Mehmet Özay 28.11.2016
Donald Trump’ın ABD seçimlerinde elde ettiği başarının sadece
Amerikan toplumunu değil, ‘süper güç’ olmanın getirdiği bir etki olarak küresel
alanda siyasi ekonomik ve askeri bağlamlarıyla geniş bir coğrafyadaki halkları
etkileyeceği öngörülebilir. Bu durumun, günümüz şartlarında öne çıkardığı
bölgelerden biri kuşkusuz ki Asya-Pasifik coğrafyası. ABD’deki seçim sonuçları
ile Asya-Pasifik coğrafyasının ilişkilendirilmesine sebep ise, Trump’ın
Amerikan toplumunun üretici kesiminin küresel rekabet ortamında önünü açacak
korumacı ekonomi paketini gündeme getirme konusundaki söylemidir.
TPPA’nın akibeti
belirsiz
Bu noktada da karşımıza, Pasifik Okyanusu’na kıyısı olan, yani
Amerika kıtasının batısı ile Asya kıtasının doğu ve güneydoğusundaki ülkelerin
önemli bir bölümünü içine alan ve yeni bir ticari birlik tesisine yönelik Trans
Pasifik İşbirliği Anlaşması (TPPA) çıkıyor. Tüm alt yapının hazırlandığı ve
sürecin ABD senatosunca onaylanmasıyla tamamlanıp uygulamaya geçeceği beklenen
söz konusu anlaşmanın Trump engeline takılması olasılığı Asya-Pasifik
bölgesinde yakından takip ediliyor. Bu nedenle, Trump’ın 20 Ocak’ta, yani
başkanlığının ilk gününde bu anlaşmayı rafa kaldıracağını açıklaması nedeniyle,
bu küresel ticaret birliğinin akibetine ilişkin uzun zamandır devam eden
tartışmaları daha da alevlendirmiş durumda.
Trump’ın TPPA’ya
yönelik eleştirisi ve henüz prematüre yapıdaki
birliği terk edeceğini açıklamasının ardında ekonomik nedenler kadar, bundan daha çok bir tür ‘ırkçı’ denilebilecek
bir ideolojik tutumun neden olduğu da söylenebilir. Seçim kampanyası döneminden itibaren
‘beyaz Amerikalıların’ başkanı olacağı konusunda yaklaşımlar sergileyen Trump,
‘ideolojik’ yönelimin küresel karşılığı olarak ABD’yi içe kapanmaya sürükleyecek bir dizi
politikaları da sıralıyor.
Bunların başında TPPA’nın gelmesi kimilerini şaşırtabilir. Ancak
Avrupa’daki ekonomik durgunluk, Afrika’nın bu alanda henüz kendi ayakları
üzerinde yükselemeyişi, Latin Amerika’nın
mevcut kaynaklarına rağmen ses getirebilecek
ve dünyaya örnek olarak sunabilecek bir sosyo-ekonomik kalkınmadan yoksun oluşu gözleri Asya’nın doğu ve güneydoğusuna çevrilmesine neden oluyor. Bu noktada da, doğal kaynakları, müteebbis
ve yenilikçilik ruhunun dinamizmi, genç ve üretmeye ve de tüketmeye aç geniş
kitleleri, pragmatist hükümetlerinin kalkınmacı politikaları Asya-Pasifik
bölgesinin dikkat çeken boyutları olduğu görülüyor.
Asya – Pasifik ve
Yeni yüzyıl
Asya-Pasifik coğrafyasının ABD’nin 21. yüzyıl politikalarında
öncü bir yere sahip alması konusunda Barack Obama yönetiminin sergilediği
çabalar kayda değer bir öneme sahip. Öyle ki, ABD bu süreçte, geniş Ortadoğu ve
Afganistan coğrafyalarındaki etkinliğini terk etmemekle birlikte, giderek odak
noktasını Asya-Pasifik bölgesine kaydırma hedefiyle hareket etti. Bunu da, ABD
çıkar ve güvenliği gibi iki önemli vazgeçilmez olgu üzerine yapılandırmaya
çalıştı.
ABD’nin 21. yüzyıl dünya sistemini belirlemeye matuf bir yönü
de bulunan bu teşebbüsünün, salt ikinci küresel güç olma noktasına gelen Çin’in
önünü almakla sınırlı olmadığı, aksine, Pasifik kıyıları boyunca uzanan ülkelerdeki
kapitalist ekonomi süreçlerinde Asya’ya özgü değerlerle elde edilen ‘başarının’
devamı ve bunun, ABD’nin uzun erimli politikalarına uyarlanarak
sürdürülebilirliğinin sağlanması gereğinden kaynaklanıyor. Öyle ki, kalkınma
alanındaki çeşitli istatistiki çalışmalarda ön sıralarda yer alan Asya-Pasifik
bölgesinin bu ‘başarısının’, ABD’nin dünya ekonomisindeki rolüyle birebir
bağlantılı oluşu da unutulmamalı.
Bu nedenle, Asya-Pasifik bölgesinin küresel ticaret ve
yatırım alanlarında edindiği yer ile, bölge halklarının üretmekle kalmayıp aynı
zamanda, tüketim ekonomisinde de edinmekte oldukları kayda değer rol ve bu
süreçlerin devam ettirilmesi konusunda ilgili ülke yönetimlerinin olumlu
yaklaşımları TPPA’nın sadece ABD bağlamında değil, bu ülkeler nezdinde de
geleceğinin tartışılmasını kaçınılmaz kılıyor.
Trump’lı veya
Trump’sız TPPA
TPPA’ya taraf olan ülkelerin önde gelenleri ticari birliğin
hayata geçirilmesi konusunda kararlı bir yaklaşım sergilemekle kalmayıp, Japonya
başbakanı Şinzo Abe’nin Trump’la yaptığı uzun görüşme örneğinde olduğu gibi,
bölgenin geleceğini belirleyecek bu yapıdan ABD’nin kopmaması ve en kısa sürede
hayata geçirilmesi yönündeki talepte bulunuyor. Bu ay içerisinde yapılan APEC
toplantıları çerçevesinde Peru’nun başkenti Lima’da biraraya gelen bölge
liderleri Trump’ı ikna babında açıklamalara devam etseler de, Trump şu ana
kadar TPPA’dan ayrılma niyetinden vazgeçmiş değil. Aksine, görüşme ve yinelenen
taleplere rağmen, 20 Ocak’ta yani resmen başkanlık koltuğuna oturacağı ilk gün
TPPA’dan çıkacağını açıkladı. Öte yandan, TPPA’ya taraf olan on bir ülkenin bu
sürecin ABD’siz devamı konusunda fikir jimnastiği yaptığına da tanık olunuyor.
Buna ilâve olarak, ilgili ülkeler arasında en azından bir
diğer alternatif olarak, TPPA’nın yerine ikame edilecek ikili serbest ticaret
anlaşmaları yapılması gündeme taşınıyor. Açıkçası bu husus, TPPA görüşmeleri
için kaydedilen son beş yıldaki hazırlıklar ve bunların bir anda ortadan
kaldırılamayacak bir evreye gelmiş olması da dikkate alındığında, bölge
ülkelerinin ticari ve ekonomik yönelimlerinde bir anlamda geri dönüşü olmayan bir
yola girdiklerinin işaretidir.
TPPA Cazibe
Merkezi
Dünya ekonomisinin yüzde 40’ına, ticaret hacmi olarak 42
milyar dolara tekabül edecek TPPA’nın sadece Pasifik’e kıyısı olan 12 ülkeyi
değil, küresel bir etkileşime neden olacağını daha önce de dile getirdik. Bu
noktada, TPPA’nın pratiğe geçirilmeden bölgedeki diğer ülkeler nezdinde
kazandığı bir popülariten de söz edilebilir.
Bu ölçekte bir etkileşime yol açacak böylesi bir ticari
birlikten uzak kalmanın getireceği endişeleri yaşayan bölgede şu veya bu
şekilde söz sahibi olan, ancak siyasi istikrarsızlıklar ve yönetim bozukluklarıyla
çalkalanan Tayland ve Endonezya gibi ülke yönetimleri de bu anlaşmaya en kısa
sürede taraf olmanın yolunu arayacakları yönünde söylemlerine tanık olunmuştu. Hatta,
ABD’nin 21. yüzyıl genel Asya politikası içinde bir alanı oluşturan bu ticari
anlaşmanın Çin’in ekonomik genişlemesinin önünü kesmeye matuf bir vechesinin de
olduğu dile getirilmişse de, Çin’in zamanla birliğe dahil edilebileceği bile
gündemde yer almıştı.
Çin’in nüfuz
politikaları
Çin demişken… Trump’ın şu ana kadarki duruşundan taviz
vermemesi ve 20 Ocak’ta TPPA’yı defterden silmesi durumunda Çin’in bu gelişme
karşısında nasıl bir rol takınacağı da merak konusu. Yukarıda dile getirildiği
üzere, Çin yönetimi her şey yolunda gitmesi halinde, süreçte TPPA’ya dahil
edilmeyi beklemek yerine kendi alternatif ticaret politikasını zaten oluşturma
peşinde. Orta Asya üzerinden Avrupa’ya uzanacak tarihi kara İpek Yolu projesine
paralel olarak, bir yandan Pekin’i Singapur’a bağlayacak demiryolu ile öte
yandan gene tarihi deniz İpek Yolu projelerini aynı anda gündemde tutmakla
kalmamış, bunun ilk adımlarını atmaya başlamıştı.
Daha önce Cibuti’de askeri üs inşa süreci ve geçen hafta da Etiyopya
ve Cibuti ile olan askeri işbirliği anlaşmaları Çin’in hedefinde Hint
Okyanusu’nun doğusundan batısına uzanan geniş su yolu güzergâhında bir mega
proje olduğunu ortaya koyuyor. Bu projenin ara katmanlarını ise, karadan
Myanmar’ın Batısında Arakan Eyaleti üzerinden denize inme, ardından mümkün
olduğunca Bangladeşte sahil şeridi üzerinde yapılaşmada yer alma, Pakistan ve
İran ile Basra Körfezi özelinde işbirlikleri yer alıyor.
2017 yılı başında Washington’dan gelecek karar hiç kuşku yok
ki, Çin yönetimi için tıpkı bu yılın sonbaharında Manila’dan gelen karar gibi
süpriz bir nitelik taşıyacak. Bu noktada, sıfır noktasından süpriz bir aktör
olarak ortaya çıkan Filipinler devlet başkanı Rodrigo Duterte’nin Çin’le
yakınlaşma stratejisini ilânı ve bunun bölgede yeni bir eko-politik yapılanmanın
kapısını aralama konusunda Çin yönetimine sağlayacağı avantaj gibi, ABD’siz
veya dağılmış bir TPPA’nın Çin’in elini güçlendireceği düşünülebilir.
Belirsizlik ya da alternatif
yapılar
Ancak burada dikkat çekilmesi gereken birkaç husus bulunuyor.
Örneğin, bunlardan biri Çin yönetimimin, rakipsizlik ortamına ve bölge
ülkelerinin Çin’le ilişkileri geliştirme bağlamına ne kadar hazır olmadığıdır.
Bir diğeri ise, ABD’nin bölgeden ‘geri çekilmesi’ anlamına gelecek bir
politikayı hayata geçirmesinin bölge ülkeleri arasında örneğin Japonya ve
Avustralya gibi iki ‘partnerin’ öncülüğünde yeni bir blokun tesisi. Hindistan
Başbakanı Narendra Modi’nin Japonya ziyaretiyle ortaya çıkma izlenimi veren
bölgenin Hindistan’la yakınlaşma süreci bunun tamamlayıcı bir işlev görmeye
aday. Zaten Abe, Modi ile yaptığı görüşmede, Alt Kıta’nın bu devasa ülkesini
Pasifik ticaret havzasına güçlü bir şekilde eklemlene niyetini ortaya koydu. Bu
noktada, Hindistan faktörünü Çin-Hindistan rekabeti çerçevesinde
değerlendirmekte de fayda var.
TPPA’nın ABD’nin genel dış politikası içerisinde sadece
ekonomi alanını ilgilendirmekle kalmayan, varlığı ikinci dünya savaşı sonrasına
dayanan siyasi ve askeri ittifak alanlarıyla da örtüşen/desteklenen yönleri
bulunuyor. Bu anlamda, Trump ve çevresinin ulusal siyasette kısa vadeli güç
tesisi için TPPA’yı olumsuzlayarak araçsallaştırsa da, yeni yönetimin ABD’nin
bu yüzyılda Asya-Pasifik hakimiyetine nasıl yaklaştığı konusu giderek daha çok
tartışılacaktır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder