltere ve Hollanda Krallıkları
arasında bölgesel paylaşıma konu olmuş ve Malaka Boğazı bu paylaşımda sınır
olarak çizilmişti. Elbette Güneydoğu Asya'daki bu paylaşım, Avrupa'daki
gelişmelerden uzak olarak okunamaz. Fransa'nın dirayetli imparatoru Napolyon'un
adını alan savaşlar zinciri İngiltere'nin Hollanda'yı "kanatları altına
almaya" yol açmıştı. Bu gelişme, aynı zamanda, 19. yüzyılın Batılı
ulusların geçirdiği özellikle endüstri devrimi sonucu sömürgecilikten
emperyalizme evrilme aşamasına geldiğini ortaya koyar. İşte tam da bu
emperyalizme evrilen küresel siyasi eylem Japonları, Batı karşısında direnç
göstermeye sevk etti.
Japonların 1945 Ağustos'unda iki şehrini hedef
alan atom bombaları savaşın sonunu ilân ederken, tüm Japon birlikleri
bulundukları coğrafyalardan çekildiler. Bu çekilme süreci, bir yandan,
bölgedeki yerli halkların, savaş öncesi siyasi yapıya dönüşü hedefleyen İngiliz
ve Hollanda'ya karşı kimi bölgelerde silahlı mücadeleye varacak gelişmeye konu
oldu. Bu bağlamda, Japonların arkada bıraktıkları askeri malzemelerin, Sumatra
ve Cava Adaları'nda görüldüğü üzere, yer yer yaşanan "İstiklal
Mücadaleleri"ne maddi alt yapı sağladığına kuşku yok.
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=187495&q=mehmet+%C3%B6zay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder