Mehmet Özay 21 Ekim 2010
Türkiye’deki
seçkin devlet üniversitelerin birinde Malay Dil ve Edebiyatı ve Malay
Medeniyeti ve Tarihi Bölümleri açılmasının tam zamanıdır. Söz konusu bu
bölümlerin kurulması için pek çok neden var. Aşağıda bunlara kısaca
değineceğiz. İlk elden şunu söylemeden geçmeyelim. Bazı yayın organlarında
“Malay halkı Türkleri nasıl tanıyor?” türünden sorularla karşılaşmak mümkün. Bu
soruda haklılık payı kadar, eksikliği de içinde barındırıyor. O eksik tarafını
da biz tamamlayalım. Aslında sorulması gereken “Malay toplum ve tarihini, dini
algısını, sömürgecilik ve Batı ile ilişkilerini, modernleşme projelerini,
Ortadoğu ve Türk tarihi ve İslamı ile bağlantılarına ne kadar vakıfız?”
Yukarıda zikrettiğimiz bölüm adlarının ‘Malay’ olmasından hareketle konuyu
Malezya ile karıştırmamak ve sınırlandırmamak lazım. ‘Malay’, bir ırkın adı ve
son dönem tarihçilerinin yaklaşımları ile Güneydoğu Asya sınırları içerisinde,
günümüz ulus-devletleri bağlamında işaret edecek olursak, Endonezya, Malezya,
Brunei Darüsselam Sultanlığı, Singapur bu kategoride ele alınıyor. Tayland’ın
güneyinde Patani, Filipinlerin güneyi Moro’da aynı kültür havzası içinde olduğu
gibi, Madagaskar, Güney Afrika ve Pasifik Adaları’na kadar yayılmış Malay
diasporasının varlığı da unutulmamalıdır. Görüldüğü gibi geniş bir coğrafya ve
ilişkiler ağı potansiyeli keşfedilmeyi bekliyor. 23 Ağustos’da TRT 1’de yayına
giren Güneydoğu Asya’da Türk İzleri’ni konu alan Kuzey Yıldızı adlı belgeselin
bu coğrafya ile ilgili intibaları vermesi bakımından önemli bir çalışma
olduğunu da buradan belirtmekte fayda var.
Türkiye’den
din bilimleri ve sosyal bilimler alanlarında bazı akademisyenlerin 90’lı
yıllarda Malezya’daki Uluslararası İslam Üniversitesi’nde görev almalarının
Malay dünyası ile akademik ilişkilerden başlayarak siyasal ve toplumsal
etkisinin ne olduğu araştırılmaya muhtaçtır. Ancak bugün -söz konusu dönemde
Malezya’da bulunmuş- Yüksek Öğretim Kurumu Başkanı Prof. Dr. Yusuf Ziya
Özcan’ın ve Dışişleri Bakanı Prof. Dr. Ahmet Davutoğlu’nun otorite makamında
olmaları Malay dünyası ile ilişkilerin akademik boyutta yeniden düzenlenmesinde
katalizör etkisi yapacağına kuşku yok. Bu iki akademisyen siyasetçinin (YÖK’ü
siyasi bir kurum olarak ele almakta Türkiye şartlarında hiçbir zarar
görmediğimizi belirtmek istiyoruz) varlığının yanı sıra, yukarıda zikredilen
dönemde Malezya’da bulunmuş ve çeşitli üniversitelerde görev yapmış diğer
akademisyenlerin oluşturacağı bir kurul ile Türkiye’nin önde gelen
üniversitelerinden birinde Malay Dili ve Edebiyatı ve Malay Tarih ve Medeniyeti
bölümlerinin kuruluş çalışmaları başlatılmalıdır. Özellikle Malay Tarih ve
Medeniyeti disiplinlerarası bağlamda önemli işlere imza atabilir.
Söz
konusu bölümler öncelikle yüksek lisans ve doktora programları ile başlamalı ve
süreçte yetişecek yerli akademisyen kadrosuyla lisans düzeyinde öğretime devam
edilmelidir. Kuruluş bağlamında katkısı gözardı edilemeyecek isimler arasında
Teoman Durali, Alparslan Açıkgenç, Mehmet İpşirli’yi saymak mümkün. Malezya’nın
önemli ulusal unvanlarından Tan Sri unvanına sahip Ekmeleddin İhsanoğlu,
doktorasını ‘University Sains Malaysia’da tamamlamış sosyolog Nilüfer Narlı, bu
coğrafyanın -en azından bir bölümü hakkında çalışmaları olan, özellikle
yoksulluk, kalkınma gibi konularla bölgeyi ele alan ve Türkiye ile
karşılaştırmalı çalışmaları bulunan iktisat profesörü Mehmet Özay, Açe ve
Endonezya konulu çalışmaları ile Prof. Dr. İsmail Hakkı Göksoy ve IRCICA
bünyesinde önemli bir çalışmanın Türkçeye kazandırılmasında büyük katkısı olan
Ali Caksu girişimlerde önemli insan kaynağını oluşturacaktır. Giriş
paragrafında ‘Malay’ konusunun ‘Malezya’ ile karıştırılmaması gerektiğini
söylesek de, yukarıda adı geçen öğretim görevlilerinin Malezya ile
ilişkilendirildiği görülür. Bunda bir sorun değil, bir başlangıç olduğunu
düşünüyoruz. Bu bağlantı, günümüz Malezya’sının sunduğu akademik imkânlarla
ortaya çıkmıştır. Yoksa, tıpkı İsmail Hakkı Göksoy’un Açe, Endonezya
konusundaki çalışmaları gibi bölge hakkında çalışma yapan akademisyenlere
rastlamak mümkün.
Öte
yandan, dünyaca tanınan Malay akademisyen ve araştırmacıların varlığı ve
Türkiye’deki öğretim görevlileri ile çeşitli düzeylerdeki ilişkilerinin de bu
sürece olumlu katkı yapacağına kuşku yok. Örneğin, halen hayattayken, böyle bir
oluşumun başına dünya ilim çevrelerince tanınan ve ustalık dönemlerine erişmiş
Naqib el-Attas’ın ve Güneydoğu Asya uzmanı Anthony Reid’in getirilmesi süreci
hızlandıracağı ve büyük değer katacağı gibi, ilgili çevrelerce de köklü bir
temel atılmasına olanak tanıyacaktır. Bu alanda bugüne kadar niçin girişimde
bulunulmadığını ve söz konusu bölümlerin bugüne kadar kurulmamış olmasının eksiklik
olduğunu söylemeye gerek yok. Ancak bugünden itibaren bu bölümlerin niçin
kurulmadığını sorgulamak ilgili her kesimin kendine sorması ve sorumluluğu
üzerinde taşıması gerekiyor.
Malay
coğrayfası, sömürge döneminde Hollanda ve İngiltere Doğu Hint Şirketleri’nde
görev yapan ve Malay dünyasına özel ilgi göstermek suretiyle dil, edebiyat,
tarih ve antropoloji alanlarında eserler veren idari kadronun yanı sıra,
özellikle 20. yüzyıl ikinci yarısından başlayarak ve giderek artan şekilde
Batılı akademisyenlerin öncülüğünde gerçekleştirilen tarih, arkeoloji,
antropoloji ve sosyoloji alanlarındaki çalışmalarla yeniden dünya sahnesinde
yer aldı. Bölgeye dair bu ilginin dinmediğini, farklı şekillerde devam ettiği
ve geliştirildiğini de söyleyelim.
Türkiye’de
kurulacak Malay bölümlerinin varlığı, dünya ve İslam tarihi öğretiminin
kapsamını genişletecektir. Dünya tarihini Avrupa, İslam tarihini Osmanlı ile
sınırlandırmış bir akademya, bu ismi taşıma hakkına sahip değildir. Bu yöndeki
ısrarlar da Türk bilim dünyasının uluslararası çevrelere açılmasına olanak
tanımayacak, aksine kısırlaştıracaktır. Oysa bugün 300 milyonu bulan nüfusuyla
Malay ırkı, yalnızca Güneydoğu Asya’nın değil dünyanın önemli toplulukları
arasında yer alıyor. II. Dünya Savaşı’nın ardından zorunlu ulus-devlet seçeneği
ile bölünmüş bir yapı arz eden Malay dünyası, günümüzde sahip olduğu
sosyo-ekonomik değerler nedeniyle de dünyanın önde gelen devletleri ve
uluslararası örgütlerinin ilgi odağıdır. Sahip olduğu zengin yer altı ve yer
üstü zenginlikleri, çok çeşitli etnik kültürel zenginliği, sıkışmış Batı
ekonomisinin aksine kendini yenileme olanağına kavuşmuş ekonomik yapısı,
İslamifobia olgusu karşısında Batılı ulusların sahip oldukları İslami anlayış
ve pratiklerine zaman zaman referansta bulunduğu bir toplum. Bütün bunlar
araştırılmaya ve öğrenilmeye değer değil mi?
Bu coğrafya tarihsel olarak Hindistan ile Çin ve
Ortadoğu ile Çin arasındaki ‘deniz ipek yolu’ sayesinde ticari, siyasi,
kültürel ve dini ilişkilerin geliştirilmesindeki rolü ile Malaka ve Sunda
Boğazları, Sulu Denizi gibi su yolları ile Malay dünyası medeniyetler arasında
bir köprü vazifesi gördü. Batı’da Açe’den doğu’da Ambon’a, güneyde
Palembang’dan kuzeyde Patani ve Moro’ya kadar geniş bir havzayı içine alan
Malay dünyasını çalışmak, sadece bu dünyayı değil, bu dünya ile temasa geçmiş
Portekiz, İngiliz, Hollanda, Fransa, İspanya sömürgecilik tarihini yeniden
okumak ve böylece Avrupa tarihine farklı bir çerçeve daha eklemeyi olanaklı
kılacaktır. Öte yandan, Anthony Reid’in II. Uluslararası Açe ve Hint Okyanusu
Konferansı sonrasında Açe Valilik konutunda verilen yemekte yaptığı konuşmada
dile getirdiği üzere “...Türkler her yerde karşımıza çıkıyor.” cümlesinden
hareketle Müslüman Türklerin dünyadaki varlığı ve etkinliğinin boyutlarının derinlemesine
araştırılmasına olanak tanıyacaktır. Osmanlı Arşivleri’ndeki belgeler yeter
demeyin. Bu belgeler, özelllikle Portekiz ve Malay dünyasındaki referanslar
dikkate alındığında -en azından bugüne kadar- büyük resmi görebilmemize
maalesef olanak tanımıyor. Tarihe ve araştırmaya ilgisi ile bölge büyükelçileri
arasında istisnai bir yeri olduğunu düşündüğümüz Metin İnegöllüğü oğlunun bazı
bulguları da yeni açılımlar için başlangıç olabilir. 1995-98 yılları arasında
Türkiye’nin Endonezya Büyükelçisi Metin İnegöllüoğlu’nun “Asya-Pasifikte Türk
İzleri” eseri ve “The Early Turkish-Indonesian Relations’ başlıklı makalesinde
değindiği üzere Müslüman Türklerin bölgedeki somut varlığının Selçuklulara
kadar uzanabileceğinin ipuçlarını vermesi daha yapılacak çok işin olduğunu
ortaya koyuyor.
http://www.dunyabulteni.net/index.php?aType=haber&ArticleID=133371&q=mehmet+%C3%B6zay
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder